Gösterişçi ve Samimi Dindarlık
Şahsiyet krizi yaşayan ve dini hayatlarında gösterişçi dindarlığı temel gaye edinen kimselerin asıl amacı, Allah’ın hoşnutluğunu değil, dünyevi ikballere ulaşmak için, insanların beğeni ve hoşnutluğunu kazanmaktır. Samimi dindar, Allah’ın emir ve buyruklarını O’nun hoşnutluğunu kazanmak için yerine getirirken, gösterişçi dindar ise, dini değerleri kişisel çıkarlarını elde etmek için kullanır. Örneğin, gösterişçi dindar olan münafık, gerçek müminlerle beraber namaza gelirse de, o, ibadet için değil, gösteriş yapmak için gelir, gösterişçi dindar, bir kişiye ya da herhangi bir kuruma yardım ederken, Allah’ı razı etmek adına değil de, kameralar eşliğinde kendi reklâmını yaptırmak için yardım eder. Mürai bir kimse için âhiret, hesap kitap önemli değil, zaten onun böyle bir derdi de yoktur. O, sadece bugünü, şimdiyi dikkate alır. Çünkü o, hasbi değil, hesabi bir adamdır.
Bugün görsellik hayatımızın en büyük hegemonyasıdır. Artık üretimin, tüketimin, eğitimin, ahlakın, siyasetin olduğu kadar ibadetin de görselliğin dünyası içinde yeniden üretildiği bir kültürel ortamda yaşıyoruz. Böyle bir ortamda dindarlık ve ibadetin klasik tanımının içerik olarak, anlam kaybına uğramaktan kurtulamadığını görüyoruz. Görsellik, egemen olduğu bir toplumsal hayatta din ve dindarlığa olan etkisini, Müslümanın dini faaliyetlerini belirgin şekilde formatlayarak göstermektedir. Gösteri toplumu, aynı zamanda “teşhirci” bir toplum olma özelliği taşır. (Geniş bilgi için bkz. Aslan, Abdurrahman, Yeni Bir Anlam Arayışı, Van, 2004, s. 52).
Yaşadığımız modern dönemlerde maalesef din dili dünyevileştirildi/ticarileştirildi. Kur’an’ın ana konuları arasında yer alan cihad, tevhid, rızık, tekbir gibi İslamî ıstılahların içi boşaltılarak dünyevi anlamlar yüklendi. Bu ıstılahlar, tüketim kültürünü ve alışkanlıklarını meşrulaştırıcı bir araç haline dönüştürüldü. Aynı durum, ihlâs kelimesinin de başına geldi.
Bugün ihlâs denildiği zaman insanların kafalarında manevi anlamlar yüklü bir kelime değil, dünyevi/ticari anlamlar yüklü bir kelime gelmektedir. Elbette böyle bir bakış açısının gelişmesine sebep olanların büyük payı ve vebali vardır.
Ama bütün bunlara rağmen, yeniden, gösterişçi dindarlığın zıddı olan ve samimi dindarlığın çimentosunu oluşturan “ihlas” kelimesine manevi anlamını kazandırmak zorundayız. Çünkü, gösterişçi ve teşhirci dindarlığı tedavi etmenin çaresi, ihlâsa dayalı bir dindarlığı yeniden keşfetmekten geçer. İhlâs, ibadet İslam’ının da ayrılmaz bir parçasıdır.
İbadet, meşru bir çerçevede Allah’ı razı etme adına yapılan ister bir şarta, vakte bağlı olsun isterse olmasın bir müslümanın yaptığı her türlü hizmetlerin adıdır. İslam inancına göre Allah katında insanın yaptığı sâlih amellerin ve din hizmetlerinin makbul ve memdûh olmasının yolu ‘ihlâs’tan geçer. Kurtuluşa erenler inanç ve ameli hayatta yaşadıkları dini, salt Allah’a özgü kılanlardır. Bu sebeple Allah adına yapılan ibadetlerin makbul olması, her türlü riya/gösteriş ve desinler düşüncesinden uzak, salt Allah’ı razı etme hedefine odaklanmakla olur. İşte ubudiyette tevhidin esası, ihlâsa dayanır.
Çağımız bir reklâm çağıdır. Bugün her şeyin reklâmı yapılıyor. Dolayısıyla insan, çok çeşitli bir biçimde nefsanî ve şeytanî telkinlerin etkisi altındadır. Dinimizde haram olarak kabul edilen gösteriş, salt ibadet alanıyla sınırlı kalmamış, yaptığı hizmetler de dâhil, Müslüman’ın hayatının her alanına yansıtılmıştır.
Netice itibariyle, Allah katında en değerli amel, gösterişe kaçmayan ve reklâmı yapılmayandır. Bir çeşit şeytan, insanı, Allah adını kullandırarak saptırmak ve ayağını sırat el-müstakimden kaydırmak ister. Hatta ve hatta İblis, mümine, yaptığı iyi ve güzel davranışlarının boşa çıkarılması için reklâmını yaptırır ve insana gurur verdirir. Onun için İslam itikat ve ibadetlerde ihlâsa büyük önem vermiştir. İhlâslı olmayan bir faaliyette ve hizmette hayır yoktur. O halde, itikattan ibadete, yapılan bütün amellerde, salt, Allah’ın rızası gözetilmelidir. Bu ameller yerine getirilirken çevremizdeki insanlar ne der, diye değil, Allah ne der? niyetiyle hareket edilmelidir. İşte o zaman, Yüce Allah ihlâsla yoğrulan dini hizmetlerimizi/çalışmalarımızı bereketlendirecek ve faaliyetlerimiz somut anlamda üretime dönüşecektir. Bu noktada Allah’ın rızasından başka bir rıza gözetilmeyen sâlih ameller, kişinin daha dünyada iken Sırat’ı geçmesine ve Cennete girmesine zemin hazırlayacaktır.