Rasulullah sav Efendimizin Samimiyeti
Peygamberimiz Hz. Muhammed-ül Mustafa (sav), Allah’ın kendisine öğrettiği İslam ahlakını hayatının sonuna kadar büyük bir gayretle tebliğ etmiştir.
Allah'ın izni ile Peygamber (sav) Efendimizin samimi bir çabayla tek başına başlattığı bu tebliğ, O’nun samimiyeti, kararlılığı ve güzel ahlakı vesilesi ile kısa zamanda geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
Peygamberimiz (sav)'den sonra da devam eden bu tebliğ, milyonlarca kişinin imanına vesile olmuş; insanlar bu sayede Kur’an ahlakına dayalı gerçek sevgiyi, barış ve adaleti öğrenmişlerdir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed-ül Mustafa (sav), hayatı boyunca ümmetinin iyiliği ve saadeti için, azamî derecede samimiyetle çalışmıştır. Bütün zamanını, gayretini, varını yoğunu ümmetini İslâm ışığıyla aydınlatmak için harcamış; hatta Cehennem ateşinden kurtarmaya çalıştığı insanların ellerinden nice çile ve ızdırap çekmiştir.
Cenab-ı Peygamber Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz, tamamıyla cehalet ve günah içinde yaşayan, kendileri için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bile bilmeyen ümmetinin haline çok üzülürdü. Onları bu bedbaht hayattan kurtarıp, Allah-ü Teâlâ Zülcelâl Hazretlerinin nurlu yoluna ulaştırmak için mücadele veriyordu. Bu mücadele esnasında maruz kaldığı kötü sözlere ve şiddetli muhalefe zaman zaman üzülmüş, kırılmış, fakat asla umudunu kaybetmemiş ve yolundan taviz vermemiştir. Bu mücadelesinde Mevlayı Zülcelal Hazretleri, Habibi Ahmed Rasulü Muhammed (sav) Efendimize hitaben: "Kâfirlere (inkârcılara) ve münafıklara (ikiyüzlülere) itaat etme ve eziyetlerine aldırma; Allah'a güven, güvenilecek olarak Allah yeter." (Azâb; 48) buyuruyor.
Rasulullah (sav) Efendimiz, Mekke'de iken Allah'ın dinini tebliğ gayesiyle büyük bir sabır, aşk ve samimiyetle kapı kapı dolaşıp Allah’ın dinini tebliğ ederken, bazen de kapılar yüzüne kapatılırdı.
Ancak O, kendilerine yapılan bu kaba hareketlere değil, onların gaflet ve cehaletine müteessir olurdu. Bu gibi insanlara:“Buna mukabil sizden bir ücret istemiyorum! Benim ücretim sadece âlemlerin Rabbine aittir.”( Şuara; 109) buyurarak, sırf Allah rızası için tebliğde bulunduğunu bildirirdi.
Kendi yakınlarını da evine davet etti. Çok etkili kısa bir konuşma yaparak İslâm'ın temel ilkelerini anlattı. Sonra da, "ey akrabalarım, size bu dünyada da, ahrette de refah ve mutluluk getirecek bir şey getirdim." dedi. Çocuk olan Ali'den başka yine hiçbiri O’nu desteklemedi. Fakat Resûlallâh (s.a.v.) davasında o kadar samimiydi ki, tüm hakaret, düşmanlık, baskı ve zulme rağmen mücadelesini sürdürdü.
Maruz kaldığı hakaret ve ezaya rağmen, Resûlallâh (s.a.v.) insanları İslâm'ın ışığına daveti sürdürdü.
İnsanları Hakk'a ulaştırma mücadelesinde sadece Allah rızası için gece gündüz çalıştı. Hiçbir zaman bir karşılık veya mükâfat beklemedi, "... De ki: 'Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ancak akrabalık sevgisini diliyorum.' " Ve Sâd Suresi'nde de, şu ifadeyi görüyoruz: "(Ey Muhammed) de ki: 'Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Kendiliğimden bir şey iddia eden kimselerden de değilim.' " (Sâd; 86)
Bir gün Kureyş'in ileri gelenlerinden biri Resûlallâh (s.a.v.)'e gelerek; "Ey Muhammed, sen bizim tanrılarımızı incittin, içimize tartışma ve bozgunculuk tohumları ektin, dayanışmamızı, birliğimizi bozdun, hepimize üzüntü ve dert getirdin. Eğer zenginlik istiyorsan, seni ülkemizin en zengini yapalım. Güç, iktidar ve liderlik istiyorsan, seni başımız yapalım. İstediğin güzel bir kadın varsa, söyle, hemen senin olacaktır. Eğer hastaysan en iyi doktoru bulup tedavi ettirebiliriz." dedi. Bütün bunları sessizce dinleyen Resûlallâh (s.a.v): "Ben mal ve zenginlik istemiyorum; kral veya hükümdar olmak gibi bir arzum da yok; hiçbir kadını da istemiyorum; hasta da değilim. Tekliflerinizin hiçbiri beni ilgilendirmiyor. Ben yalnız Allah'ın aciz bir kuluyum. O Allah ki, beni size Elçisi (Resulü) olarak, Dini'ni inkâr ettiğiniz takdirde azab İle ikaz etmek ve Dini'ne iman ettiğiniz takdirde ise Rahmet ile müjdelemek üzere gönderdi. Bu dini kabul ediyorsanız peşimden gelin. O zaman hem bu dünyanın, hem de öteki dünyanın mahsulünü toplarsınız." demiş ve şöyle devam etmiştir: "Güneşi bir elime, ayı diğer elime koysanız, yine davamdan dönmem. Rabbimin verdiği göreve devam edeceğim." (Siret-i İbni İshak)
Resûlallâh (s.a.v)'in davasındaki samimiyetinin bundan iyi ispatı olabilir mi? O Mekkeli müşrik liderlerinin teklif ettiği bu dünyanın tüm maddî zenginlik ve unvanlarını reddetmiştir. Oysa onlara sadece bazı temel ilkelerde taviz verecekti. Şayet Allah'ın Dini'ni yaymakla emredilmemiş olsaydı veya davasında samimi olmasaydı, muhalifleriyle kolayca taviz vererek uzlaşır ve bu dünyanın mal, zenginlik, zevk ve makamlarına sahip olurdu.
Ancak o, bu önemsiz cazibenin çok üzerindeydi.
Kendisini davasına samimiyetle adamıştı.
O yine de insanları hak yola, iyilik yoluna teşvik etmiştir. Bir vesileyle Allah, elçisini ferahlatmak için şu ayeti nazil etmiştir: "Biliyoruz, onların dedikleri elbette seni üzüyor, gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler bile bile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar." (En’âm; 33) Maîde Suresi'nde de şöyle buyrulmaktadır: "Yalana kulak verirler, haram yerler. Sana gelirlerse, İster aralarında hüküm ver, İster onlardan yüz çevir; eğer onlardan yüz çevirirsen, sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hüküm ver. Çünkü Allah âdil olanları sever." (Mâide; 42).
Resûlallâh (s.a.v.)'in tüm hayatı, İslâm'ı anlatırken gösterdiği samimiyet ve aşkla doludur. Yakınlarını Safa tepesine ilk topladığında, Allah'ın emrine uyarak şöyle hitabetti. "Ey Kureyş halkı! Size şu tepelerin arkasında bir ordu olduğunu söylesem bana inanır mısınız?" Hepsi, tek bir ağızdan, "Evet, biz seni her zaman, doğru, samimi ve emin bulmuşuzdur!", Bunun üzerine Resûlallâh (s.a.v.) onları, gayet açık ve sade bir şekilde Tevhit akidesini anlatarak İslâm'a davet etti ve inkârcılığın sonuçları hakkında onları uyardı. Ne yazık ki hiç kimse onun hüsnü niyetle yapılan, samimi tebliğini dikkate almadı. Amcası Ebu Leheb'in de içinde bulunduğu bazıları ona hakaretler yağdırdılar.
Ancak Resûlallâh (s.a.v.) sabırla ve samimiyetle insanların hayrı ve iyiliği için olan çabalarını devam ettirdi. (Siret-i İbni İshak).
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) , maddî, sosyal veya siyasî olarak hiçbir karşılık almadan ömrünü insanlığın kurtuluşu yolunda mücadeleyle geçirmiştir. İnsanlığın iyiliğini kalbinde taşımış ve hayatını Allah'dan aldığı vahyin ışığında bu uğurda geçirmiştir. Sıradan bir insan gibi sade bir hayatı vardı. Kendi evinin işini görür, hırkasını diker, ayakkabılarını, duvarları tamir ederdi. Mesciddeyken insanlar arasında onlardan biri olarak herhangi bir farklı durumda olmaksızın otururdu. Öyle ki kimin Peygamber ve hükümdar olduğu fark edilmezdi. Onun karakterine şöyle bir bakmakla bile, Allah tarafından verilen görevindeki büyük samimiyet görülürdü. Her şeyin üstünde, onun mücadelesi maddî kazanç veya dünyevî şan ve şöhret için değil, fakat Allah'ın Şam ve insanlığın kurtuluşu içindi.
Resûlallâh (s.a.v.)'in bütün hayatı, onun iyilik ve takvasını bilen ve tasdik eden insanlar arasında geçmiştir. İnsanlar, onun samimi, içten ve dürüst olduğunu ve insanları sevdiğini biliyorlardı. Resûlallâh (s.a.v.) kendilerine, aldığı vahyi nasihat ederken, kötülük ve hatalarına işaret ederken niçin ona sırt çevireceklerdi, Hepsi kendi iyilikleri içindi.
Peygamber (s.a.v.) bunları gösterdi ve tekrar tekrar, usanmadan içlerinde yaşadığı hayata bakmaları için yalvardı. "(Ey Muhammed), de ki:
'Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım, size de hiç bildirmezdi. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz?' " (Yunus; 16).
İslamiyet, indirildiği ilk dönemlerden itibaren Peygamberimiz (s.a.v.)’in gösterdiği kararlılık ve samimiyet vesilesi ile büyük bir hızla yayılmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.)’i örnek alan o dönemdeki Müslümanların kararlılığı ve adaleti de pek çok Arap kabilesinin İslamiyet'i seçmesinde çok etkili olmuş; Kuran ahlakı, bölge halkının hayatında olumlu yönde değişikliklere sebep olmuş, cahiliye dönemine ait karmaşa, haksızlık ve kan davaları ortadan kalkarak yerini huzur, güven ve barışa bırakmıştır. Uzun süre sonra ilk defa bölge insanları arasında Kuran ahlakının bildirdiği, gerçek manada saygı, sevgi, merhamet ve adalete dayalı bir düzen kurulmuştur.
Resûlallâh (s.a.v.) Efendimiz: Din, bütünüyle samimiyetten ibarettir buyurmuştur. Kendisine, kime karşı samimiyet ve sadakat gösterilecek diye sorulunca: “ALLAH'a, Kitabına, Resulüne, müminlerin başındaki imamlarına ve bütün müminlere.” (Buharî, Müslim) cevabını vermiştir.