İsraf ve Savurganlık
Bugün israf ve aşırı tüketim, Müslümanlar arasında alabildiğine yaygınlaşmış ve hatta önemli problemlerden biri haline gelmiş bir hastalıktır. Bu hastalık aynı zamanda insanın ihtirasını artıran ve onun tuğyan derecesinde kabarmasına neden olan bir problemdir. Bu hastalık aynı zamanda ahlakî, sosyal, siyasî, askerî vb. pek çok problemlere de sebep olmaktadır.
Müslümanlar bugün yeme-içme, giyim-kuşam ve mesken konusunda büyük bir israf içerisindedirler ve an¬laşılmaz derecede müsriftirler.
Türlü türlü yiye¬cekleri, yeni yeni elbiseleri, ev eşyalarını çöpe atıyorlar. Şişmanlayıncaya kadar yiyor, sonra da bu şişmanlığı eritip aşırı kilolardan kurtulmak için doktorlara koşuyorlar. Hem şişmanlarken ve hem de zayıflarken bir servet harcıyorlar. İnsanların çoğu aşırı derecede yeme-içmeden doğan şeker, kalp ve benzeri hastalıklardan şikâyetçidirler. Hem de bütün bunlar: Yanı başımızda İdilib’de milyonlarca insan aç ve açıkta iken, Afrika ve Güneydoğu Asya gibi yerlerde milyonlarca Müslüman açlık ve susuzluktan kıvranırken, çeşitli hastalıklarla boğuşurken yapılıyor. Yine bu israf ve savurganlıklar, Hıristiyan misyonerleri tarafından bu Müslümanlara ekmek ve ilaçla beraber İncil verilmek suretiyle tuzaklar kurulurken yapılıyor.
Diğer taraftan milyonlarca lira harcanarak saray gibi evler yapılıyor. Ama içinde yaşayan yok. Misafir kabul etme yok. Akraba ziyareti yok. Karı-koca iki kişiye dört-beş odalı evler yetmiyor. Bizim küçüklüğümüzde yüklükte iki takım misafir yatağı bulunur, üç odalı evin bir odası misafir odası olarak adlandırıldı. Şimdilerde misafir yatağı da, misafir odası da unutuldu.
Ebu Said el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) minber üzerine otur¬muştu. Biz de etrafına dizilmiştik. Şöyle buyurdu: Sizin için korktuğum hususlardan birisi, Allah'ın size dünya nimet ve ziynetlerini bol bol vermesi, sizin de bun¬lara kapılmanızdır" (Terğîb, c. V, s. 144).
Nitekim öyle de oldu. Allah Teâlâ Müslümanlara dünyada bol bol nimetler verdi, onlar da kendilerinden öncekilerin yaptığı gibi o nimetlere doğru koştular. Yüce Allah'tan, dünya sevgisinin onlardan öncekileri helak ettiği gibi onları da helak etmemesini dileriz.
Tabiinden Ata el-Horasanî (r.h.) kâinatın efendisi Resûlullahın (s.a.v.) yaşadığı evi görmüş ve şöyle tarif etmiştir: “Resûlullahın (sallallâhu aleyhi ve sellem) hanımlarının kapılarında siyah kıl perde bulunan, hurma dallarından yapılmış odalarını gördüm. Velid b. Abdülmelik'in, bu odaların Mescid'e katılmasını emreden mektubu okunurken de onu kulaklarımla duydum. Halkın o günkü kadar ağladığını hiç hatırlamam."
Yine tabiin neslinden olan Saîd b. Müseyyeb o gün şöyle demiştir: “Keşke odaları olduğu gibi bıraksalardı da Medine'de daha sonra yaşayacak olanlar ve uzak diyarlardan gelen¬ler, Resûlullahın (sallallâhu aleyhi ve sellem) nasıl yaşadığını gör¬selerdi de, bu insanların dünyada övünmelerine, zenginlik¬lerine güvenerek böbürlenmelerine engel olsaydı."
Yine tabiinden olan, İmran b. Ebi Enes de şöyle demiştir: “Resûlullahın (sallallâhu aleyhi ve sellem) hanımlarının evle¬rinden kerpiçle yapılmış dört evi vardı ki bunların oda¬ları hurma dalları ile birbirinden ayrılmıştı. Beş tanesi de hurma dalları ile yapılarak çamurla sıvanmıştı. Bunların iç bölmeleri yoktu. Kapılarında kıl perdeler asılı idi (kapı yoktu). Kapıda asılı perde¬leri ölçtüm, boyu üç arşın (2 metre), eni bir arşından biraz fazla idi.”
O gün Ebû Ümame de şöyle demiştir: “Keşke. Resûlullahın (sallallâhu aleyhi ve sellem) hanımlarının evleri olduğu gibi bırakılıp, yıkılmasaydı da insanlar, bunları görüp lüks binalar yap¬maktan vazgeçselerdi. Dünya hazinelerinin anahtarları elinde bulunan Resûlüne, Yüce Allah’ın nasıl bir hayat sürmesini dilediğini görselerdi” (Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe).
Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) karnı büyük bir adam gör¬müş, parmağını onun karnına koyarak şöyle buyurdu: “Bu kadar yemeseydin senin için daha hayırlı olurdu."
Hz. Âişe (r.a.) şu olayı anlatmıştır:
“Resûlullah (s.a.v.), içinde sütle yapılmış bal şerbeti bulunan bir kap getirdiklerinde şöyle buyurdu:
Bir kapta iki içilecek şey ve iki katık. Hayır, ihtiyacım yok, istemiyorum. Haram olduğunu söylemiyorum; fakat yarın, kıyamet günü, Allah'ın bana gereğinden fazla dünya nimetinden hesap sormasını da istemiyorum. Allah rızası için alçak gönüllüyüm. Kim Allah rızası için alçak gönüllü olursa, Allah onu yükseltir. Kim de kibirlenirse, Allah onu alçaltır.
Kim iktisatlı hareket ederse Allah onu zengin¬leştirir, kim ölümü çok hatırlarsa Allah onu sever” (Terğîb ve Terhib, 5,158).
Abdullah İbn-i Abbas (r.a.) anlatıyor: “Hz. Ömer (r.a.), Resûlullahın (s.a.v.) yanına girdi. Resûlullah (s.a.v.), bir hasır üzerinde uzanmış yatıyordu. Hasır, Resûlullahın (s.a.v.) vücudunda iz bırakmıştı. Bunu görünce Hz. Ömer (r.a.): ‘Yâ Resûlullah! Daha yumuşak bir yatak yaptırsaydın’ dediğinde, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Dünyadan bana ne? Ben bu dünyada, bir yaz günü yola çıkıp da bir ağaç gölgesinde bir müddet istirahat edip, sonra çekip giden bir yolcu gibiyim” (Terğîb ve Terhib, 5,158).
Resûlullahın (s.a.v.) dünyaya karşı tutumu işte böyle idi. Biz de, onu örnek almak ve ona uymakla emrolunduk. O halde, emrolunduğumuz şeyi niçin yerine getirmiyoruz? Şöyle bir iddiada bulunanlar olabilir: “Resûlullahın (s.a.v.) yaşadığı dönem fakirliğin hüküm sürdüğü bir asırdı. İnsanların bol bol yiyecek ve giyecekleri yoktu. Bütün insanlar fakru zaruret içinde idiler. Bugün ise bolluk vardır.” Bu iddia asla doğru değildir. Zira Resûlullah (s.a.v.) zaman zaman çok büyük miktarda mala sahip olmuş, fakat Huneyn Savaşı’nda kendi payına düşen binlerce deveyi tek bir kerede dağıttığı gibi hep dağıtmıştır. Yani kıt kanaat geçinmesi Allah Resulü için bir mecburiyet değil, bir tercih idi. Biz bugün kapısında kıldan bir kilim asılı olan bir evde oturamayız ama saray yavrusu bir evde oturmak mecburiyetin de değiliz. Kendimize gelelim de şeytanların dostları olamayalım. Zira: “Saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar” (İsra, 27).