Hadislerle Hz. Peygamber’in Ahlâkı – 4
7. Affetmesi:
Taif seferi: İslâm’ı yaymak için Taif’e giden Allah elçisinin kıymetini Taifliler de bilemediler. Kendilerine gelen zatın Allah’ın habibi olduğunu anlayamadılar. O’nu taşladılar… Mübarek ayakları kan içerisinde kaldı. Cebrail (as) Taif’in altını üstüne getirmek istedi. Ancak Resûlullah, “Hayır, belki bunların içinden İslâm’a girenler olur.” buyurdular.
Ambargo: Müşrikler Hz. Peygamber’e hayat hakkı tanımak istemiyorlardı. Onunla görüşenleri ve Müslüman olanları tehdit ediyorlardı ve üç yıla yakın Müslümanları aç susuz bıraktılar. Onlarla alışveriş yapmadılar. Kız alıp vermediler. Ancak Allah Resûlü o sıralarda bile Allah’ın onları affetmesi için dua ediyor, gözyaşı döküyordu ve “Allah’ım, kavmimi affet. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.” diye yalvarıyordu. Ancak kavmi bunlarla da kalmadı O’nu hicret etmeye, Mekke’yi terk etmeye zorladı.
Mekke’nin Fethi: Allah Resûlü üzülerek ve istemeyerek ayrıldığı Mekke’ye sekiz sene gibi çok kısa bir zamanda muzaffer olarak dönüyordu. Fetih gerçekleşmişti. Ebû Süfyan’ın evine ve Kâbe’ye sığınanlara dokunulmayacak, diyordu. Kendine yapılanları affetmiş hatta suçlular utanmasın diye kendisi başını öne eğerek Mekke’ye girmişti. O’nun bu affı karşısında Mekkeli müşrikler eriyor, bölük bölük İslâm’a giriyorlardı.
18. Nükte ve Latife:
Allah Resûlü (sas), tatlı dilli olmayı ve güler yüz göstermeyi sadaka saymış, kendisi bunu bizzat yaşayarak göstermiştir. Sevgili Peygamberimiz, konuşurken sürekli tebessüm eder, etrafına neşe dağıtır, yerine göre latife yapar, insanların gönlünü hoş tutardı. İnsanların arasında bulunduğu zaman onlara bazen nükteli ve hoş sözler söylerdi. Ancak O’nun şakaları da bir gerçeğe işaret ederdi. Nitekim yaşlı bir kadına “Sen bu halinle cennete giremezsin.” demiş, kadın üzülünce, “Cennete bu yaşlı halinle değil, genç olarak gireceksin.” buyurarak kadını sevindirmişti. Yine Enes b. Malik (ra)’e ara sıra “Ne haber iki kulaklı?” diyerek takılırdı.
Sünen-i Ebî Dâvûd’un, Edeb bölümünün, 92. bahsinde şöyle zikredilmektedir:
Enes b. Malik (ra) anlatıyor: Bir defasında adamın biri “Ya Resûlallah! Beni devene bindirir misin?” demiş, Resûlullah da, “Seni deve yavrusuna bindireyim.” diye cevap vermişti. Adam “Nasıl olur, ben devenin yavrusuna nasıl binerim?” deyince, Resûlullah (sas); “Her deve bir başka devenin yavrusu değil midir?” diyerek şaka yaptığını açıklamıştı.
Diğer taraftan Sevgili Peygamberimiz, düğün ve bayramlarda eğlenmeye de müsaade etmiştir. Hz. Âişe validemiz Medineli bir kızın düğününden döndüğünde ona def çalıp çalmadıklarını sormuş, Âişe, “Hayır!” dediğinde, “Def çalsaydınız ya… Medineli kadınlar bundan hoşlanırdı.” buyurmuştur.
Sahih-i Buhârî’nin “iydeyn” bölümünde yer alan bir hadiste şöyle anlatılmaktadır: Bir bayram günü Hz. Peygamber’in evinde hanımları ve hizmetçileri şarkı türünden sözler söyleyerek eğleniyorlardı. O sırada Hz. Ebû Bekir gelmiş ve başta kızı Hz. Âişe olmak üzere oradakilere, “Peygamber’in evini şeytanın işleriyle mi doldurdunuz?” diyerek çıkışmıştır. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Ey Ebû Bekir, herkesin bir bayramı var, bizim bayramımız da bugün, bırak eğlensinler.” buyurmuştur.
Görüldüğü gibi İslâm, fıtrat dinidir. Bu nedenle Sevgili Peygamberimiz dünya ve âhiret dengesini en mükemmel bir biçimde kurmuştur. Her şeye yasak koyan bir anlayışla hareket etmemiş, zararlı olmayan davranışlara müsaade etmiştir.
19. Hitabet:
Allah Resûlü (sas), konuşurken tane tane konuşur, kelimelerini saymak isteyen neredeyse tek tek sayabilirdi. Muhatabının anlaması için bazen sözü üç defa tekrar eder, bazen de soru sorarak öğretirdi. O’nun konuşmaları ya da hitabı çok uzun olmaz, hatırda kalacak kadar gayet veciz ve kısa olurdu. Sevgili Peygamberimiz, ne zaman, nerede ve ne söyleyeceğini çok iyi ayarlardı. O, sertlik ile tatlılığı ve güzelce anlatma ile söz sayısının azlığını bir arada toplamıştır. O’nu ne bir delil çürütebilmiş, ne O’nun karşısına bir hasım çıkabilmiş ve ne de bir hatip O’nu susturabilmiştir. Aldatmaya başvurmaz, hile yolunu kullanmaz, arkadan konuşmaz, ayıplamaz, ne gecikir, ne acele eder, ne uzatır ve ne de kısa tutardı.
Sevgili Peygamberimiz karşısındaki kişinin anlayacağı şekilde konuşur; söz söylerken yapmacık hareket etmezdi. O’nun konuşmasındaki asıl amaç söylediği sözün mahiyetinin anlaşılması ve gereğinin yerine getirilmesiydi. İnsanlarla konuşmuş olmak için ya da onları eğlendirmek maksadıyla asla konuşmazdı. Böyle davranışları da ayıplardı.
Sahîh-i Buhârî’nin “Menâkib” bölümünün 23. bahsinde bu konuda şöyle zikredilmektedir. Âişe (ra) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz sözü sizin söylediğiniz gibi (hızlı) söylemezdi. O, tane tane konuşurdu, şayet biri O’nun kelimelerini saymak istese sayabilirdi.
20. Nezaket ve Tevazu:
Allah Resûlü (sas), halkından farklı yaşamadı. O, halkının arasında sade bir vatandaş gibi yaşadı. Saraylar, köşkler yaptırmadı. Bir görev düştüğünde onu yapar, kendisine bir ayrıcalık tanınmasını istemezdi. “Toplumun efendisi O’na hizmet edendir.” düsturuyla hareket eder; liderlik, başkanlık gibi sıfatların arkasına sığınmazdı. Diğer taraftan Sevgili Peygamberimiz, karşısındaki insana çok saygılı ve centilmence davranırdı, herkese değer verdiğini belli ederdi. Allah Resûlü (sas) kendisine biri geldiğinde onunla tokalaşır, karşısındaki insan elini çekmeden onun elini bırakmazdı; yine karşısındaki kimse yüzünü başka tarafa çevirmeden önce, o kimseden yüzünü çevirmezdi. Resûlullah (sas)’ın, beraber oturduğu bir kimsenin önünde dizlerini uzattığı da görülmemiştir.
Sevgili Peygamberimiz bulunduğu yerde insanlara hizmet etmekten kaçınmazdı. Bir gün Hz. Peygamber arkadaşlarıyla oturuyordu. Bir ara kalktı, arkadaşlarına su dağıtmaya başladı. O sırada içeriye yabancı biri geldi ve bu topluluğun lideri kim, dedi: Sevgili Peygamberimiz “Seyyidü’l-kavmi hâdimuhum” yani topluluğun efendisi onlara hizmet edendir, buyurdu. Evet, O, hizmet edeni efendi olarak kabul eden bir anlayışa sahipti.
Tirmizî, es-Sünen, “Kitâbü’l-Cenâiz”, 32. Enes b. Mâlik (ra) anlatmaktadır: Resûlullah (sas) hastayı ziyaret eder, cenazeyi teşyi eder, (tevazu gösterip) merkebe biner ve kölenin bile davetine icabet ederdi. Öyle ki, o Benî Kurayza günü, üzerine liften palan örtülmüş bir merkebe binmişti.
Doç. Dr. Mustafa KARATAŞ