* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Modern Çağ Hastalığı Bireyselleşme Bencillik Ve Çaresi İslam Kardeşliği  (Okunma sayısı 91 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 2153


Modern Çağ Hastalığı Bireyselleşme Bencillik Ve Çaresi İslam Kardeşliği

Latince bir atasözü var "homo homini lupus" diyorlar; yani "insan insanın kurdudur". Bizim medeniyetimiz ise bize bunun tam tersini söylüyor; insan insanın kurdu değil, insan insanın yurdudur. Bir diğerkâmlık felsefesi var bizim genetik kodlarımızda. Prof. Dr. Kemal Sayar* Başkasını tanımak, bir açlığı tanımaktır. Başkasını tanımak, vermektir.

Emmanuel Levinas**

Batı düşüncesi ve yaşam biçiminin şekillendirdiği Modern zamanlar yahut "zamanın ruhu" denilen olgu insanı yalnızlaştırıyor, yalnızlığa mahkûm ediyor. Batı medeniyetinin ezici üstünlüğü ve Emperyal hakimiyeti, günümüzde insanlığı kendi yaşam tarzını yaşamaya icbar ediyor: yalnızlaşma, bireyselleşme, bencillik! Defalarca gittiğim Avrupa'da hanelere, bireylere, hatta şehirlere kadar sinmiş olan yıpratıcı, değersizleştirici ve bitirici yalnızlık duygusunu naçizane bizzat müşahede etme imkânı bulmuştum. Mesele sadece yalnızlaşmak değil, insanın pragmatizmini (menfaat) merkeze koyan, insanın egosunu (ben) yücelten bu gayrı insani yaşam şekli, yine Batı'nın kültür ve değerlerine uygun bir şekilde menfaatperestliğe, bencilliğe dayalı anlamsız bir bireyselleşmeye sürüklüyor insanları. Haliyle Batı'nın modern/seküler toplum yapısında; insanlar arasında güven, yardımlaşma, dayanışma, hele de özveri, fedakârlık gibi kavramların yeri yoktur! Düşeni kaldırmak, garibin elinden tutmak, fakiri doyurmak, hastayı gözetmek, yabancıya yardım etmek/ilgi göstermek onların gündeminde olmayan değerlerdir. Köklerini kadim Batı kültüründen alan muazzam bir egoizmin beslediği çarpık dünya görüşü ile; bireysel özgülüğü yücelterek "tek kişilik yaşayıp tek başına ölmeyi" toplumsal gelişme olarak kabul ediyorlar. Şehirleri maddi ve manevi yönden yalnızlığa terkedilmiş insanlarla dolu; ihtiyarlık ve hastalık durumunda kızı anasını umursamıyor, oğul babasını! Yollarda ya da hastanelerde sakat arabasında eşini zorla taşıyan seksen, doksan yaşında insanlar görürsünüz de içiniz acır! Hastaneleri ve Bakım Evleri yalnızlığa mahkûm edilmiş yaşlılar hapishanesi gibi!..

Ancak aslı ne olursa olsun, sömürü, çıkarcılık, yalan ve gösteriş (show) üzerine kurulu Batılı yaşam şekli, sınırlarını aşarak 2.Dünya Savaşı’ndan sonra bütün dünyayı esir almış durumdadır. Ülkemiz de bu durumdan olumsuz manada maalesef payını almıştır.

Kemalist sistem yüz yıldır ülkemiz insanına, çağdaşlık/uygarlık adına Batı medeniyetini üstün bir hedef olarak sunmuştur. Sistem bizzat resmi-örgün eğitim ve diğer devlet imkânlarını kullanarak insanımızı -Batı medeniyeti lehine- mankurtlaştırmıştır. O kadar ki; değer, gelişme, ilerleme, bilim, teknik vs. deyince, adeta büyülenmişçesine Batı'dan başkasını düşünemez hale geldik. Her alanda yaptıklarımız Batı'nın kötü bir taklidi olmaktan öteye geçmiyor! İnsanımız, bir Avrupalı gibi sadece paranın, çıkarın, konformizmin ve hedonizmin peşinde. Kendi inanç, kültür ve medeniyet ikliminden yola çıkarak, tarihte olduğu gibi daha ulvi hedefler peşinde koşması gereken insanımız; Kemalizm’in resmi çabalarıyla Müslümanların şahsiyetine ve ruhuna uygun olmayan pozitivist, seküler, sapkın Batıcı hayat tarzını benimsemiş durumda. Bu ifrat ve sapkın seküler hayat tarzının, yegâne çözümünün, tek devasının İslam olduğunu bilerek hareket etmek yerine, Müslümanlar da ne yazık ki her alanda bu çarpık gidişe kendilerini kaptırmış bulunmaktadır. Şehirlerimize, sosyal hayatımıza şöyle dikkatli bir gözle bakmak bu savrulmanın boyutlarını önümüze serecektir. 

Ne Batı kültürüne, ne kendi kültürümüze benzeyen güya "modern" şehirlerimiz her yıl artan nüfusuna rağmen insanı yalnızlığa iten, tüketen bir “sosyal yapıya” sahip. Küçük şehirlerimizde bile inşa edilen gökdelen, plaza, site, rezidans tabir edilen çok katlı, devasa ölçekli çirkin ve insan fıtratına aykırı binalar insanımızı yalnızlığa mahkûm edecek imkânlara fazlasıyla sahip.

Batının kötü bir kopyası olan modern şehirleşme ve sosyal yaşam her şeyiyle insanımıza başlı başına bireyselleşmeyi, yalnızlığı, bencilliği telkin ediyor. Topluma doğrudan tesir eden seküler/laik/batıcı bütün resmi ve sivil enstrümanlar; eğitim, öğretim, sivil toplum kuruluşları ve medyayı kullanarak ülkemiz insanını pragmatist bir yaşam biçimine icbar ediyor. Seküler (din dışı) öğretiler ve tercihler yoluyla "bireysel" yaşam "özgürlük" adı altında pazarlanıyor. Bizim gibi aile yapısı güçlü ve muhafazakar bir ülkede bile bekâr erkekler ve hanımlar aile ortamından koparak yalnız yaşamayı tercih ediyor. Dindar aileler arasında bile “ayrı eve” çıkma oranı hızla artıyor.

Teknolojik imkânlar da bu durumu en doğru yaşam biçimiymişçesine güçlendiriyor. Çocuklar ve ev hanımları dahil herkesin elinde cep telefonu, tablet, bilgisayar... Toplum adeta teknolojinin mahkumu, kölesi olmuş durumda. Aynı salonda yan yana oturan bir ailenin ellerindeki telefon/tablet/bilgisayarlardan dolayı birbirinden haberi yok: muhabbet yok, halleşmek yok, şakalaşmak yok, güncel bilgileri paylaşmak yok...

Çünkü bunların hepsini ve daha fazlasını dışarıyla/başkalarıyla elindeki aleti kullanarak yapabiliyor. Bu tür bir yaşam tarzının gereksizliği bir yana, aile içinde ve aynı salonda muazzam bir bireyselleşme ve yalnızlaşma yaşanırken, felaketin hiç kimse farkında değil!..

Ancak, ülkemizin çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen, inanç ve amel noktasında korkunç bir savrulma söz konusudur. İnsanımız Din ile bağını hızla koparmaktadır. Hem dini inancına hem kadim kültürüne aykırı bir şekilde, bireysel bir yaşam tarzını benimseyerek egosunu yüceltmekte, hızla bencilleşmekte ve yalnızlaşmaktadır. Ailesinin kendileri için yaptığı fedakarlıkları görmezden gelen genç nesil, kendi heveslerini yücelterek, özgür yaşam adı altında konformizme ve hedonizme (hazcılık) hızla yelken açmakta ve sayıları da hızla artmaktadır.

Kim ne derse desin, aile kurumunu, kardeşliği, cemaatleşmeyi (sosyalleşmeyi), başkasının derdiyle dertlenmeyi, iyilik yapmayı (ihsan), vermeyi (zekat/infak), yardımlaşmayı (maun), hatta başkasının ihtiyacını kendi ihtiyacının önüne geçirmeyi (isar) emreden tek din İslam'dır. Ne zaman ve nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun Müslümanlar bu emirlerle bir fariza olarak muhatap ve icrasıyla yükümlüdürler.

Bu korkunç savruluşun çözümü de ilacı da yalnızca İslam'dadır. Günümüzde milli kültürler bitmiştir, dinler ve ideolojiler bitmiştir, Batının kadim inançları ve insani gelenekleri bitmiştir! Hiçbirinin modern dünyaya ve modern dünyanın anlamsız inançlarına, aşkın günahlarına, akla gelmez sapkınlıklarına karşı bir sözü, bir çözümü yoktur! Ve olamaz da! Hepsi çaresizlik içinde kafasını kuma gömerek, antik Yunan ve Roma'nın geçmişte yaptığı gibi -ellerinden bir şey gelmediği için- modern günahları ve sapıklıkları ilahlaştırma peşinde. Bugün bütün dünyada her türlü cinsel sapkınlığı içeren LGBT+ iğrençliğine karşı muazzam bir kabul ve hoşgörünün olması, hatta hükümetlerin bu sapkınlıklara "uluslararası anlaşmaları" bahane ederek onay vermesi, önünü açması bunun açık bir örneğidir. Bu durum bütün dünya için, insanlığın geleceği için büyük bir tehdit ve çok büyük bir tehlikedir. Gittikçe yalnızlaşan, bireysel hayatı tercih eden savunmasız insanları bekleyen tuzak budur!

Batının tesiriyle hızla esiri olduğumuz bireysel yaşam/bireyselleşme/yalnızlaşma karşısında -sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık için yegâne çözüm İslam’dadır:

a) Bu illetin önünü almanın, Müslümanları ve tüm insanlığı kurtarmanın en büyük imkânı "İslam kardeşliği"nde yatar. Yüce İslam dini, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir "kardeşlik hukuku" tesis etmiştir. Bu hem Allah'ın hem Resulü'nün emridir. Ayrıca Hz. Peygamber, en kanlı soy/kabile çatışmalarını/kan davalarını “hepsi ayağımın altındadır” deyip ortadan kaldırarak, bunlar arasında "kardeşlik hukukunu" bizzat tesis ederek bütün insanlığa inanılması zor bir örneklik bırakmıştır. İslam’da “kardeşlik” soy/akrabalık bağına bağlanmaksızın, en üst seviyede ele alınarak insan ailesine mensup olmanın getirdiği bir gerçeklik olarak değerlendirilmiştir. Peygamberimiz Veda Hutbesinde, “Hepiniz Adem’densiniz, Adem ise topraktandır…” buyurarak insanların kardeş olduğunu ilan etmiştir. “Kardeşlik her şeyden önce bir retorik/söylem ve edebi kurgu değil, bir hukuk ve ahlaktır. İşte Ensar ve Muhacirler böyle bir kardeşliği yaşayarak ortaya koymuşlardır. Hicretten öce kavmiyetçilik, asabiyet ve menfaatçilik üzerinden ittifaklar kurmaya alışmış Medine, hicretten sonra soy, renk ve coğrafya farklarını öne çıkarmayan yeni bir toplum ruhuyla şekillenmiş ve bunlardan daha üstün olan İslam kardeşliği tesis edilmiştir.” (Hz. Peygamber ve Kardeşlik Hukuku, DİB Yay, s.9)

"Muhakkak ki bütün mü'minler kardeştir. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete erişesiniz." (Hucurat, 10)

"Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın, ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı da O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz." (Al-i İmran, 103)

"Sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları ıslah etmek (yararlı kılmak) hayırlıdır. Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir." (Bakara, 220)

"Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekatı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir." (Tevbe, 11)

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)

“Birbirinize buğzetmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir Müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz. (Buhârî, Edeb, 57, 58)

b) Evlilik ve Ailenin varlığı: "Bireysel yaşam" ve "özgürlük" gibi içi boş kavramlarla yetişen gençlik artık evlenmeyi, aile kurmayı gereksiz bulmakta. Erkeklerde de, kadınlarda da evlilik yaşı 30'u aşmış durumda. Cinsel ihtiyacını gayrı meşru ilişkiyle, sosyal ihtiyacını sürekli değişen arkadaş çevresiyle tatmin eden kesim bir yana, artık dindar kesim arasında bile evlenme yaşı artarken aile kurumu da sorgulanır oldu. Oysa rüşt yaşında evlenmek fıtrat gereğidir ve bir vücubiyettir; meşruiyet dairesinde aile kurumunu oluşturmanın tek yolu da budur. Zira Allah bütün insanlığın mayasına bunu koymuştur ve bizden de bunu istemektedir:

"Andolsun ki, senden önce Resûller yolladık ve onlara eşler ve evlatlar verdik..." (Ra'd, 38)

"De ki: “Ben, akrabalık bağından (kaynaklı) sevgi dışında sizden bir ücret istemiyorum/tek isteğim akrabalık bağını gözetmenizdir." (Şura, 23)

"Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın."Kullarımdan şükredenler azdır." (Sebe, 13)

"Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti..." (Al-i İmran, 33)

Allah Teala kafirler için bile sahip oldukları aile kurumundan bahsetmektedir:

"Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü'min bir adam dedi ki: "Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz?" (Mümin, 28)

Hadislerde buyurulur ki;

"Ey gençler topluluğu! Evlenme imkânı olanınız evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan çevirmek ve iffeti korumak için en iyi yoldur. Evlenme imkânı bulamayan da oruç tutsun. Çünkü orucun, o kimse için şehveti kesici özelliği vardır." (Buhârî, Nikâh, 3)

“Birbirini seven (çiftlerin birleşmesi) için nikâh(tan daha iyi bir çözüm) yoktur.” (İbn Mâce, Nikâh, 1)

“Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Utanma (haya) duygusu, güzel koku sürmek, misvak kullanmak ve evlenmek.” (Tirmizi, Nikah, 1)

"Kadınlar, erkeklerle birlikte bir bütünü tamamlayan diğer yarıdır." (Ebû Dâvûd, Tahâret, 94)

c) Kibir ve bencillikten uzak durmak: Günümüz yaşam tarzının insanımıza/insanlığa sanki normalmiş gibi öğrettiği, oysa ne insanlar arasında, ne de Allah nezdinde hiçbir değeri olmayan, hatta Allah’ın cezalandıracağını vaad ettiği günümüzde kaçınılması güç bir zaaftan bahsediyoruz. İnsanları her hangi bir bahane ile küçük görmek, sosyal statüsünü büyüklenme sebebi saymak, Allah’ın mülkünde yine onun bahşettiği nimetlerle övünmek, malını kıskanmak, başa kakmak, dünyanın bütün nimetlerini kendine ait (hasredilmiş) sanmak vs… Oysa Allah, servetinden, makamından yahut insanlar arasındaki sosyal statüsünden dolayı “ben kazandım, ben yaptım, ben ettim, bu benim zekam/aklım/emeğim sayesindedir” denilmesini asla hoş karşılamaz. Bu ifadeler uzak durulması gereken bir şirktir! Elbette hiç kimse Allah’a bir zarar veremez, ancak bunun hikmeti; Allah’ın bahşetmesi sebebiyle gerçekte sahibi olmadığı, elde etmeye ve elde tutmaya kudreti yetmediği serveti, makamı ve mevkisiyle bencilliğin zirvesine tırmanarak (tuğyan) toplumda fitne çıkarması, insanları fesada uğratmasından dolayıdır.

“Onlara, misal olarak şu iki adamı anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekin bitirmiştik… Bağların ikisi de yemişlerini verip hiçbir ürünü eksik bırakmamışlardı. İki bağın arasından bir de ırmak akıtmıştık. Böylece adamın bol ürünü oluyordu. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Benim malım seninkinden daha çok; insan sayısı olarak da daha güçlüyüm. Böyle bir böbürlenme içinde kendine kötülük ederek bağına girdi ve şöyle dedi: “Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbimin huzuruna götürülürsem bile, hiç şüphem yok ki, orada bunun yerine daha iyisini bulurum. Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona hitaben, “Yoksa sen” dedi, “Seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’a inanmıyor musun? Halbuki O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam. Keşke bağına girdiğinde, ‘Mâşallah! Güç yalnız Allah’ındır’ deseydin! Eğer malca ve evlâtça beni kendinden güçsüz görüyorsan, ben de Rabbimin, senin bağından daha iyisini bana vereceğini umuyorum. Allah senin bağına gökten âfetler gönderir de bağın boş ve kaygan bir zemin haline gelebilir. Yahut bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu aramaya bile gücün yetmez. Çok geçmeden adamın ürünleri (felâketlerle) kuşatıldı. Sahibi, çardakları yere çökmüş haldeki bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü çırpınmaya başladı. “Ah” diyordu, “Keşke ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmamış olsaydım! Ona Allah’tan başka yardım edecek yandaşları da yoktu; kendisi de (bu felâkete) engel olamadı. İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı en iyi olan O, en güzel âkıbeti veren yine O’dur.” (Kehf, 32-44)

"Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı." (Araf, 48)

"Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: "Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız." (Araf, 76)

"Şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez." (Nahl, 23)

"Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri sarsabilirsin, ne de boyca dağlara erişebilirsin." (İsra, 37)

"Allah’a kulluk edin ve hiçbir şeyi ona ortak koşmayın. Anne babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi asla sevmez." (Nisâ, 36)

"Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr, 9)

"Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Teğabun, 16)

d) Cemaatleşmek/Birlik olmak: Allah Teala insanoğlunun fıtratına yalnızlığı, bireysel yaşamı değil, bilakis birlikte yaşamı yerleştirmiştir. Bunun esasını da aile kurumunu oluşturmaya bağlamış ve insanoğluna nikahı farz kılmıştır. Dolayısıyla insanlar meşru şekilde çoğalmaya (aile) ve birlikte yaşamaya (cemaat), birlikte yaşayabilecekleri köyler, şehirler kurmaya mecburdurlar. Kısacası bireysel yaşam insan fıtratına ve gerçekliğine aykırıdır! Bireysel yaşamın bir toplumda çoğalması demek, bir kaos ortamının oluşması ve toplumun giderek kendini ayakta tutan temel dinamiklerden yoksun kalarak yok olması demektir. Kur’an’da hem toplum oluşturmaya , hem de ayakta tutmaya dikkat çeken ayetler vardır:

“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 13)

"Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun." (Bakara, 143)

"Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz." (Al-i İmran, 110)

"Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir topluluk vardır." (Araf, 181)

Topluluklar halinde yaşamak, inancı, yaşam biçimi ne olursa olsun insanın doğasında vardır.

Kafirler bile topluluk halinde yaşıyor olmalarını inanç ve gelenekleri açısından sapkınlıklarına "delil olarak" gösterirler:

"Hayır; dediler ki: "Gerçekten atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidayete) yönelmiş (kimse)leriz." (Zuhruf, 22)

"Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (topluluk) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine uymuş kimseleriz." (Zuhruf, 23)

"Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." (Enfal, 46)

"Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever." (Saff, 4)

e) Yardımlaşmak, ihtiyaç sahibinin hukukunu gözetmek: Batı (inanç ve düşüncesinde teoride olsa da) toplumunda/yaşam tarzında olmayan, İslam’ın ise temel farizalarından biri olan yardımlaşma emri toplumu ayakta tutan, insanları birbirine ısındıran, güvendiren temel şiarlarımızdandır. Ve başka din ve ideolojilerde de isar’a varan gönül enginliği ile karşılığı ve benzeri yoktur:

"Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak infak ettiklerinizi; ebeveyne, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışa (verin). Hayır olarak ne yaparsanız, şüphesiz ki Allah onu bilir.” (Bakara, 215)

“Sana neyi infak edeceklerini (hayra vereceklerini) soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını. Allah sizin için âyetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz.” (Bakara, 219)

"İnsanı sudan yaratan ve ona nesep/soy ve sıhriyet/nikâh yolu ile (akrabalık bağları) veren O’dur. Senin Rabbin her şeye güç yetirendir." (Furkân, 54)

f) Fedakârlık/Özveri: İsar (Türkçe’de diğerkâmlık ve özgecilik) kavramında anlamını bulan fedakarlık/özveri, Müslümanların hayır ve iyilikte yarışmalarının nereye kadar varabileceğine ve aşkın niteliğine işaret eder.

İsar, bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması demektir. Cürcânî îsârı, “kişinin başkasının yarar ve çıkarını kendi çıkarına tercih etmesi veya bir zarardan öncelikle onu koruması” şeklinde tarif ederek bu anlayışın din kardeşliğinin en ileri derecesi olduğunu belirtir.

İsar, gerektiğinde kardeşi için sadece malını değil, canını vermeyi de içerir. Îsârın terim anlamına esas olarak gösterilen Haşr 9.âyette, bütün mal varlıklarını Mekke’de bırakarak Medine’ye göç etmek zorunda kalan Hz. Peygamber’i ve diğer muhacirleri şefkatle kucaklayıp mal varlıklarını onlarla paylaşmaktan çekinmeyen Medineli Müslümanlar (Ensar) övgüyle anılmakta, âyette onların şahsında Müslüman toplumun bazı temel mânevî ve ahlâkî özelliklerine temas edilmektedir. (İslam Ansiklopedisi, İsar Md.)

"Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler." (Haşr, 9)

"Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)

Ben merkezci ve çıkarcı yaşam tarzından dolayı, felakete sürüklendiklerini gören Batılı aydınlar arasında fedakarlık ve isar gibi kavramlara vurgu yapılsa da, hakikatte toplumsal yapılarında görülmeyen eylemlerdir. David Hume, Jeremy Bentham, John Stuart Mill, Henri Spencer, William James gibi faydacı filozoflar insanın aslî tabiatında bencil duyguların hâkim olduğunu, toplumsal gelişim sağlandıkça bu duyguların karmaşık bir yapı değişikliği süreci sonunda altrüist (isar) duygulara dönüştüğünü ileri sürerken, Auguste Comte, tam aksine insanın fıtratında altrüist duyguların esas olduğunu ileri sürmüştür. (İslam Ansiklopedisi, İsar Md.)

Bu düşüncelerin, elbette Batı toplumlarını isar anlamında fedakarlığa yöneltmediği, tersine Batı’nın muazzam bencilliğinin hem Avrupa’yı hem de dünyayı kan gölüne çevirdiğini biliyoruz. Ancak, çağdaş Fransız filozofu Levinas, sömürü ve şiddete kilitlenerek gelip tıkandığı noktada Batı yaşam tarzına ve düşüncesine alışkın olmayan bir eleştiri getirmiştir. Kendine özgü “etik/öteki” felsefesiyle “varoluşa” yeni bir anlam kazandırmayı denedi. İnsanın “kendini gerçekleştirmesini”, muhatabı olan “öteki” ile olumlu (verici) bir ilişki geliştirmesine bağladı. O kadar ki, Batı medeniyetinin yıkıcılığına ne kadar etki eder, ne kadar değiştirebilir bilinmez, ancak bazı tanımları bizde ki isar kavramını hatırlatırcasına çarpıcıdır:

“Mesela “başkasını kendine tercih etme” anlamındaki “îsar” kavramı Levinasçı düzlemde rahatlıkla anlaşılabilecek, yerini bulabilecek bir kavramdır. Etik, çıkar-gözetmez bir diğerkâmlığı, bencillikten çıkmayı ve başkasına karşı sorumluluğu gerektirir. İkinci olarak “infak” kavramı, yani sende olanı başkasına verme kavramı da Levinas’ta onca vurgulanan verme/bağışlama (donner) kavramıyla bir arada düşünülebilir. Bütün bunlar Levinas felsefesinin temel kavramlarıdır ve hiç de soyut ya da düşünümsel bir ilişkiyi ifade etmeyen etik bu surette somutlaşır.

Hucvirî’nin Keşfu’l-Mahcûb’unda geçen bir hikâyeyi aktarmama müsaade edin:

Bir keresinde İbn Ömer hastalanır ve canı balık yemek ister. Şehrin her tarafında balık aradıkları halde bulamazlar. Birkaç gün sonra yakınlarından biri arama tarama sonucunda bulur balığı ve kızartmaları için emir verir. Bir tabak içinde balığı İbn Ömer’e takdim ederler. Hastalık halinde olmasına rağmen, balığın getirilmesi sebebiyle yüzünde sevinme alametleri belirir. Tam o sırada bir dilenci gelir ve kapıya dayanır. İbn Ömer “Balığı ona veriniz”, der. Kölesi, “Efendim, der, şu kadar gündür balık istiyorsun, şimdi niçin bunu başkasına veriyorsun? Bunun yerine dilenciye başka şey vermemiz mümkün”, der. İbn Ömer der ki, “Oğlum, bunu yemek benim için haram olmuştur. Zira Resûlullah’tan duymuş olduğum bir hadis sebebiyle balık yeme arzusunu kalbimden çıkarmış bulunuyorum”. Söz konusu hadis şudur: “Bir kimse bir şey arzu eder de, arzu ettiği şeyi elde ederse, arzusunu geri çevirsin, elini çeksin, başkasını o hususta kendine tercih etsin. Böyle yaparsa, hiç şüphe yok ki, Allah onu affeder.” (Özkan Gözel, Öznenin Hakikat Kaygısı, Ketebe Yay, s. 236-237)

Batılı filozoflar bile kendi medeniyetlerinin girdiği sömürü, kapitalizm, şiddet sarmalından oluşan açmazı görerek, sosyal kardeşlik, özveri, fedakarlık üzerinden bir çözüm yolu bulmaysa çabalarken, bizlerin kardeşlik hukuku başta olmak üzere erdemlerimizi yitirmemiz anlaşılır bir durum değildir! Üstelik Batılı yaşam tarzına özenerek bunu yapmamız affedilmez bir hatadır!

Günümüzde Müslümanlar hem kendilerinden kaynaklanan sorunlarla, hem de kendilerine ait olmayan ısmarlama bir hayatı yaşadıkları için yapay sorunlarla karşı karşıya. Bencillik duygusu, bireysel özgürlük arzusu, çıkarcılık önü alınamaz biçimde narsizme dönüşürken, altta kalanın canı çıksın dercesine zayıfı ezen sosyal darvinizme de kapı aralamaktadır. Oysa böyle bir yaşam tarzını ne inancımız, ne kadim kültürümüz, ne de üzerinde yaşadığımız coğrafya kaldırabilir! Bu topraklara ait olmayan bir egoyu, bir narsizmi beslemenin bir anlamı olmadığı gibi bu ülkeye de, ümmete de bir faydası da yoktur.

“Böyle bir dünyada ötekinin iniltisini, acısını hissetmenin, ötekinin ızdırabıyla dertlenmenin ne kadar önemli olduğu ortada. Eğer bizler başkasının ızdırabıyla, başkasının iniltisiyle hemdert olabiliyorsak, onunla ahlaklanabiliyorsak, kâmil manada insanlık yolunda yürüyoruz demektir. Ötekine kardeş olabiliyorsak, ötekini ancak gerçek manada kardeşin bilebileceği ve hissedeceği bir durulukta sevebiliyorsak, insanlığımızın gereğini yerine getiriyoruz demektir. Sadece kendi nefsi için, kendi egosu için, kendi refahı için yaşayan insanın insanlığından bir şeyler eksiktir. Kardeşlik hukuku bizi insan olmanın paydasında eşitler ve dünyanın macerasında nerede durursak duralım, dünyevi rütbelerimizden, makam ve servetlerimizden bağımsız olarak bizi sevinç ve ıstırapta bir kılar.” (A.g.e, s.42)

Görüldüğü gibi, bireyselleşme/bencillik/çıkarcılık/yalnızlaşma İslam inancına ve Müslümanların mizacına kökten aykırıdır. İslam toplumunun bünyesinde ve Müslümanların mayasında yer bulması imkânsızdır.

Dolayısıyla günümüzde bu çağdaş hastalıkların ilacı da, çözümü de İslam'dadır. Lakin, bunun bilincine önce günümüzde darmadağın olan, “kardeşlik bilincini” yitirerek savrulan Müslümanların varması elzemdir! Aralarındaki onca fesat ve ayrışma ile zaten savrulmuşken bir de bu bireyselleşme rüzgârına kendilerini kaptırmak yerine, inançlarının idrakine vararak nasıl bir uçuruma sürüklendiklerini anlamalı ve insanlığı kapıp götüren/götürecek olan bu selin önünde durmalıdır!..

“14 asır önce birbirlerine düşmanlıklarıyla ün salmış Evs ve Hazrec kabilelerini, Ensar ile Muhacirleri birbirine kardeş kılan İslam’ın yüce değerleri, bugün de eğer bu değerler doğrultusunda ilişkiler ağı yeniden inşa edilebilirse aynı şekilde bütün Müslümanları hatta tüm insanlığı birbirine kardeş kılmaya yetecektir.” (A.g.e, s.11)

Zira Müslümanlar arasında kardeşliğin tesisi ve kalplerinin birbirine ısındırılması Allah’ın Müslümanlara vaadidir!

-----------------------------------------------------------------------------

* Prof. Dr. Kemal Sayar, “İnsan İnsanın Yurdudur”, Hz. Peygamber ve Kardeşlik Hukuku, DİB Yay., s.41.

** E. Levinas, Totalité et Infini, Kluwer Academic, (Terc. Özkan Gözel), Paris, 1961, s.73.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]