Davet ve Gerekliliği
“Resulüm deki, işte bu, benim yolumdur. Ben insanları Allah’a körü körüne değil bir basiret üzere davet ediyorum. Bende bana tabi olanlarda böyleyiz.”(1)
Davet: davet kelimesi “deave” fiilinden gelen bir mastar olup sözlükte; çağırmak, seslenmek, nida etmek, dua ya da beddua etmek, adlandırmak anlamlarına gelmektedir.
İsim olarak davet; çağrı, nida, dava, verilen söz, yemin ve ziyafet gibi anlamlara da gelir. Kuranı Kerim’de bu fiil, yardım istemek, bir işe teşvik gibi manalarında da kullanılır.
İslami kavram olarak davet; İslam’a, Allah’a çağrıyı ve İslam’ı insanlara anlatarak benimsetmeyi ve uygulamasını sağlamayı ifade eder. Bu anlamda davet insanları Hakka, Hidayete, Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrının yanında Allah’a yakarıştır.
İslami davetin ilgi alanı bütün insanlıktır. İslam’ın kapsamı içerisine olan bütün din ve dünya işleride davetin kapsamı içeresindedir. İslam’a teslim olmuş Müslümanlara davet götürülebileceği gibi, münafıklara, kâfirlere ve hiç bir şeyden haberi olmayan kimselere de davet götürülmelidir. Çünkü Kuran’ın davet ettiği hidayet, yani en doğru yol her insan için gereklidir.
Davet; iman etmeye, imanı yaşamaya, günahlardan kaçınmaya ve iyi davranışlara yönelik olabilir.
Davet; bir açıdan nasihat, bir açıdan irşat, bir açıdan ’da marufu emretmek, münkerden sakındırmaktır. Buradan hareketle davetin hedefinin aslında, İslam’ın inanç esasları ve değerlerinin kabul edilerek uygulanmasının sağlanması olduğunu, dolayısıyla Müslüman veya gayrimüslim ayrımı yapmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tebliğ, irşat, vaaz, emri bil maruf, nehyi anil münker, inzar, tebşir gibi kavramlar sözlük anlamları farklı olsalar da faaliyet alanları ve amaçları yönünden bazen aynı, bezende yakın anlamlarda kullanıla gelmiş kavramlardır. (2)
Davet şüphesiz kişilere, guruplara veya din adına sonradan ortaya çıkmış olan şeylere değil, Allah’a, ayetlerine ve O’nun Resulüne bir çağrıdır. Ancak mezhepler, hizipler ve benzerleri, bu çağrıya özgür iradesiyle karar vermiş kişinin tercihine kalmış değerlerdir. Elbette ki bunlarda İslam’ın içerisinde olan olmazsa olmazlardandır.
İyinin, güzelin, adaletin, insanlığın ve buna bağlı değerlerin kaynağı İslam’dır. Kuran, insanları bu değerlere çağıran, kendisi de salih ameller işleyen bu kimseleri doğru sözlü sadıklar olarak nitelendiriyor. “İnsanları Allah’a çağıran, İyi işler yapan ve ben Müslümanlardanım diyenden daha doğru sözlü kim olabilir.” (3)
Bu şekilde davet edenlerin başında Allah’ın elçileri gelir. Onlar insanları Allah’a ve ona kulluğa çağırırlar. Onların çağrısı insanlara/insanlığa hayat veren şeyedir. “Ey iman edenler Allah ve Resulü sizi size hayat bahş edecek olan şeylere çağırdığı zaman hemen onlara icabet edin…” (4)
Öyle bir devirde yaşıyoruz ki din adeta her gün biraz daha hayatın dışına çıkarılıyor. Kâfirler bir tarafa, Müslüman olduğunu iddia edenler tarafından bile dine birçok saldırılar yapılmaktadır. Orta seviyedeki Müslümanlar bir tarafa, dindar ve onların seçkinleri denilen taife bile farzları ve vacipleri terk eder hale gelmiş durumdadır. Namazın, orucun terk edilmesi bir yana yüzbinlerce si bilerek veya farkında olmayarak şirkin ve küfrün içerisine dalmış bulunmaktadır. Haram olan işlerin, kötülük ve günahların yayılması ve çok açık bir şekilde herkesin görebileceği ortamlarda işleniyor olması hepimizin malumudur. İlim ehli olan seçkin âlimlerin, hatta hocaların bile halktan uzaklaşması ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak halkın dine ve din ilimlerine yabancılığını artırmaktadır. Sonuçta her iki kesiminde bahanesi hazır. Halk anlatan ve doğru yolu gösterecek kimse yok derken, ilim erbabı da dinleyen ve kale alacak kimseyi bulamıyoruz diyerek kendilerini savunmakta. Hâlbuki bu mazeretlerin hiçbir geçerliliğinin olacağını sanmıyorum Allah katında.
Peki, bu davetin gerekliğine ve onun Peygamberlerden bize bırakılan bir görev olduğunu hatırlayarak bu sorumluluğu kim deruhte edecek? Kim “İnsanları kendilerine hayat sunacak olan şeye” çağıracak. Bu çağrıya kulak kabartarak ben diyeceklerin ise yapılacak olan davet çalışmalarının, içinde bulunduğumuz çağı ve çağın insanını ıskalamaması gerekir.
İşte hızla değişen ülke ve dünya siyaseti içerisinde belki de yok olup gitmeye yüz tutmuş ve kırıntı haline gelmiş “İslami Davet” çalışmalarına yeni bir yüz, yeni bir biçim verilmesi gerekir.
İslami davetin içeriği, asli konuları vahiyle ilintili olduğu için herhangi bir değişime ihtiyaç duymaz. Zira hangi yönelişin ve uygulamanın ilahi rıza kapsamında olduğu; nelerin bizleri ilahi azaba sürükleyen hususlar olduğu yer ve zamana göre değişiklik göstermez. Ancak ne söylendiğinin yanında kimin, nerede ve nasıl bir söylemle bu dini vazifeyi yerine getirdiği de önem taşımaktadır.
Günümüzde gelişen teknoloji, bireysel ve kitlesel iletişim kanallarının tüm dünyaya ulaşılabilecek bir hal alması davet kapısını alabildiğine açık hale getirmiştir. Artık küçük veya ayrıntılı bir mesaj, küçük çabalarla milyonlara iletilebilmektedir
Yine TV kanalları, bilgisayar ağları vs. ile mesajımız, davetimiz kısa bir zaman içinde tüm dünyaya iletilebilmektedir.
Tüm bu yöntemler, yer/zaman şartlarıyla tedricen uygulanabilecek fert-cemaat-toplum-ümmet skalasında ortaya konulacak davet çalışma biçimleri olarak önümüzde durmaktadır.
Bütün bu söylenenlerden sonra ne yapmalıyız? Nasıl yapmalıyız? Sorusu önem arz etmektedir. Bu bağlamda Hareket’in bünyesinde oluşturulmuş olan irşad ve davet koordinatörlüğünün çerçevesini belirlemiş olduğu irşad ve davet halkalarını son derece önemsiyoruz. Bu irşad halkaraıyla ilgili olarak Hareket’ in öncülerinden başlayarak tüm ağabey ve ablalarımızın bu koordinatörlükle iletişim halinde hamilik edecekleri halkalar oluşturmalarını bekliyor ve rica ediyoruz. Bizler bir tek insanın hidayetine vesile olmayı, onu Cehennem’den Cennet’e yönlendirmeyi üzerinde güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlı gören bir medeniyetin çocuklarıyız. Asli işimizinde; tebliğ, davet ve örgütlenme olduğunu unutmamalıyız. Bilmeliyiz ki havuzumuza girecek her yeni insan yeni bir imkân demektir.........
Yapılacak küçük çalışmaların, dünyalık imkânsızlıklara rağmen, “bizi ummadığımız yerden rızıklandıran” Allah (C.C.)’ın bereketiyle tahmin edemeyeceğimiz boyutlara ulaşacağı gerçekliği ise bu çalışmaya enerji veren ve ruh katan en büyük hakikattir.
Başarıyı ihsan eden sadece Allah (C.C.)’dır...
---------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar: (1).Yusuf suresi/108 (2).TDV İslam ansiklopedisi (3).Fussilet/33 (4).Enfal/24