YARINA NE HAZIRLADINIZ?
AKRABALARIMA AÇIK BİR MEKTUBUMDUR
Ey akrabalarım! Ey amca, dayı, ağabey, abla, teyze, hala, enişte, yeğen ve tüm akrabalarım! Allah’ın selamı ve rahmeti tüm Müslümanların üzerine olsun.
Yazılan tüm bu kelime ve cümleler sizin dünya ve ahiret hayrınızı isteyen kardeşinizin size nasihatleridir. Yani bunların tümü sizi seven, iyiliğinizi isteyen, değer veren ve sizden duadan başka hiçbir şey beklemeyen kardeşinizin halis öğütleridir.
NE İSTİYORUM…?
Ey akrabalarım ve ey büyüklerim! Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) buyuruyor ki: “Sizden hiç biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz.” (Buhari ve Müslim)
Peki, insan kendisi için ne ister? Sadece mal, mülk, makam ve mevki mi? Yoksa hem dünyanın hem de ahiretin güzelliğini mi? Elbette akıllı ve insaflı her insan hem dünyanın hem de ahiretin güzelliğini ister. Allah’ın kendisinden razı olmasını ister.
Sırattan geçmeyi ister. Cennete girmeyi ister.
Peygamberlere, Salihlere, sıddıklara ve şehitlere komşu olmayı ister. Peki, tüm bu güzel şeyleri sadece kendisi için isteyen insan bencil değil midir? Elbette ki bencildir.
İşte ben sizin kardeşiniz olarak kendim için istediğimi sizin için de istiyor ve bu satırları kaleme alıyorum. Elbette ki bu satırların miktarı az ama değeri çoktur. Ayrıca düşünen ve aklını kullanabilen herkes için yeterli ibretler ve öğütlerle doludur. Allah hepimize halis niyet ve salih amel nasip etsin.
Hiç insan kendisi cennete, akrabaları cehenneme gitsin ister mi? Kendi mizanı ağır, akrabalarının mizanı hafif olsun ister mi? Kendi günahları affedilirken ana-babası ve akrabaları cezalandırılsın ister mi? Elbette hiçbir akıllı insan bunu istemez.
Bunun için ben isterim ki Allah hem benim hem de sizin günahlarınızı bağışlasın. Hem beni hem de sizi cennete koysun. Hem benden hem de sizden razı olsun. İşte bunun için bu kısa mektubu yazıyorum.
NİÇİN YARATILDIK?
Ey büyüklerim ve ey kardeşlerim! Biraz durun. Şu sonu gelmez işlerinize biraz ara verin ve düşünün. Acaba biz dünyaya niye geldik? Bizi buraya kim gönderdi? Gönderen bu zat bizden ne istiyor? Bundan sonra nereye gideceğiz?
Buraya sadece yemek, içmek ve ihtiyaçlarımızı gidermek için mi geldik? Eğer böyle ise bizim hayvanlardan ne farkımız kalır? Çünkü onlar da yiyor, içiyor ve ihtiyaçlarını gideriyor. Bizimle onlar arasında sizce de bir fark olmalı değil mi?
Peki, acaba sadece mal mülk biriktirmek için mi dünyaya geldik? Ama durun bir dakika! Sizden önce o kadar mal biriktiren, paraları kasalara dolduran dedelerimiz bütün o malı ve mülkü terk edip gitmediler mi? Hatta ve hatta bütün dünyaya malik ve sahip olan Sultan Süleyman (aleyhisselam) ve benzeri nice insanlar bu dünyayı terk edip gitmedi mi? Şair ne de güzel söylemiş:
Dünyasına dünyasına
Aldanma dünyasına
Dünya benim diyenin
Dün gittik dün yasına
Şu evrende tam 400 000 çeşit canlı var ve en üstünü insandır. Yani en şereflisi, en değerlisi ve en kıymetlisi insandır. Peki, hiç düşündünüz mü? Allah bize bu kadar şerefi niye verdi? Bu kadar canlıdan niye üstün tuttu ve bizi onlara efendi kıldı?
Ey insanlar! Şimdi yukarıda sorduğumuz bütün bu sorulara bakın Allah-u Teâlâ nasıl cevap veriyor. Bizi yaratan, dünyaya gönderen, bizi en şerefli varlık yapan Allah bakın ne buyuruyor:
“ Ben insanları ve cinleri yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariat:56) Yani Allah-u Teâlâ bizi kendisini tanıyalım, ona ibadet edelim, ona kullukta bulunalım, hiçbir şeyi ona ortak koşmayalım, onu her şeyimizden çok sevelim diye yaratmıştır. Zaten bu kadar şerefli ve kıymetli olan insana da bundan başkası yaraşmazdı.
Şunu da kesinlikle bilmeliyiz ki ibadet sadece namaz, oruç, hac ve zekâttan ibaret değildir. Aksine ibadet beşikten mezara bütün hayatımızı içine alan büyük bir mefhum ve muazzam bir olgudur. Yani hayatı A’dan Z’ye ihata eden ve hiçbir gediğe mahal vermeyen bir olgu.
Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: “De ki: Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbi olan Allah içindir.”(Enam:162) Peki bu ne anlama gelir? Yani ben Allah için namaz kılar ve bütün ibadetlerimi onun için yaparım. Onun için yaşar, ticaret yapar, çalışır, kazanır, evlenir, ev alır, çocuk sahibi olur, iş sahibi olur, yerim ve içerim. Nihayet onun için ölürüm. Onun istediği gibi yani. Söyler misiniz Allah’ın istediği gibi yaşamayan biri onun istediği gibi nasıl ölsün?
Bakın başka bir yerde Allah-u Teâlâ ne buyuruyor: “Ey insan! seni kerim olan rabbine karşı aldatan nedir? Ki O seni yarattı sana intizamlı bir şekil verdi ve seni tastamam bir surette yarattı.” (İnfitar:6-8) Evet ey insanlar! Sizi kerim, latif, habir, aziz ve hâkim olan rabbinize karşı ne aldattı? Onun sizi yarattığını, sizi yetiştirip büyüttüğünü unuttunuz mu? Eğer anne-babamızın kalbine şefkat ve merhamet yerleştirmeseydi biz bebekliğimizde ne yapardık? Kimsesiz kaç dakika yaşardık?
Peki, bu nimetlere rağmen bizi aldatan nedir? Allah’ın affedici olması mı bizi aldatıyor? Yoksa kalbimizin temiz olması mı? Yoksa “ileride düzeliriz, acele etmeye gerek yok” mu diyoruz? Allah için söyleyin bu sözlerin hangisi insafa sığar? Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu sebeplerden herhangi birine sığınıp bir gün olsun ibadeti terk etti mi? Yoksa sizin kalbiniz –hâşâ- onun kalbinden daha mı temiz? Ya da birileri size ne zaman öleceğinizi mi söyledi de erteleyip duruyorsunuz? Allah-u Teâlâ buyurdu ki:
“Ey insanlar rabbinizden korkun. Ne babanın evladına, ne de evladın babasına hiçbir yardımda bulunamayacağı günden sakının. Şüphesiz ki, Allah’ın vaadi haktır. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. O aldatıcı( şeytan) Allah’ın affına güvendirerek sakın sizi aldatmasın.” (Lokman, 33)
NEREYE BU GİDİŞ?
Ey ağabeylerim ve kardeşlerim! Dünya gittikçe sona yaklaşıyor. Hayat tükeniyor, bedenlerimiz yorulmaya ve yaşlanmaya başladı. Nice sevdiklerimiz dünyayı terk edip gitti. Sürekli bir değişim, devamlı bir gelişim içerisindeyiz. Bakın Allah-u Teâlâ ne buyuruyor: “Ey iman edenler!
Allah’tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına bir baksın Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr:18) Siz yarına ne hazırlıyorsunuz? Biraz daha para, biraz daha servet, biraz daha dünya malı ve daha fazla sıkıntı ve dert mi? Yoksa takva, iman, ihlâs, ibadet ve Salih amel mi?
Ebu Hazim isimli büyük tabiin âlimi (Allah ona rahmet etsin) demiştir ki: “Siz dünyayı imar ettiniz ahireti ise harap ettiniz. Bunun için de imar ettiğiniz yeri terk edip harap ettiğiniz yere gitmek istemiyorsunuz.” Ne kadar da doğru ve güzel bir söz… Gerçekten insanlar dünyayı sürekli imar ediyor, inşa ediyor ve onarıyor da ahirete yönelik bir çalışma yapmıyor. Ya da çalışma zannettiği şeyler çok yetersiz ve cılız kalıyor. Böyle olunca da haliyle insan ölmek istemiyor. Öte yandan dünyayı da çok seviyor. Çünkü öldüğünde gideceği yeri kendisi harap etmiş. Allah bize basiret versin. Size peygamber efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadisini de hatırlatmak isterim. Bakın ne buyuruyor Allah Resulü (sallallahu aleyhi vesellem):
“Akıllı kimse nefsini hesaba çekip ölümden sonrası için hazırlık yapandır. Ahmak kimse ise nefsini hevasının peşine takıp sonra da Allah’tan temennilerde bulunandır.”(Riyazü’s salihin)
Şimdi bakın bakalım siz hangi durumdasınız? Akıllı mı? Yoksa aciz ve ahmak mı? Şimdi bir işçi düşünün her gün işe saatinde geliyor, bütün görevlerini eksiksiz yerine getiriyor, işine emek veriyor, terliyor, çaba sarf ediyor ve en iyi şekilde çalışıp gününü tamamlıyor. Diğer bir işçi ise ne saatinde geliyor, ne işine gereken özeni gösteriyor ve ne de görevlerini ifa ediyor. Aksine uyukluyor, vaktini boş konuşmalarla geçiriyor ve kendisinden istenilen hemen hemen hiçbir şeyi yapmıyor. Şimdi siz iş sahibi olsanız ikisine de aynı davranır mısınız? İkisine de aynı maaşı verir misiniz? Yoksa birinci işçiyi mükâfatlandırıp diğerini işten mi atarsınız?
Biz aciz insan olduğumuz halde bu ikisini eşit görmüyorsak Aziz ve Hâkim olan Allah hiç kendisine ibadet edenle etmeyeni, ahirete hazırlananla hazırlanmayanı, kendisine itaat edenle etmeyeni ve nihayet kendisinin yolunda Cihad edenle etmeyeni bir tutar mı?
Hem her istediğinizi yapın, hayatınızı dedikodu ile geçirin, birbirinizin kuyusunu kazın, birbirinizin yüzüne başka, arkasından başka konuşun ve hem de bütün bunlarla beraber sizi yaratan, var eden ve dünyaya gönderen rabbinizin hiçbir dediğini yapmayın. Sonrada kalkıp Allah’tan günahlarınızın bağışlanmasını ve yüce cennetlerini isteyin. Heyhat ki ne heyhat.Ne tuhaf bir davranış ve ne garip bir istek……
SON OLARAK
Ey akrabalarım ve ey yakınlarım! Artık aklımızı başımıza almanın, kendimizi toparlamanın, kıyamet gününe hazırlanmanın, günahlarımız için af dilemenin, Allah’a itaate yönelmenin, ona kulluk etmenin ve yalnızca ona boyun eğmenin zamanı gelmiş ve geçmek üzeredir.
Tekrar ederek söylüyorum ki bunlardan tek maksadım sizlerin iyiliği, dünya ve ahiret saadetinizdir. Bana düşen uyarmak ve öğüt vermektir. Kıyamet günü bu satırlar bana da size de şahitlik edecektir. Ya lehimize ya aleyhimize.
Allah sizin ve bizim niyetlerimizi halis, amellerimizi salih kılsın. Allah size ve bana cennete girmeyi, bundan önce cennete girmeyi hak edecek ameller işlemeyi nasip etsin. Hayatımızı onun şeriatına göre yaşamayı nasip etsin. Onun yüce şeriatını yeryüzüne hâkim kılsın.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi tüm Müslümanların üzerine olsun.
“ Ben insanları ve cinleri yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat:56)