Davette Hikmet ve Güzel Öğüt
Şeytan boş durmuyor. Rabbimiz Kıyamet’e kadar ona mühlet verdiğinde, ‘insanları saptırmak için, Allah’ın doğru yolunun üzerine oturup pusu kuracağını, sonra onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokularak çoğunu yoldan çıkaracağını’ (A’râf, 16-17) söylemişti çünkü. İslâm’ı ve Müslümanları boy hedefi haline getiren şeytani odaklar da yegâne hak ve doğru yol olan İslâm’ı eğri göstererek insanları ondan uzaklaştırmak için her türlü sinsi yol, yön ve yöntemi kullanıyorlar. En çok da İslâm’ı temsil ve tebliğ konumundaki kimi ilim ve fikir insanlarının başı-sonu kırpılmış sözlerini şer kampanyalarına malzeme yaparak ortalığı toza-dumana boğuyorlar…
Bu durumda hep şeytanı ve şeytani odakları suçlamak yerine dönüp kendi söylemlerimize ve eylemlerimize bakmalı değil miyiz? Mesela, Nahl suresinin 125. ayetindeki ilkelere uyabiliyor muyuz?
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et..”
Gelin, âlimlerimizin bu ayet bağlamında açıkladıkları bazı davet ilkelerini bir kez daha hatırlayalım:
“Hikmetle davet etmek”; muhatapların durumlarını göz önünde bulundurmayı, neyi ne kadar anlatacağına dikkat etmeyi, insanların bünyeleri hazırlanmadan onlara yükümlülükler yağdırmamayı, onlara nasıl hitap edileceğini iyi seçmeyi, şartlara göre hitap yollarını ve yöntemlerini çoğaltmayı, acelecilik, duygusallık ve tepkisellikle işi zora koşup, hikmetin sınırlarını aşmamayı gerektirir. Hikmet; ilahî mesajı iletirken dikkatli ve basiretli olmayı, bunu körü körüne yapmamayı, muhatabının zihin, yetenek ve şartlarına göre davranmayı, aynı metodu herkese uygulamamayı, muhatabın hastalığını teşhis edip, ona göre zihni ve kalbi uyararak tedavi etmeyi gerektirir.
“Güzel öğütle davet etmek”; yumuşak şekilde kalplere girmeyi, tatlılıkla duyguların derinliklerine inmeyi, gereksizce azarlama ve zorlamalara başvurmamayı, bilgisizlik veya iyi niyetten kaynaklanmış olabilecek hataları yüze vurmamayı, deşifre etmemeyi gerektirir. Öğüt vermedeki yumuşaklık, çoğu zaman katı kalpleri bile yola getirir; azarlama, çıkışma ve rencide etmekten daha iyi sonuçlar verir.
“Güzel öğüt” iki noktayı daha vurgular:
1) Davetçi muhatabını sadece mantıkî ikna metotlarıyla değil aynı zamanda duygularını cezbederek de inandırmaya çalışmalıdır. Yine sadece sapıklık ve kötülüklerin yasak olduğu konusu üzerinde durmamalı, aynı zamanda insan doğasında var olan kötülük aleyhtarı tutumu, karşısındaki insanda da uyandırmaya çalışmalıdır. Bu kötülüklerin sonuçlarıyla da muhatabını uyarmalıdır. Ayrıca davetçi, karşısındakine hidayetin ve iyi amellerin mükemmel ve doğru olduğunu mantıken kabul ettirmeye çalışmakla kalmayıp aynı zamanda onu sevdirmeye de çalışmalıdır.
2) Öğüt verenin karşısındakini küçük gördüğünü veya kendi üstünlüğü ile övündüğünü gösterecek hiçbir davranışı olmamalıdır. Aksine karşıdaki kimse, öğüt verenin kendisini düzeltmeye ve mutluluğa ulaştırmaya çabaladığını hissetmelidir.
“En güzel şekilde mücadele etmek”: Davetçi tatlı dile sahip olmalı, soylu bir davranış göstermeli, akli, mantıki ve cezbedici fikirler öne sürmeli; polemik, tartışma ve karşıtlıklara girmemelidir. Suçlama, alay ve iğneli sözlere yönelmemeli; karşısındakini mat etmek ve tartışmada üstün gelmek için çalışmamalıdır; çünkü bu tür davranışlar inatçılık ve dik başlılığa neden olur. Aksine karşısındakini alçak gönüllü, samimi ve sade bir şekilde ikna etmeye çalışmalı; muhatabının çarpık fikir ve kısır döngülere girdiğini görünce onun daha çok sapıtmaması için tartışmayı bırakmalıdır…
Muhatabın üzerine yüklenmek yok; onu horlamak, çirkin görmek yok. Böylece muhatap, davetçinin amacının tartışmada üstün gelmek olmadığına kesin kanaat getirmeli, tek amacının gerçeğe ulaşmak olduğunu anlamalıdır. Nefislerin kendilerine özgü bir gururu ve inadı vardır; yumuşaklıkla yanaşılmadıkça savunduğu düşüncesinden vazgeçmez ki, yenildiğini hissetmesin.
Tartışmada savunulan görüşün değeri ile kişinin kendi onurunun değeri çabucak birbirine karışır da görüşünden vazgeçmeyi onurundan, saygınlığından ve değerinden ödün vermek şeklinde değerlendirir.
“En güzel biçimde tartışmak”; muhatabının kendi kişiliğinin korunduğunu, değerinin ve onurunun garanti altında olduğunu, davetçininse Allah için gerçeği iletmekten başka amacının olmadığını gözler önüne sermektir! Böylece gereksiz tartışmalara girilmez; açıklamak yeterlidir. Bundan sonrası Allah’a kalmıştır (Fî-Zılâli’l-Kur’ân ve Tefhimü’l-Kur’ân’dan).