Peygamber Bizlere Neyi Emretti
Tıpkı bizler gibi o dönemde de Peygamberlerinin kendileri gibi insan olmalarını anlamakta zorluk çeken ve sırf bu yüzden gelen mesajlara inanmak istemeyen insanlara bakın Kur’an’ın cevabı nasıl olmuştur?
Maalesef olur olmaz yerde savuna geldiğimiz fikirlerimizin doğruluğunu ispat etmek adına ayetleri oraya buraya çekiştirip duruyoruz. Bu huyumuzdan bir an önce vaz geçmeliyiz. Bırakalım Yüce Allah kitabında ne anlatmak istiyorsa o anlamlar öylece anlaşılsın ve de yaşansın. Eğer ki yaşayışımız Kur’an ayetleri ile çelişiyorsa Kur’an’da geçen bu ayetlerin anlamlarında değişiklik yapacağımıza bizler yaşantımızdaki bu yanlışları terk edip Kur’an’ın bahsettiği anlamı hayatımıza aktarmalıyız.
Bu konuda verebileceğimiz güzel örneklerden bir tanesi Haşr Suresi 7. ayettir.
“…Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.…” tabi bu hali ile bu ayet farklı bir anlam kazanmaktadır. Fakat ayetin tamamına baktığımızda aslında ayetin bu şekli ile anlaşılan anlamından çok farklı bir anlamı olduğu görülmektedir.
Şimdi ayetin noktalı kısımlarının da yazılı olduğu tümüne bir göz atalım.
“Allah’ın fethedilen ülkeler halkının mallarından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, yalnızca zenginler arasında dolaşan bir ayrıcalık olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” (59/7)
Ayetin tümü göz önüne alındığında, ayette ganimet mallarının paylaşımından bahsedildiğini açık bir şekilde görebiliyoruz. Söz konusu olay Peygamber Efendimizin müminlere verdiği ve yasakladığı ganimet malları ve o malların paylaşımı ile ilgilidir. Fakat yukarıda ki ayetin başını ve sonunu keserek veren bu kimselerin anlatmak istediği şey ise sanki Kur’an dışında bir vahiy ile Peygambere ne yapması gerektiği Allah tarafından bildiriliyor gibi anlatılmaktadır. “…Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.…” ayetinin bütününde de anlatıldığı gibi Peygamber’in (S) bize verdiği ve bize yasakladığı şeyler tamamen Allah tarafından kendisine vahiyle bildirdiği emirler, yasaklar ve tavsiyelerdir. Halbu ki bu iş diğer şekli ile kabul görecek olursa Hz peygamberinde Kur’an dışında hüküm verebileceği söylenmektedir ki bu Kur’ani bilgilerle olması asla mümkün olmayan bir şeydir. Çünkü hiçbir Peygamberlerin böylesi bir yetkisi bulunmamaktadır. Kitapta yazılanı değiştiremezler ve kitapta yazılana ters bir hüküm veremezler. Tüm Peygamberler ancak kendilerine vahyolunana uyarlar ve kendilerine vahyolunan ayetleri tüm insanlara iletirler.
Bu durum Müşriklerin Hz Muhammed’e (S) sordukları sorulara verdiği cevapta açıkça görülmektedir. Zaten müşriklere nasıl bir cevap vermesi gerektiğini de Yüce Allah söylüyor.
“Onlara açık anlamlı ayetlerimiz okunduğunda, bizimle karşılaşacaklarını beklemeyenler sana, ‘bundan başka bir Kur’an getir ya da onu değiştir’ dediler. Onlara de ki; ‘Onu kendiliğimden değiştirmem sözkonusu değildir. Ben sadece bana vahyolunan mesaja uyarım. Eğer Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.” (10/15)
Kur’an’da olmayanın söylenmesini Peygamber (S) Rabbine isyan olarak algılamakta ve gelecek olan büyük günün azabından çok korktuğunu söylemektedir. Fakat bizim önderlerimiz bu konuda hiç bu kadar korkuya kapılmış görünmüyorlar. Peygamberlerin “yapamam, söyleyemem” dedikleri birçok şeyi onlara söylettirmekte hiçbir sakınca görmüyorlar.
Yüce Allah kendisinin onaylamadığı hiçbir şeyi Peygamberinin yapmasına izin vermemiştir.
Bu konuda bakın Yüce Allah yine elçisini nasıl uyarıyor;
“Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (66/1)
Bu konudaki bir diğer olumsuz örnek ise “Peygamber kendiliğinden/hevasından konuşmaz.” ayetine yüklenen yanlış anlamdır. Elbette ki Peygamber kendiliğinden konuşmaz. Fakat O’nun her konuştuğu vahiy gibi de değildir. Peygamberimizin (S) her konuştuğuna vahiydir demek en hafif ifade ile Kur’an’ı hiç okumamak, onun mesajlarından haberdar olmamak demektir. Bu konu sadece Peygamberimiz (S) aleyhine konuşan, kötü propaganda yapan müşriklere verilen cevapla ilgilidir. Ve bu yalnızca Kur’an ile sınırlı bir durumdur. Yani ayetlerde de anlatıldığı gibi Peygamber kendisine Cebrail tarafından iletilen ayetleri müşriklere anlatıyor, söylüyor. Söyledikleri şeyler kafasından uydurduğu şeyler değildir. Yoksa onun normal yaşamında söylediği her şey kast edilmiyor. Her sözü vahiydir denilmiyor. Üstelikte Yüce Allah Kur’an’da söylediği sözler dışında bir sözün kendi sözü gibi anlatılması karşısında elçisini uyarıyor. Ve tehdit ediyor.
“Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.” (69/44–46)
Hevasından/boş/kendiliğinden konuşmaması olayı da bu bağlamda anlaşılacak bir olaydır. Tüm bu anlattığımız söz konusu olay ise müşriklere cevap ayetleri olan Necm Suresinde geçmektedir.
“Batmakta olan yıldıza Andolsun ki, Arkadaşınız sapmadı ve azmadı. O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Söyledikleri, kendisine indirilen bir vahiydir. Bu vahyi O’na müthiş güçleri olan Cebrail öğretti.” (53/1–5)
İşte ayette de görüldüğü üzere Peygamberimizin (S) hevasından yani kendiliğinden konuşmaması meselesi vahiy ile sınırlı, onunla alakalı bir konu. Yukarıda da değindiğimiz gibi bu söylemiş olduğu tüm sözlerin vahiy olmasını kapsamamaktadır. Eğer öyle bir şey söz konusu olsa idi Peygamberimizin (S) hiçbir konuda yanılmamış olması gerekirdi. Fakat Peygamberin (S) yanıldığını bildiren birçok örnek söz konusudur.
Bu konu ile ilgili bir örnek verecek olursak;
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Bedir günü esirler konusunda insanlarla (ashabı ile) istişarede bulunup: Şüphesiz ki Allah -azze ve celle-, onlara karşı size güç ve kuvvet vermiştir, buyurdu. Ömer b. Hattâb kalkıp: Ey Allah’ın elçisi! boyunlarını vur, dedi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ondan yüzünü çevirdi. Sonra Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- dönüp: Ey insanlar! Şüphesiz ki Allah, onlara karşı size güç ve kuvvet vermiştir. Onlar, dün ancak sizin kardeşlerinizdi, buyurdu. Ömer kalkıp: Ey Allah’ın elçisi! Boyunlarını vur, dedi. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ondan yüzünü çevirdi. Sonra dönüp insanlara aynı sözü söyledi. Ebu Bekir ayağa kalktı ve: Ey Allah’ın elçisi! Uygun görürsen onları affet ve onlardan fidyeyi kabul buyur, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in yüzündeki üzüntü ve keder belirtileri hemen gitti. Ardından onları affetti ve onlardan fidye aldı. Bunun üzerine Allah -azze ve celle- şu ayetleri indirdi:
“Yeryüzünde üstünlüğünü perçinlemedikçe hiçbir peygamberin esir alması yerinde değildir. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah sizin hesabınıza ahireti istiyor. Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir.”
“Eğer Allah’ın daha önce kesinleşmiş (ve bu konuda lehinize işleyen) bir hükmü olmasaydı, esirlerin karşılığında aldığınız fidyeler yüzünden başınıza büyük bir azap gelirdi.”(8/67–68)
Ayetlerde görüldüğü üzere Yüce Allah Hz Ömer’in önerisini haklı bulmakta elçisinin bu konuda yanıldığını söylemektedir. Eğer peygamberin Kur’an dışındaki tüm sözleri vahiy olsa idi yani bunu yüce Allah O’na söylemiş olsa idi herhalde olay sonrası böylesi bir cevap vermez Peygamberine bu kimseleri esir alması ve fidye karşılığı serbest bırakması yerinde uygun bir davranış değildir, demezdi.
O halde Peygamberin bizlere emrettikleri şeyler vahiy ile sınırlıdır. O bu şekli ile hevasından konuşmaz ve bizlere Kur’an’a uymayan şeyleri yapmamızı emretmez.
Bu olsa olsa bizlerin İslam dışı yapa geldiğimiz şeyleri terk etmeyi göze alamayıp bu durumumuza Peygamberimizi de alet etmektir. Zaten bu hali ile Peygamberimizi kendimiz gibi bir insan olduğunu kabullenmediğimizdendir ki bu dinin tüm emirlerini emr olunduğumuz gibi dosdoğru yaşamaya yanaşmıyoruz. Çünkü bir şeyi çok kutsal erişilemez hale getirdiğimizde bize iletilen emirleri de yapamayacağımızı kabullenmiş oluyoruz. Fakat bizler Peygamberleri insanüstü olarak görsekte Kur’an bu öngörümüzü onaylamıyor. Üstelik bu tarz düşünceye sahip kişilerin hep Peygambere muhalif olan müşrik kimseler olduğunu görüyoruz.
Tıpkı bizler gibi o dönemde de Peygamberlerinin kendileri gibi insan olmalarını anlamakta zorluk çeken ve sırf bu yüzden gelen mesajlara inanmak istemeyen insanlara bakın Kur’an’ın cevabı nasıl olmuştur?
Yüce Allah onlara şu cevabı veriyor:
“Eğer yeryüzünde melekler olsaydı, elbette onlara… Peygamber olarak melek gönderirdik” (17/ 95)
Yine Allah inanmayanların Peygamberlerin melek olması ile ilgili isteklerde bulunmalarına karşı Peygamberimizin şöyle cevap vermesini istemiştir:
“Güç ve yüceliğinde sınırsız olan Rabbimdir. Ben yalnızca peygamber olarak gönderilmiş bir insanım” (17/93)
Burada çelişkili olan şey günümüzde aynı tarz davranışları sergileyen Müslümanların sanki melek olan bir Peygamberin yolunu takip ediyormuş gibi davranmalarıdır. Yani müşriklerle aynı dili kullanmalarıdır. Günümüz insanları bu dini yaşamamak adına Peygamberlerini o kadar çok yüceltip kutsallaştırıyorlar ki kendilerinin Peygamber gibi olmadıklarını ve bu nedenle böylesi bir devirde Kur’an’ın tüm emirlerini yaşayamayacaklarını öne sürüyorlar.
Halbu ki Peygamberler insanlardan farklı olarak sadece Allah’tan vahiy alırlar. Bizlerden farklı oldukları tek konu budur. Konu ile ilgili olarak Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilahınızın yalnızca tek bir ilah olduğu vahyediliyor. Artık ona yönelin ve ondan bağışlanma dileyin” (41/6)
Evet, bu ayette şunu anlıyoruz ki Allah’a yönelmemizin ve O’ndan bağışlanma dileyip hidayet üzere yol almamızın ön şartı önce Peygamberin insan olduğunu kabul etmemizle başlıyor. Çünkü bu anlayış bizlere insan olarak gördüğümüz bir Peygamberin Allah adına yaptığı tüm eylemleri bizlerinde yapabileceği düşüncesini verecektir.
Çünkü bütün bir hayatımız boyunca Peygamberimiz gerçektende bizler için güzel bir örnektir.
Bu konuda Yüce Allah elçisi için; “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” (68/4) diyor. Ve bizlere; “Andolsun ki, Allah’ın elçisinde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için en güzel bir örnek vardır.”(33/21) diye sesleniyor.
Dahası Yüce Allah Elçisini bizlerin arkadaşı olarak tanımlıyor.
”Arkadaşınız yoldan çıkmış ve sapıtmış değildir” (53/2), ”Arkadaşınız bir mecnun değildir ”(81/22), ”Arkadaşı ona ‘üzülme Allah bizimle beraberdir’ dediği zaman..” (9/40)
Ve bakın O’nun bizler hakkında ne düşündüğünü ise nasıl tarif ediyor;
“Ant olsun ki size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir O, size çok düşkün; müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir” (9/128)
“…Onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi… Onları affet, bağışlanmaları için dua et…” (3/159)
Evet, bizler insan olan bizlerin sıkıntıya düşmesine çok üzülen bizlere karşı çok şefkatli ve merhametli bizlere her zaman yumuşak davranmış bir insan Peygambere inanıyoruz. Böylesi bir Peygamberin yolunu takip ediyoruz.
Kızı Fatıma’ya “amellerine dikkat et kızım. Babanın Peygamber olduğuna sakın güvenme. Öteki dünyada ben sana şefaatte/yardımda bulunamam” diyen bir Peygambere inanıyoruz.
Yine O gaybı bilmediğini söyleyerek; “De ki: Eğer gaybı bilseydim (daha) çok hayır elde ederdim ve bana kötülük de dokunmazdı…”(7/188) diyen bir Peygamberdir. Kendilerine mucize göstermesini isteyen müşriklere “Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece İnsan olan bir elçiyim.” diyen bir Peygamberdir.
“Dediler ki: Sen, bize yerden bir kaynak çıkarmadıkça sana asla inanmayacağız. «Veyahut senin hurma ve üzüm bahçelerin olmalı; aralarından ırmaklar akıtmalısın. Yahut da iddia ettiğin gibi, göğü tepemize parça parça düşürmeli, ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut da altından bir evin olmalı. Veya göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.» De ki: ‘Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece İnsan olan bir elçiyim.” (17/90–93)
Evet, yüce Allah da Kitabında, Elçisine mucize vermediğini O’nun gaybi konuları da bilemeyeceğini tüm bu konularda tek yetki sahibinin kendisi olduğunu söylüyor.
Ve diyor ki;
…Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez.. .”(27/65)
“De ki: Gayb(ı bilmek) Allah’a mahsustur…” (1O/2O)
“De ki: «Ben size «Allah’ın hazineleri benim yanımdadır.» demiyorum; gaybı da bilmem, size «Ben bir meleğim.» de demiyorum; ben ancak bana verilen vahye uyarım.» De ki: «Kör ile gören bir olur mu? Artık birazcık düşünmez misiniz?” (6/50)
“Onlar ‘Allah Muhammed’e mucizeler indirseydi ya’ derler. Onlara de ki; ‘Mucizeler, Allah’ın tekelindedir. Ben sadece açık sözlü bir uyarıcıyım.” (29/50)
“Bizi mucizelerle peygamber göndermekten alıkoyan şey, ancak önceki milletlerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semud’a gözleri göre göre mucize olmak üzere o dişi deveyi verdik de onunla kendilerine zulmettiler; oysa Biz o mucizeleri, ancak korkutmak için göndeririz.” (17/59)
“Kâfirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya! (Hâlbuki) sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir rehberi vardır.” (13/7)
Öyle görünüyor ki Yüce Allah tüm bu sözlerinde bizlerin bir türlü kabullenmek istemediği insan olan bir Peygamberi belleklerimize yerleştiriyor.
Peygamberlerinde insanlarla aynı ortamda doğup büyüdüklerini, mensubu bulunduğu milletin herhangi bir ailesi içinde çıkıp yetiştiklerini, herkes gibi yiyip içen, sevinip üzülen geçimi için çalışan kimseler olduğunu anlamamızı istiyor.
Bu durum Kur’an’da şöyle belirtilmektedir:
“Biz onları (peygamberleri)yemek yemeyen ceset(ler) yapmadık. (onlar) ölümsüz de değillerdir” 21/8)
İnşallah bu inanç biçimi bizlere İslam’ı yaşama adına daha fazla sorumluluklar yükleyecektir. Biz bu bağlamda Bizler gibi insan olan Peygamberimizi çok seviyoruz. O’nun Kur’an da belirttiği hükümleri hayatımız pahasına uymaya devam edeceğiz.
Yüce Allah “bizlere O’nun ayetlerini okuyacak, bizleri kötülükten arıtacak bizlere kitabı ve hikmeti ve bilmediklerimizi bildirecek, aramızda bir peygamber göndermiştir.” (2/151) “Buna göre o bizlere Allah’ın sözlerinden ne okuyorsa haktır, gerçektir.” Yalnız bunun için, biz Müslümanların bu kaynağa yönelmesi, Kur’an’a gerçek anlamı ile inanıp iman etmesi, onu kulağa hoş gelen müzikal kelime yığını olarak değil de uygulanacak bir hayat düzeni olarak algılaması şarttır.
Bir de Müslümanların Peygamberlerine karşı takınılması gereken terbiyenin ifadelerinin yer aldığı ayetler var.
“Ey inananlar! Allah’ın ve peygamberinin önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.”
“Ey inananlar! Seslerinizi, peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.”
“Allah’ın peygamberinin yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.” (49/1–2–3)
“Ey Muhammed! Odaların arkasından sana bağıranların çoğu, düşüncesiz kimselerdir.”
“Onlar, sen kendilerinin yanına çıkıncaya kadar bekleselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (49/4–5)
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu ayetlerde Allah’a ve O’nun Peygamberine karşı takınılması gereken terbiyenin ifadeleri yer almış. İnşallah bizlerde o dönem Müslümanlarının Peygamberlerine nasıl davranmaları gerektiğini anlatan bu ayetlerden dersler çıkarabiliriz. Peygamberimize yalan sözler söylettirip bu söylenen şeyleri dinin esaslarıymış gibi yaşama gafletine düşmeyiz. İnşallah bu ayetleri yaşadığımız zamanın şartlarına da aktarabiliriz.
Yüce Allah tüm bu ayetlerde elçisinin şahsına yakışan saygıyı göstermeyen kimseleri uyarıyor. O dönem Müslümanları Yüce Allah’ın vermek istediği bu saygı ve edebi doğru anlamışlar ve de kabullenmişler bu terbiye şeklini Peygamberlerinden sonra da kendi önderleri için göstermişlerdir. İçlerinden çıkmış takva sahipleri kardeşlerine de aynı saygıyı göstermişlerdir. Bizlerde bu açıklamalar bağlamında kendi içimizde çıkmış takva sahibi kardeşlerimiz ve uyarıcılarımız için aynı saygıyı gösterebilmeli bu tür davranışlardan kaçınmamalıyız. Umulur ki bu davranışlarımız amellerimizin kabul görmesine vesile olur.