Hz. Ebubekir’in Minberden İlk Mesajı
Bir Hutbenin Düşündürdükleri
Vazifesini tamamlamış olarak Büyük Dost’a (Refikul –a’lâya) ulaşmış olan Peygamber Efendimizin yerine artık Devleti, Hz. Ebubekir yönetecekti. Bütün ısrarlarına rağmen, Müslümanlar başkasını seçmeyip, onun Devlet Başkanlığında kesin kararlarını vererek, ona biat ettiler. Bunun üzerine o büyük insan, iki senelik Devlet Başkanlığının muhasebesi olacak olan devlet siyasetini ihtiva eden (içeren) bir konuşma yaptı. Kendisini seçmekte kararlı olan Müslümanları camide toplayarak, onlara takip edeceği Devlet Politikasını açıkladı. Bunu niçin camide yapıyordu? Çünkü cami, Devlet merkeziydi. Öyle bir merkez ki, Allah’ın Devleti’nin kurulduğu bu camide hem ibâdet ediliyor, hem de Kendisine ibâdet edilenin kanunları yürütülüyordu. O minber; iç içe olan İslâm dini ve siyasetinin karar organıydı. Devlet Başkanı (Halife) Hz. Ebubekir, bu mes’uliyetli makama, yâni minbere (‘Vay orayı Allah’tan başkasına tahsis edenlerin haline! Cin sûresi 18. Âyette; Allah şöyle buyuruyor: “Hiç şüphesiz mescidler, sadece Allah’a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka hiçbir şeye ve kimseye kulluk etmeyin, dua etmeyin, tapmayın”) çıkarak, Allah’a hamdü senadan sonra, dini ve siyasi görüşlerini şu şekilde açıkladı:
“Ey Müslümanlar, sizin en hayırlınız olmadığım halde, sizi idare etmek üzere seçildim. İyilik yaparsam, bana yardım ediniz; kötülük yaparsam, beni doğrultunuz. Doğruluk, emanet; yalancılık da hıyanettir. Sizin yanınızda zayıf olanlar, benim yanımda güçlüdürler, ta ki inşallah onların bu illetini onlardan uzaklaştırayım. Yanınızda güçlü olanlar da, inşallah onlar üzerindeki hakkı alıncaya kadar, yanımda güçsüzdürler. Hangi İslam toplumu Allah yolunda cihadı terk ederse, Allah ona zillet ve aşağılık verir. Hangi Müslüman toplum arasında fuhuş yayılırsa, Allah onlara vereceği bela ve cezayı umumileştirir. Allah’a ve Resulü’ne itaat ettiğim müddetçe, “bana itaat edin! Şayet ben, Allah’a ve Resulü’ne isyan edersem, artık bana itaat yoktur.”
Şimdi, madde madde bu hutbenin tahliline geçelim:
1. “ Sizin en hayırlınız olmadığım halde, sizi idare etmek üzere seçildim.”
Bu ilk cümlesinde, Hz. Ebu Bekir r.a.’ın tevazunun büyüklüğünü görüyoruz. “ Ben, en iyiniz olduğum için beni seçtiniz” demiyor, böbürlenmiyor, kibre kapılmıyor, despotlaşmıyor, diktatörleşmiyor. Çünkü o, ilhamını Kur’an’dan ve Sünnet’ten alıyor, putlardan değil! Çünkü o, şu ayeti asla unutmuyor: “Muhakkak ki Allah, müstekbirleri sevmez”(16/23)
2. “İyilik yaparsam, bana yardım ediniz; kötülük yaparsam beni doğrultunuz.”
Bu cümlesiyle de, onun tebaasiyle, halkıyla ne kadar samimi olduğunu görüyoruz. İyilikte yardım, kötü davranışları olursa düzeltilmesini, ikaz edilmesini; ‘Ey Devlet Başkanı, şu şu hareketlerin yanlış. Allah kanunlarına aykırı’ densin istiyor. Bazıları gibi, ‘biz her şeyi biliriz, bize itaat edin, karşı çıkmayın!’ demiyor. ‘Kötülük yaparsam, yani Allah yolundan saparsam, bana karşı çıkıp, beni doğrultun!’ diyor. Bunu derken de, Müslümanların şu ayeti hatırlamalarını ima ediyor: “Allah yolunda olmakta ve O’nun buyruklarını yerine getirmede yardımlaşın; O’na isyan etmekte ve günah işlemekte birbirinize yardımcı olmayın.” (3/2)
3. “Doğruluk, emanet; yalancılık da hıyanettir.”
Hz. Ebu Bekir, Allah’ın ve Resulü’nün doğruluk, sadakat ve emanet konusundaki emirlerini ve yalancılık hususundaki nehiylerini hatırlatıyor.
“Doğru sözlü olun, yağcılık, tabasbus etmeyin! Konuştuklarınız açık olsun! Kendinizin bile inanmadığı şeyleri söylemeyin! Allah’a ve Resulü’ne, ‘şöyle diyorlar’ diye ayet ve hadise iftira etmeyin! Makam, mevki, para, kadın v.s. gibi menfaatler için, “Allah yolunda taviz verip, yalan söylemeyin, çünkü münafık olursunuz!” diyor. Allah’ın kanunlarına isyan ederek, akabinde, ‘ben de Müslümanım, ben de hacı çocuğuyum’ diye Müslümanları kandırmayın!” diyor.
4. “ Sizin yanınızda zayıf olanlar, benim yanımda güçlüdürler, ta ki inşallah onların bu illetini onlardan uzaklaştırayım. Yanınızda güçlü olanlar da, inşallah onlar üzerindeki hakkı alınıncaya kadar yanımda güçsüzdürler.” Aramızda takvadan başka üstünlük yoktur. Bu cümleleriyle de Hz. Ebu Bekir, İslam’ın zulüm mekanizmasını parçaladığını söylüyor ve devam ediyor; “Bize; Kur’an, yani Allah’ın kanunları geldikten sonra, hiç kimse, fakir, zayıf telakki edilerek ezilemeyecek! Beşeri nizamlara göre kurulmuş olan üstün sınıf, üstün ırk, üstün aile, üstün makam kavramları yok artık! Kuvvetli, zayıfı ezemeyecek; zengin, fakiri sömüremeyecek; kapitalizmin faizle dönen çarkları artık zavallı insanları kendine bağımlı kılamayacak. İnsanın, insanı sömürme kanuna paydos! Ve ben, İslam Devletinin başkanı, yani Halifesi olarak daima zayıfın, ezilmişin, fakirin yanında olacağım, ta ki onların başkaları üzerinde olan haklarını onlardan alıncaya kadar da, güçlünün ve zenginin yakasını bırakmayacağım! Ta ki Allah’ın buyruğu yerine gelsin!”
5. “Hangi İslam toplumu Allah yolunda cihadı terk ederse, Allah ona zillet ve aşağılık verir.” Hz. Ebu Bekir bu sözleriyle, Müslümanın izzet ve şerefinin, Allah yolunda vermiş olduğu cihada bağlı olduğunu söylüyor. İnsanın yaratılış sebebi, sadece Allah’a kulluk etmek olduğundan, onun şeref ve izzeti, bu kulluğun derecesine bağlıdır. Kulluk, Allah’ın Kur’an vasıtasıyla bildirdiği hayat nizamının kanunlarına harfiyyen uymak, onun doğrultusunda yaşamaya çalışmak ve bunu bütün insanlara tebliğ etmektir. Bunun aksi tehlike ve zillettir. Müslüman, Allah’ın dinine yardım etmekle, onu tebliğ etmekle tehlikeden kurtulur. Hz. Ebu Bekir, son zamanlarda çok yanlış olarak değerlendirilen şu ayeti hatırlatıyor adeta:
“Allah yolunda mallarınızı harcayın. Kendinizi (Allah yolunda cihad etmekten kaçarak) tehlikeye atmayın. (Böylece) iyilik edin. Allah muhakkak iyilik edenleri sever” (2/195)
6. “Hangi Müslüman toplum arasında fuhuş yayılırsa, Allah onlara vereceği bela ve cezayı umumileştirir.” Fuhşun insan toplumu üzerindeki menfi etkisi çok büyük olduğundan, Allah Teâla fuhşu yasaklamış ve insanın selameti için aile düzenini emretmiştir. Önemine binaen de, fuhuş yapanlara en büyük ceza olan recmin tatbikini ferman buyurmuştur. Öyle ki İslam hukukuna göre üç fiilin cezası ölümdür: 1.Müslüman iken İslam’ı terk eden, 2.Meşru sebebe dayanmadan bir insan öldüren, 3.Zinâa yani fuhuş yapan. Bunlardan sadece fuhuş yapana recm yani taşlayarak öldürme cezası verilir. Nitekim Hz. Ebu Bekir İslam toplumunun en büyük felaketten uzak durmasını, aksi takdirde Allah’ın vereceği cezanın herkese şamil olacağını belirtiyor. Lübnan’ı düşünün. Sadece Orta Doğu’nun değil, belki dünyanın fuhuş odaklarından birisi haline gelmişti. Allah öyle bir bela verdi ki, fuhuş yapanı da, yapmayanı da, Müslüman’ı da, gayr-ı Müslimi de bugünkü cehennem savaşından kurtulamadı. Bu savaştan önce görenlerin Beyrut’u ile şimdiki Beyrut’u kıyaslayın. İçinde Müslümanların yaşadığı bir Devlet düşünün ki, sinemaları, televizyonları, kitapçıları, gazeteleri, dergileri, otelleri, motelleri, sokakları, caddeleri, denizleri, devletçe işletilen umumhaneleri turizm adına da olsa fuhşu sergiliyor; kısacası bütün müesseseler Allah’a isyan etmeye devam ediyor. Allah affeder mi? Nitekim affetmedi. Ve o güzel Beyrut, kuşların bile üzerinden uçmak istemedikleri bir harabeye döndü. Başımıza gelen her bela ve musibeti; Allah ve Resulünün ölçülerine vurarak, ibret ve dersler çıkararak, ‘nefs muhasebesi’ yaparak değerlendirelim. Allah’ı ve onun gazabını düşünelim! Unutmayalım ki Lut Peygamber’in kavmi fuhuş yüzünden helak oldu. Peygamberler, içlerinde bulunmalarına rağmen (Peygamberimiz hariç) kavimlerin neden/niçin/nasıl helak olduklarını bugün yaşadıklarımızı düşünerek mutlaka okuyalım.
Hutbemi Sevgili Peygamberimizin şu niyazıyla bitiriyorum: “Allah’ım! Bize imanı sevdir, kalplerimizi imanla süsle! Bize küfrü, itaatsizliği ve isyanı sevdirme, kerih göster! Bizi doğru yolda olanlardan eyle!”