Konaklama
Eskidendi, eskimeyen zamanlardan, dağların dağlara kavuştuğu, insanın insanı anladığı, yürekçe konuşulduğu zamanlardan…
Düğün dernek kurulur, kazanlar orta yere vurulur, gelen yer, geçen doyurulur, kör serçenin bile nasibi unutulmazdı Anadolu’da. Kırk gün kırk gece toy dövülen düğünler olurdu. Hısım akraba, konu komşu yanında tanış olan herkesin de düğünde yeri vardı. Bir akrabanın düğünü olacağında tüm sülale aylar önceden hazırlığa başladığı gibi yakın komşular da kan bağı varmışçasına düğüne hizmet ederlerdi. Köy yerlerinde düğüne iştirak edecek misafirlerin ağırlanmasında köy muhtarı dâhil tüm köylü seferber olur, düğün evini sahiplenirdi.
Düğünden bir hafta on gün önce düğün sahibi nazının geçtiği yakınlarını (hala, teyze, amca, dayı, diğer akrabalar, yakın komşular vb.) üç beş sofralık “konak aşı”na davet eder. Konak aşına gelenlerle yenilir, içilir, eğlenilirdi. Davete icabet edenler yemeğin ardından düğünde “Biz şu kadar davetliyi konak alabiliriz.” derdi. Uzaktan gelen konuklar, düğün boyunca bu yakınların evine emanet edilirdi. “Konak alan” ev sahibi, düğün günü misafirleri düğün evinden alır, kendi evine götürür ve onların her ihtiyacını üstlenirdi. Eski zamanlarda çok uzaktan at ile gelenlerin atları ahıra bağlanır, samanları, arpaları önceden hazır edilirdi. Konak alacak evde misafirlerin kalacağı oda âdeta yeniden döşenir, pencerelere dantel perdeler asılır, sedirlere halılar serilir, yataklar yastıklar yünden, çarşaflar ütülü, kanaviçe işlemeli dantelli olur, yorganlara nakışlı yorgan ağzı geçirilirdi. Kapı arkasına ucu dantelli, kullanılmamış havlular asılır, yere bir leğen ve ibrik bırakılır, yanına da misafir sayısı kadar terlik konulduktan sonra etamin işi seccade yatak ucuna dürülürdü. Misafirin düğün evinin kalabalığında rahat edemeyeceği ve düğün sahibinin de o telaşta misafiriyle hakkıyla ilgilenemeyeceği düşünülür, hem misafirin hem düğün sahibinin rahatı için dostlar akrabalar tarafından bu gelenek sürdürülürdü.
Anadolu’da bu sıcacık anlayışlar zamanla görenekleşmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Düğüne gelen misafirlerin otelde konaklaması Anadolu görgü göreneğine uygun düşmediğinden birçok yerde konak alma geleneği sürmektedir.
Konak alan ev sahibi, misafir odasının hazırlanmasıyla birlikte çeşit çeşit yemekler yapmayı da ihmal etmez. O yörenin geleneksel yemekleri, hamarat hanımlarca günler öncesinden hazır edilir ki misafir, yörenin lezzetlerini tatsın. Örfünü, töresini öğrensin, geldiği yere taşısın ve âdetler yayılıp çoğalsın. Anadolu’muzun feraset sahibi insanı, misafiri baş üstünde tutarken kültürel boyutları da çağdan çağa aktararak yeni neslin dimağında sevgiyi, hoşgörüyü, anlayışı tazeler bir bakıma. Ne güzeldir bilmediğin bir evde baş üstünde tutulup misafir görgüsü tatmak. Ne güzeldir tanımadığın ya da az tanıdığın bir yörenin tüm gelenek, görenek, örf, âdetiyle karşılanmak ve ne güzeldir bir tanıdığın, akrabanın düğününe çok uzaklardan geldiğinde kendini evinde hissetmek. İşte tam da budur konak alma geleneği. Kendini evinde hissetmek. Misafir edilmek ama misafir kalmamak, aileden biri sayılıp göreneği paylaşmak… Elleriyle su böreği açmak, kat kat baklava döşemek, bamya çorbasına ekşi katmak, helvayı kuyruk yağıyla kavurmak, peynirin en iyisini gelene saklamak. Hatta gücü varsa koç kesip düğünden sonra misafirleri kırlara, bahçelere götürmek. Ziyadesiyle hoşnut etmek Tanrı misafirini. Ziyadesiyle ağırlamaktır ev sahibinin düsturu…
Anadolu’nun küçük bir kasabasına misafir olmak düştü çocukken bahtıma. Kına gecesinden sonra konak alındığımız eve buyur edildik. Hâl hatırdan sonra sofraya buyur ettiler. Yer sofrasında neler yoktu ki? Yoğurtlu düğün çorbası, yaprak sarması, kemikli etten yahni, kavurmalı bulgur pilavı, tepside titreyen su böreği ve incecik açılmış bir sini baklava ile erik kurusu hoşafı. Üzerine çay ve Türk kahvesi ile bolca muhabbetten sonra istirahate çekildik.
Karaveran kilimi serili Kesecik kasabasının misafir odasına, iki somya bir yer yatağı açılmış, çiçekli çarşafların ucuna dantel gidilmiş, yorganlara yeşil saten yüz, yorgan ağızlarına da kanaviçe işli patiska geçirilmiş, köşede bir testi ve ağzında toprak bardak. Ilık bir zaman. Düşlere yazılacak ve hiç eskimeyecek bir an. “Göreneklerimizden razısı mısınız?” diyen yaşlı ev sahibesi ve “Başımız üzere.” diyen misafir. Geçmişte kalan ama geçmeyen sıcacık, insanca bir görenek. Dahası o sabah köy evinin ahşap merdiveninden odamıza çıkarılan kahvaltı sinisi. Misafirin sabah mahmurluğu düşünülerek hazırlanan sıcak sofrada kuş sütü eksik, tereyağlı yufka ekmek, bal, pekmez, küflü peynir… Kahvaltıdan sonra “Arzu ederseniz düğünden önce bahçeye geçelim.” diyen ev sahibinin zarafeti.
Yaşantılarındaki her şeyi misafirle paylaşma düsturunu ta ötelerden beri devam ettirebilmenin şanı ve yüceliği. İşte bir gelenek bir çocuğun aklında böylece kaldı ve zamanla kelime olup yazıldı. Konak alma geleneğimizden yola çıkarak toplumsal huzur adına göreneklerimizin iyileştirici ve kucaklayıcı gücüne hürmet ediyor ve “Misafir kısmeti ile gelir.” buyursun diyerek konak odamızı arkamızda bırakıyoruz…