KURTULUŞ REÇETESİ
Nereden geldik?
Neredeyiz?
Nereye gidiyoruz?
Geldiği yeri bilmeyen insan bulunduğu yerden hep şikâyetçi olur. Bu düstur yalnızca maddesel bir planın yansıması değildir. Kültür ve medeniyetimizin tarihsel gelişimine baktığımızda siyasi, ekonomik, askeri veya sosyolojik alanlarda da bu düsturun iz düşümlerini görmekteyiz.
Kültür ve medeniyetimizin ayak izlerini takip etmezsek ne geldiğimiz yeri biliriz ne de bulunduğumuz yerden bir adım ötesine hareket edebiliriz. Bu mesele yozlaşan kültürümüzün, unutturulmaya çalışılan medeniyetimizin üzerindeki tozu üflememize yardımcı olacaktır. Kültür ve medeniyet atlasının sayfaları arasında şifa bulmamıza vesile olacaktır.
Sezai Karakoç’un deyimiyle “Cihad sadece savaşta, cephede silahla çarpışmak gibi dar ve sınırlı anlayışa saplanmamalı. Kültür ve medeniyet savaşını da öncelikli kılmalı. Medeniyetimizin çağımızda bir tekniği, bir sanat ve estetik ifadesi, bir düşünce dinamiği, bir bilim ağı olmalı ki batı uygarlığıyla savaşabilelim ve benliğimizi koruyabilelim.”
Etrafımıza göz gezdirelim. Batının tekniği, batının sanatı, batının bilimi.
Hz. Âdem aleyhisselam ile başlayan İslam medeniyeti asırlar boyunca kendisini yaşatacak nesillerin mirası devralmasıyla günümüze kadar gelmiştir. Batı anlayışındakilerin bu mirasın aktarılmasına engel olamamasının sebebi birkaç yüzyıla kadar bilimde, sanatta ve teknikte geri kalmasından başka bir şey değildi. Her alanda doyuma ulaştığı yanılgısına kapılan medeniyetimizin mümessilleri ‘yerinde saymak ölmek demektir.’ şiarından bîhaber, göz yumarak toplum ruhumuzun ölümüne zemin hazırladı.
Trenimiz Raydan Çıktı
Batı treninde, batının istediği istikamette yol alıyoruz. Batılı gibi düşünüyor, batılı gibi konuşuyor, batılı gibi giyiniyoruz. Bu gidişata trenin içerisinde ters yöne hareket etmek engel olmaz. Zincirin bir halkası, çarkın bir dişlisi halindeyiz. Sistemin içerisinden sisteme başkaldıramayız.
Yapılması gereken hızla istikametine doğru hareket eden batının treninden atlama cesaretini gösterebilmektir. Bu atlayış kısa vadede zarar gibi algılanabilir. Çünkü küçük yaralanmalara sebebiyet verecektir. Ancak uzun vadede toplum ruhumuzun yeniden doğuşunun kilit taşı olacaktır.
Raydan çıkan medeniyet trenimizi yeniden istikametine yönlendirebilirsek yaralanmaların verdiği acı, güldeki dikenin sebep olduğu tatlı acıdan öteye gidemez.
Medeniyetimizin gül kokularıyla neşv-ü nema bulması için ellerini dikenlerin parçalamasına izin verebilecek yiğitlere ihtiyacımız var.
Kültürel yozlaşmaya medeniyet penceresinden bakamazsak hastalığa uygun bir tedavi yöntemi belirleyemeyiz. Yöntem belirleyemediğimiz illet, gün gelecek toplumda bulaşıcı bir hastalık gibi olacak ve benliğimizi hücre hücre işgal edecek. Görüntümüz odur ki yozlaşmayı toplumsal zeminde başlatan ruh avcıları planlarını fert bazında uygulayabilecek güç ve imkânı elde etmişlerdir.
Düşman televizyonla evimize, telefonla cebimize, sosyal medyayla özel hayatımıza kadar girmiştir. Buna engel olabilmenin yolu zıt bir yöntemle fert bazında bilinçlenmek ve yayılmacı bir politikayla toplumu hareketlendirmektir.
Biz düşmanı tanımazsak
Tanıya göre tedavi olmazsak
Müslümanım demek yerine
Müslümanca yaşamazsak eğer
Bu gidiş sana da değer
Bana da değer…