Şura Suresinin Işığında İstişarenin Önemi
Rablerinin çağrısına uyarlar, namazı özenle kılarlar. İşleri de aralarındaki danışma ile yürür. Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için harcarlar. (Şûrâ, 42/38)
Hicretin altıncı yılıydı. Doğup büyüdüğü şehri terk ederek Medine’ye göç etmek zorunda bırakılan Peygamber Efendimiz ve ashabı, Kâbe’ye olan özlemlerini biraz olsun gidermek üzere umre niyetiyle yola çıktılar. Tek hedefleri buydu; bir umre ziyareti ile altı yıldır görmedikleri mukaddes topraklar, dünya gözü ile bir kez daha görülecekti. Ama Mekkeliler bu iyi niyeti anlayacak durumda değildi ve onların şehre girmelerine izin vermediler. Bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkan Hudeybiye Antlaşması, sonraları Mekke fethinin müjdecisi olarak yorumlanacaktır (Kur’an Yolu Tefsiri, c.5, s. 65- 86). Hudeybiye, Müslümanları üzen ancak şer gibi görünenin hayırla sonuçlanabileceğine güzel bir örnek olarak tarihe geçmiştir. O günlerde yaşanan bir olay daha vardır ki Hz. Peygamberin üstün kişiliğini gözler önüne sermektedir.
Umre niyetiyle yola çıktıkları için ihramlı olan Hz. Peygamber ve ashabı, Mekkelilerin engeli ile umre yapamayınca ihramdan çıkmak bir sorun hâline gelmişti. Hz. Peygamberin “Kalkın, kurbanlarınızı kesin ve başlarınızı tıraş edin!” emrine rağmen ashap bekliyordu. Bunu, ona karşı gelmek için yapmadılar; sadece olaylar beklentilerinin aksine gerçekleştiği için şaşkınlardı. Hz. Peygamber karar aşamasında durumu eşi Ümmü Seleme (r.a.) ile paylaştı. Ümmü Seleme validemiz, hayat tecrübesi olan bir hanımdı. “Ya Resulüllah, sen kurbanını keser ve tıraş olarak ihramdan çıkarsan dostların da senin gibi yapacaklardır.” dedi. Onun öngörüsü fiile dönüştü ve Hz. Peygamber’in ihramdan çıktığını gören arkadaşları da birer birer ihramdan çıktılar.
Hz. Peygamber’in içinde bulunduğu durumu eşi ile paylaşması ve ona itimat ederek dediğini yapması ilk değildi, bu onun önemli kararlar alırken uyguladığı bir yöntemdi. Hakkında vahiy olmayan, ister dinî ister dünyevi bir husus olsun Sevgili Peygamberimiz danışmayı önemser, ortak kararlarda sonuçtan etkilenecek kimselerle istişare ederdi. Çünkü Allah tarafından daha Mekke’de iken bu husus kendisine talim edilmişti. Mekke’de nazil olan Şûrâ suresinin 36-39. Ayetleri, mümin ve tevekkül sahibi kimselerin özelliklerini sıralarken onların istişareye önem verdiklerinden söz etmektedir: “Size verilen her şey dünya hayatının geçici zevklerinden ibarettir. Allah katında olanlar ise daha iyi ve daha kalıcıdır. Bunlar iman eden ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir. Onlar, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar, öfkelendiklerinde dahi bağışlarlar. Rablerinin çağrısına uyarlar, namazı özenle kılarlar. İşleri de aralarındaki dayanışma ile yürür. Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için harcarlar. Onlara haksız bir saldırı yapıldığında el birliği ile kendilerini savunurlar.”
Surenin dört ayetini kapsayan bu bölüm, önce sonucu ifade etmiş, yani müminlere ahirette geçici dünya nimetlerinden daha fazlasının kalıcı olarak verileceğini bildirmiş, sonra hangi özelliğe sahip müminlerin bu nimetlere mazhar olacağını dile getirmiştir. Buna göre iman, tevekkülü gerektirir. Bu iki niteliğe sahip olanlar her türlü günahtan sakınırlar, kulluk borcu olan namazı kılarlar. Bu kısım, ferdi görevlerdir. Ayetlerin toplumsal yönü istişare/danışma, infak ve düşmana karşı ortak savunmadır. Müminlerin işlerinde birbirlerine yol göstermek, akıl vermek, doğruya en yakın kararı almada destek olmak için yerine getirdikleri istişare, manevi bir yardım, infak ise maddi bir yardımdır. Haksız bir saldırıda ortak savunmanın ise hem maddi, hem manevi yönü mevcuttur.
İstişare, selim bir aklın ve alçakgönüllülüğün işaretidir. Başkasının bilgi ve görüşüne değer vermek, kendinden başkasını kabul etmektir. İyi bilinen konuları tekit, hata ihtimali olanları doğru bilgiye dönüştürme, bilmediğini öğrenme ancak istişare ile mümkün olur. Hz. Peygamber “İstişare eden pişman olmaz.” buyurmuştur (Hadislerle İslam, c. 3, s. 177). Kendisi de dini tebliğ etmek, fetva vermek, davaları hükme bağlamak, topluma başkanlık etmek, ordu komutanlığı, iyiliğe teşvik ve örnek olmak gibi birçok görevinin yanı sıra danışanlara yol göstermek ve öğüt vermekten geri durmamıştır. Ebû Hureyre: “Resulüllah’tan (s.a.s.) daha çok, ashabı ile istişare eden bir kimse görmedim.” der (Hadislerle İslam, c. 4, s. 397). Efendimizin hayatı bunun örnekleri ile doludur. Uhud Savaşı’nda düşmanı şehrin dışında karşılama fikrini ileri sürenleri onaylamış, Hendek savaşında Selman-ı Farisi’nin Medine’yi, etrafına hendekler kazarak savunma sistemini kabul etmiştir. “Bedir Gazvesi’nde Hazrec’in sancaktarlığını yapan Hubâb, İslâm ordusunun düşmana en uzak olan kuyunun çevresine yerleşmesini uygun görmediğinden Hz. Peygamber’e bu kararının ilahi bir işarete dayanıp dayanmadığını sormuştu. Vahiyle ilgili olmadığını öğrenince de düşmanı susuz bırakmak için onlara en yakın su kuyusunun yanına yerleşilerek diğer kuyuların kapatılmasını teklif etmiş, Resul-i Ekrem de onun bu görüşünü uygun bulmuştur.” (DİA, Hubab b. Münzir md.) Yine Bedir Savaşı’nda ele geçirilen esirlerin durumuna dair ashabı ile istişare eden Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir’in fidye karşılığı serbest bırakılmaları görüşünü benimsemiştir.
İslam toplumunda istişare tercih değil, yükümlülüktür. Âl-i İmrân suresi 159. ayette Cenab-ı Hak, Uhud’da Okçular Tepesi’ni terk ederek hataya düşen ve Müslümanların mağduriyetine sebep olanlar hakkında Hz. Peygamber’in affedici tutumunu övmüş “ve şâvirhum fi’l-emr/İş hakkında onlara danış!” emri ile toplumsal yapının devamı için ortak karar almaktan vazgeçmemesini telkin etmiştir. Hz. Peygamber’in örnekliği doğrultusunda istişareye devam edenlere Allah lütfeder, görüşlerinin isabeti konusunda onları muvaffak kılar (et-Taberî, Câmiu’l-beyân, c. 6, s. 190). İstişarenin rahmet oluşu Hz. Peygamber’in şu hadisinde de açıkça beyan edilmiştir: “İdarecileriniz iyi kimselerden, zenginleriniz cömert kişilerden olduğunda ve işleriniz aranızda istişare ile yürütüldüğünde yeryüzünde yaşamanız toprak altına girmenizden hayırlıdır.” (Tirmizî, Fiten, 78).
Sema Çelem