Davet ve Tebliğ
Davet, genel anlamda, doğruyu gösterme, hakikate ulaştırma, gerçekleri öğretme yani bir irşat ameliyesidir. İrşadın maddi ve manevi olmak üzere iki yönü vardır. Birinci yönü dünyevidir, sekülerdir. Bu bağlamda yapılacak irşadın öncelikli meselesi bilim ve bilime bağlı alt birimlerin tümüdür. İkinci yön ise dini, ahlaki ve vicdani meselelerin bütünüdür. İrşat denilince ilk akla gelen de konunun bu manevi cephesidir. Manevi irşat iki temel esasa dayanır. Bunlardan ilki tebliğ, ikincisi ise temsildir. Tebliğ dışa dönük bir aksiyon, temsil ise içe yönelik bir faaliyet halidir.
Tebliğ, peygamberlere ait bir sıfattır ve onların gönderiliş gayesidir. Dolayısıyla bu yükümlülüğü üstlenecek kişilerde belirli bazı özelliklerin bulunması kaçınılmazdır. Bunların başında da iç ve dış vahdeti gelir. Yani, tebliğ insanı, inanan, inandığını yaşayan ve ancak yaşadıklarını başkalarına aktaran, ulaştıran insandır. Kendinde tatbik bulmayan bir meseleyi, tebliğ insanı bir başkasına söylemez, söyleyemez.
Tebliğ insanı, sabırlıdır, müsamahalıdır, merhametlidir, şefkatlidir, hakperesttir, itidal ve istikamet üzere yaşayan insandır. Bütün kötülüklerden, çirkinliklerden arınmış ve iyiliklerin, güzelliklerin şekillendirdiği bir hale, takva libasına bürünmüştür. Basiretlidir, davetini basiret üzere sürdürendir. Eşya ve hadiselere vakıftır, hayata ve hayata ait meselelere duyarlıdır. Problemlere çare bulmakta öncü insandır. Yönlendiricilik gücünü elinde tutandır. Gaye ve hedefe ulaşmak uğruna her türlü sıkıntıyı göğüsleyen, her türlü çileye baştan razı olandır. Yaptığını karşılık beklemeden yapandır.
Tebliğ adamı, beliğdir, sözü maksada ve muhataba uygun söyler. Engin bir kültüre sahiptir. Hatiptir, ilk muhatabı da öncelikle kendi nefsidir. Cömerttir, maddi manevi, paylaşılması mümkün mülkiyetinde ne varsa hepsini paylaşır, kendine kalmış son payını da yine başkasına ayırır. Alimdir, bütün bir aleme denk bir alimdir. Cehlini bilir, bilinmezlere yol vurur gider. Filozoftur, hikmeti peşinden sürükler. Hocadır, sadrında bütün kainat yazılıdır. Okuduğunu sadrında okur, okuttuğunu o demde okutur.
Tebliğ, en uygun ortamda, en uygun zamanda, en uygun yolla, doğru mesajı, istenilen hedef kişi veya kitleye ulaştırma işlevidir. Günümüz teknik ve iletişim araçları da göz önünde bulundurulursa, tebliğ sözlü, yazılı, görsel, işitsel yöntemlerden biri ya da bütünüyle yapılabilinir. Söz konusu tanım veya yöntem öğelerinin eksiksiz yerine getirilmesi, tebliğin gücünü olumlu yönde etkilerken, uygulamadaki yanlışlar ya da eksikler de tebliğe olumsuz yönde tesir eder.
Tebliğin sürekliliği ve yaygınlaştırılması belli bir sistem ve organizasyona entegre olmayı gerekli kılar. Böylece tebliğ kişisellikten kurtularak kitleye mal olur. Konunun bu yönde mesafe kaydedebilmesi ise, uyum sağlanacak modelle yakından alakalıdır. Geçmişte başarılı olmuş model ya da modeller güne uyarlanmak kaydıyla, uyumda kolaylığa ve maksada ulaşmadaki başarıya ciddi ölçüde ivme kazandırır.
Konuyu, genelden biraz daha özele çekersek, dini açıdan, her peygamber, kendi ümmeti için eksiksiz, kusursuz seçkin bir model konumundadır. Peygamberlerin çevresini oluşturan ilkler, “rabbaniler, havariler, sahabeler” önlerindeki mükemmel modellere (üsve-i hasene) uyumları nispetinde, kendi hudutlarına tekabül eden sınırla kayıtlı olmak şartıyla onlardan çizgiler taşırlar, benzeşirler. Daha sonra gelenler de bu ilkleri model edinir; Peygamberlerine ait izleri, çizgileri onların yaşantılarında görmeye, bulmaya çalışırlar. Onlar da, kendilerinden sonra gelenler için birer model durumundadır. Nitekim Efendimiz, ashabını yıldızlara benzetmişler ve hangisine uyulsa doğrunun bulunacağını söylemişlerdir. Ve ashabının yaşadıkları dönemi en hayırlı dönem olarak nitelerlerken hayırda derecelendirmeyi de bu ilklerden alarak sona doğru götürmüşlerdir.
Sahabe topluluğu, Kur’an’ın hayata yorumlanmasını bizzat Peygamberimiz Efendimizin pratiklerinde görmüş, yaşamış bir seçkinler zümresiydi. Bu ezel nasibinde onlara denk ikinci bir kuşak da yoktur, olamaz. Hususi bazı meziyet ve faziletleriyle temayüz edenler bulunsa da umumi fazilet ve üstünlük hep onların hakkıdır. Bu mevzuda, sonradan gelenlere düşen görev, imkan ve istidatları sınırını sonuna kadar kullanarak onlara benzemeye, onlar gibi yaşamaya gayret etmektir.
Sahabe topluluğu, vahiy nurunu ancak nübüvvet menşurundan süzülen miktarla algılama imkanı bulduğu gibi bizler de nübüvvet nurunu, sahabe prizmasından süzülen keyfiyette anlama ve algılama vaziyetindeyiz. Bu açıdan da her hususta onları örnek almak ve onların ardınca iz sürerek yürümek, Peygamberimiz Efendimize ve tebliğ buyurdukları hak ve hakikatlere ulaşmamız adına alternatifi olmayan en isabetli, en saf, en duru, en doğru yoldur.
Bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini ihya edebilmemiz duasıyla...
Kadir geceniz mübarek olsun