İslamda Barış
«Ey îmân edenler! Hep birden sulh u müsâlemete giriniz. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size apaçık bir düş-mandır.» [1]
İslâm dîni sulhseverliği telkin eder; taraflar arasında ba-rışıklığın kurulmasını emreder. Barışı en insanî mânada kalb» lere ve dimağlara zerketmeye çalışır. Bunun için de:
a) İman edenlerin İslâmiyetle yaşamasını,
b) Bu yaşama düzeni içinde îmân saffmda en az bir gev-şemeye meydan verilmemesini,
c) İslâm yurdunda barışı sağladıktan sonra cihan sulhu¬na yardımcı olunmasını şart koşar.
Bu bakımdan Cenâb-ı Allah yukarıdaki âyetle, inanmış azim sahibi müslümanlara bütün varlıklariyle İslâmî esas ve prensipleri yaşamalarını, ve bu hava içinde önce kendi bünye¬lerinde sulhu gerçekleştirip sonra dünya sulhunda nâzım rol oynamalarım emrediyor.
Ayette geçen “Silm” maddesi, îslâmî ruhu, sulh, selâmet ve emniyeti ifâde eder. Demek ki dünya ve âhiret esenliği, Kur'-ân'm beyân ettiğisiİm dedir, onun taşıdığı ruh ve mânadadır. Müslümanlığı şekilde, sulhu nemelâzımcılıkta, kurtuluşu kendi çıkaımda, mutluluğu geniş servette, ibâdeti gösteriş ve lâfızda arayanlar bu rûh ve mânâyı yitirmişlerdir. Ellerinde ve¬ya raflarında yalnız Kur'ân'in resmi, üzerlerinde yalnız İsla-mm ismi kalmıştır.
Tarih boyunca İslâm âleminin başına gelen musibetler, Kur'ân'm getirdiği Silm düzeninin ihmal veya terkindendir. Son Mısır İsrail çatışması bunu bir daha meydana koydu.
Müslümanların Sîlm vadisinde üç büyük ihmal veya ku¬suru olmuştur:
1- Tevhîd akidesi ruhundan uzak kalmaları,
2- Kur'ân-ı kerîm'in getirmiş olduğu sulh u müsâlemeti kendi aralarında gerçekleştirmemeleri,
3- Şeklen müslüman olup ruhen bu hakikatten mahrum bulunmaları.
Eshâb-ı kiramın sarsılmaz îmânı, Ebûbekir Sıddîk'm azim ve irâdesi, Ömer'in tâviz vermiyen adaleti, Hâlid bin Velîd ve ordusunun ölümü istihkar edişi, Sa'd bin Ebî Vakkas'ın yol verme durumunda olmayan dicleyi geçme cesareti, Tarık bin Ziyad'm şahlanan din gayreti onlarda olmuş olsaydı elbette bu duruma düşmezlerdi.
Nitekim bu âyetin tefsirinde îbnü Kesîr (H: 701-774) di¬yor ki: «Cenâb-ı Hak dosdoğru îmân eden, Resulünü tasdik eden kullarına îmân şerefini taşıyarak yaşayabilmeleri için îs-lâmin esas ve prensiplerine sarılmalarını, amel etmelerini, emroîundukları şeyleri ferağat-ı nefisle yapmalarını, men'olun-dukları şeylerden tereddütsüz kaçınmalarını emrediyor.» [2]
Çıkarılan Hükümler:
1- Mü'minlerin «silnı»in delâlet ettiği İslâmî hayata hep birlikte girmesi,
2- Tevhîd akidesine sâdık bir ideal içinde Hakk'a boyun eğip tam bir teslimiyet gösterilmesi,
3- İmân edenler arasında isyan, çekişme, hizipleşme, tuğyan, eğrilik diye bir şey kalmaması, insan haklarına son de¬rece saygı gösterilmesi,
4- Sulhun prensip edinilmesi, zaruret olmadıkça savaş açılmaması,
5- Allah'ın «Hep birden sulh u müsâlemete girin» emri dışına çıkılmaması, şeytan ve ehl-i küfrün «silm»in hilâfına atılan adımlarına uyulmaması. Nitekim İbnü Abbas, Mücâhid, Tavus, Dahak, İkreme, Katâde, Süddî ve îbnü Zeyd (Allah hep¬sinden razı olsun) s i İm kelimesini «İslâm» ile tefsîr etmişlerdir.
Bu âyet-i kerîmeyle ilgili Buhârî'nin rivayet ettiği hadîste buyuruluyor ki:
Abdullah bin Ebî Evfâ (R.A.) diyor ki: Resûlüllah (S.A.V,) in düşmanla karşılaştığı günlerde idi, güneşin batıya doğru meyletmesini bekledi ve sonra ayağa kalkıp eshabma şöyle hitap etti: «Ey nâs! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin. Allah'tan afiyet dileyin. Düşmanla karşılaştığınız zaman da sabredin. Bilin ki Cennet kılıçların gölgesi altındadır.» (Buhâ-rî: 298).[3]
O halde önce sulh, sonra savaş îslâmın getirdiği bir düs¬tur ve prensiptir. Diğer bir tâbirle, barış asıldır, harp arızîdir.
Çünkü İslâm dîni harp üzerine kurulmuş ve bu esasla yaşıyan, hayatiyetim devam ettiren bir devlet değildir. İslâm, dinle devleti, dünya ile âhireti kendi nizamında bağdaştıran ilâhî bir sistemdir. Onun bu nizamına ve bu nizamın dayandığı. «Allah yalnız Müslümanların değil, âlemlerin Rabbisidir» esasa tecavüz olmadığı, engel çıkılmadığı müddetçe barışın devamım sağlamaya ve arızî olan savaşın çıkmamasına çalışır.
Peygamber (S.A.V.)in hidâyete daveti bir takım savaşlarla yürüdüğü, harbin asıl, barışın arızî olduğu için değil, İslâ-mî nizama ki bu nizam aynı fıtratta yaratılan bütün bir in-sanlığın hayat ve memat nizamıdır tecâvüz ve su'-i kasd vu¬ku bulduğu içindir. Böyle olduğu müddetçe de İslâm dini savaşı kaçınılmaz bir hal çaresi olarak kabul eder.
Nitekim in¬sanların birbirine haksız tecâvüzü Adem (A.S.)den bu yana de¬vam halindedir. Fakat savaştan önce bu ateşi söndürmek öngö¬rülen umumî bir kaaidedir. Enfâl sûresi, âyet 61 bu gerçeği en açık bir ifâdeyle beyân eder:
«Eğer onlar (İslâm nizâmı karşı¬sında bulunanlar) barışa meylederlerse, sen de meylet ve Al¬lah'a tevekkül eyle. Çünkü her şey'i hakkıyle işiten, kemâliyle bilen O'dur.» [4]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bakare sûresi, âyet: 208.
[2] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/238-239.
[3] Buhârî: Abdullah b. Ebî Evlâ
[4] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/239-241.