Nedir Özgürlük?
Sınır tanımama konusunda son derece rahat olan çağımız insanı, artık nerede durması gerektiğine bir an önce karar vermeli. Sınırlar zorlandıkça felâketlere davetiye çıkarıldığını da asla unutmamalı.
Özgürlük bizim sığınağımızdır. Varoluşumuz biraz da onunla ilintilidir. Dünyaya gelen her insan onu kana kana içmek ister. Fakat çoğu zaman mümkün olmaz bu. Bir bedel ister bizden. Birçokları da bedelini göze alamadığından o da ellerimizden bir güvercin edasında uçuverir.
Dünyaya bir imtihan gayesiyle gönderilen insanoğlu, irade sahibi olarak özgürlüğüne sahip çıkmak ve onu doğru kullanmakla mükelleftir. Bunu da daha çok aklını kullanarak gerçekleştirebilir. Aklını layıkıyla kullanamayan insanın rüzgârın önünde savrulan yapraklardan bir farkı yoktur. Kendine ait bir edası, tavrı, hayat görüşü yoktur. Orijinal ve müşahhas fikirlere sahip değildir. Çoğu kez kendini savunmaktan bile acizdir. Kim nereye çekerse oraya sürüklenir.
Peki nedir özgürlük? Prangalarımızdan kurtulmak, gereksiz ağırlıklarımızı söküp atabilmektir yeri geldiğinde. Bizi dünyaya bağlayan unsurlarla mümkün olduğunca ilişkimizi kesmektir. Dikkatli düşünülürse bize ayak bağı olan o kadar çok şey var ki etrafımızda. Tıpkı atmaya kıyamayıp biriktirdiğimiz eski eşyalar gibi. Ve bir süre sonra insan, eşyaların ve teknolojinin bendesi oluyor farkına varmadan. Joe Luis Borges, “Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan gitmeyen insanlardandım ben. Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.” diyor. Günlük hayatımızda arabamızdan akıllı telefona, kremlerden deodorantlara kadar vazgeçemediğimiz o kadar çok şey var ki... Hâlbuki otuz kırk yıl önce bu ürünlerin hiçbiri yoktu. Ve hayat pekâlâ güzel devam ediyordu.
Özgürlüğün diğer bir çeşidi de vatanımızın bağımsızlığıdır. Şanlı bayrağımızın gönderde, göklerde dalgalanması. Yüce dağ başlarında, kalelerin burçlarında, kartal gibi süzülerek halkı selamlaması. O bayrağın altında hür yaşamanın bizlere verdiği mutluluk hiçbir şeye değişilmez. Ancak günümüz insanı bunun pek de bilincinde değilmiş gibi görünüyor. Hürriyet kalesine kolayca vasıl olunduğu varsayılıyor. Onun için ödenen bedelleri birçoğu düşünmüyor bile. Özgürlük uğrunda Çanakkale’de yüz binlerce askerimiz, yedi düvele karşı savaşmak zorunda kaldı. Onların kahramanlık hikâyelerinin benzeri hâlen dünya üzerinde yazılmış değildir. Onların tek gayeleri vatanın özgürlüğüydü sadece.
Özgürlük hem genlerimizde hem de fıtratımızda var olan bir şey aslında. Öğrenciler bile çok iyi geçen bir dersten sonra koşarak kendilerini bahçeye, oyun alanlarına atmıyorlar mı? Evimiz ne kadar güzel, konforlu olursa olsun bir süre sonra dışarıya çıkmak istemiyor muyuz sahiden?
Bir şeyin değerini ancak onu yitirdiğimizde anlayabiliyoruz. Günlük hayatta kolayca ulaşabildiğimiz ekmeğin değerini aç insanlara, suyun kıymetini susamışlara sormaya ne dersiniz? Çölde uzun süre yürüyen yolcu bir yudum su için çok yüksek bedeller ödemeye çoktan razı olmuştur bile. Bu bağlamda özgürlüğü en iyi anlayan ve en çok ihtiyaç duyan insanların hapishanedekiler olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Onlar, birazcık daha ışık, biraz daha gökyüzü için nelerini vermezler ki… Ama hükümlülük süreleri dolmadan asla vasıl olamayacaklarını da bilirler ay yüzlü sevgiliye. Bir umut beklemekten başka bir şey gelmez ellerinden. Akrebin zehri sanki beyinlerinde dağılıyor gibidir. Artık ne yapsalar boştur. Özgürlük bir hayal olarak döner durur belleklerinde. Belki bir gün ona kavuşabileceklerdir.
Bazen de elimizdekilerin kıymetini hiç bilemiyoruz. Her sabah ailenizle yaptığınız kahvaltıları bir düşünün. Bedenimizi, kusursuz işleyen organlarımızı… Ne kadar olağan ve sıradan değil mi? Tam da olması gerektiği gibi. Bir de bunun tam tersini düşünün. Ailenizden uzakta olduğunuzu, gurbette bulunduğunuzu... Zor şartlar altında yaşamakta olduğunuzu, ailenizde ağır hastaların olduğunu... Oldukça kötü ve üzücü bir durum olmaz mıydı sizce?
Yine kişinin sağlığının bozuk olmasının da özgürlüğün önündeki en büyük engellerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Yoğun bakımdaki insanın kayak yapmaya gidecek hâli yok. O yüzden sağlığımızın kıymetini iyi bilmeli, sağlığımız yerindeyken bize bahşedilen imkânlardan azami ölçüde istifade etmeliyiz. Ve de şükretmeliyiz.
Bazıları da özgürlüğü maddi zenginlikte aramaktadırlar. Evet, varlıklı olmak belli oranda insanların kişisel özgürlüklerini daha rahat yaşamalarına imkân sağlamaktadır. Örneğin daha fazla seyahat edebilmek için belli bir maddi birikime ihtiyaç vardır. Ancak her şeyde olduğu gibi bunda da ifrata kaçılmamalıdır. Belli bir süre sonra para kazanmak ve biriktirmek, araç olmaktan çıkıp amaç haline gelebilmektedir. Zekâtla temizlenmemiş veya haram yollardan elde edilmiş maddi gelir, kişinin felaketine sebep olabilmektedir bir süre sonra.
Doyumsuzluk hastalığına yakalanmış, gözlerini hırs bürümüş çağımız insanını artık değme özgürlükler bile kesmiyor. O, sınırlarını sonuna kadar zorlamakta kararlı görünüyor. İllaki “atı, katı, yatı” olacak. Yaz tatillerini güneyde geçirecek. Dağlara tırmanacak, su kayağı yapacak, hızlı yaşayacak. Önümüzdeki on yıllarda uzaya çıkmanın yollarını arayacak ama bu arada önündeki çukuru görmekten aciz olacak.
Gerçek özgürlük içimizdedir. İçimizde olmayan özgürlüğü hiçbir yerde bulamayız. Kalbin emrine girmeyen bir beden ne yaparsa yapsın sükûna, itminana ulaşamayacaktır. Maddi imkânlar belki bir dereceye kadar insanı teselli edebilir ama ruhun en büyük gıdası manevi doyumdur. Aslolan insanın haddini ve kendini bilmesidir. Kendi hayat serüveninin başrol oyuncusu olan insan, sınırsız özgürlüklerini ararken gerçekte kendini bulmakla da yükümlüdür. Ölmeden önce görmemiz gereken beş yerden, gerçekleştirmemiz tavsiye edilen on etkinlikten önce bunun peşine düşmeliyiz. Mevlana hazretlerinin “Hamdım, piştim, yandım.” sözündeki gibi kendi içsel yolculuğumuzu –bize çok uzak olduğunu varsaydığımız- ölüm anı gelmeden önce mutlaka tamamlamalıyız. Olgunlaşma -kemâle erme- gerçeğine bir an önce ulaşmalıyız.
Peki, özgürlükle mutluluk arasında nasıl bir ilişkiden söz edilebilir? Bir açık önerme olarak özgür insan, mutlu insandır diyebiliriz çoğunlukla.
Özgür insan çevresindeki güzelliklere daha hızlı ve kolay ulaşır. Dünya nimetlerinden daha fazla istifade eder. Neşe şerbetinden içen insan kendini daha mutlu hissedecektir doğal olarak. Pek çok kaygıdan da azade olduğunu düşünecektir.
Peki, özgürlüğümüzün sınırları ne olmalıdır? Komşusunun açık kapısından içeriyi gözlemek, kavga etmek, hırsızlık yapmak, adam öldürmek gibi fiiller de özgürlüğün sınırları içinde yer almaz her hâlde. Bizim özgürlüğümüzün sınırları başkalarının özgürlünün başladığı yerde biter, demişler.
Sınır tanımama konusunda son derece rahat olan çağımız insanı, artık nerede durması gerektiğine bir an önce karar vermeli. Sınırlar zorlandıkça felâketlere davetiye çıkarıldığını da asla unutmamalı.
Özgürlük bizim en güzel elbisemizdir. Dünya, onunla güzelleşir. Var olmak, onurlu bir hayat sürmek için ekmek, su kadar ona da ihtiyacımız var. Özgürlüğümüz en büyük zenginliğimizdir. Özgürlük bizim yegâne yol arkadaşımızdır.