KOMŞUSU AÇKEN
عَنْ اِبْنِ عَبَّاسٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّىَ اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : ما هو بمؤمن مَنْ بَاتَ شَبْعَانَ وَجَارُهُ طَاوٍ إلَى جَنْبِهِ
Abdullah b. Abbas radıyallahu anh’ten rivâyet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü’min değildir.” [1]
Hadisimiz, “kardeş”[2] ve “bir binanın taşları gibi birbirlerine kenetli”[3]oldukları Yüce Yaratıcı tarafından tescil edilmiş bulunan Müslümanların, yakın çevrelerine karşı sorumluluklarını hatırlatmaktadır. Hadisin aynı manada olmakla beraber değişik ifadelerle bize intikal etmiş metinleri (şevâhidi) de bulmaktadır.[4] Bunlardan birinin (leyse-l-mü’minû-llezî yeşbeû ve câruhü câiûn) iken bir başkasınınki (mâ âmene bî, men bâte şeb’âne ve câruhû câiun bicenbihî ve hüve ya’lemu bihi) şeklindedir.
Ne zaman sosyal duyarlık ve yardımlaşma üzerinde durulacak olsa, hadisimiz mutlaka hatırlanır. Hadisin bu son rivâyeti “aç olarak geceleyenin aç olduğunun bilinmesi halinde”[5] yardımcı olmayan Müslüman’ın iyi bir Müslüman olmadığını bildirmektedir. Bile bile ilgisiz kalmayı ve duyarsız davranmayı olgun mümin olmamanın delili saymaktadır.
Önce Yardım Duygusu
Yardımda bulunmak bir başlangıç değil, bir neticedir. Yardım yapma duygusu ve duyarlığı ise, o yardımıngerçek âmili ve öncüsüdür. O halde yardımın bizzat kendisinden önceaçlık dostluk komşusu açken tok yatan bizden değildir ismail lütfi çakan “yardım duygusu”nun gönüllerde yer etmiş olması esastır, imkânı olduğu halde çevresine yararlı olamayanlar, bu duyguyu gönüllerine yerleştirememiş olanlardır. Çevresine sıcak bakmanın zevkini tadamayanlardır.
Yardım, her şeyden önce bir duygu ise, onun iman ile ilgisi de pek açık ve köklüdür. Zira insan hareketlerini yönlendiren en müessir güç, imandır, iç yönelişidir. O halde çevreye karşı duyarsızlık ve yardımsızlık pek tabi olarak imanın olgunluk derecesiyle alakalı olacaktır. Bu sebeple hadisimizdeki “mü’min değildir” hükmü, “yapması gerekenleri icraya sevk edecek derecede ve olgun bir imana sahip değildir”anlamındadır. Gerçeğin ta kendisidir. Özellikle “kendi aralarında yumuşak, merhametli, şefkatli”[6] olmalarıgereken Müslümanların, hemen yanıbaşlarındaki komşularına karşı ilgisizliği elbette imanla irtibatlandırılacak bir göstergedir. İşte hadisimiz de bunu yapmakta, bu gerçeğe dikkatlerimizi çekmektedir.
Komşuluk
Hadisimizde yer alan tehdit ve tespit, komşuya ilgisiz kalmaktan kaynaklanmaktadır. Bu sebeple de hadisimiz genellikle komşu hakları ile ilgili yerlerde zikredilmektedir. Komşular hakkında Hz. Peygamber, “Cibril komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, nerede ise komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.”[7]buyurmuştur. Bu ölçüde meselenin üzerinde durulmasının hikmetini büyük şehir hayatını tanıyanlar herkesten çok daha iyi anlayacaklardır. 20 cm.lik bir tuğla duvarın ne aşılmaz setler oluşturduğunu ancak apartman hayatının kahredici hissiz ve alakasızlığını yaşayanlar bilir. İş hayatına ilaveten iletişim ve haberleşme vasıtalarının birbirinden koparıp yalnızlığa mahkum ettiği büyük şehir sakinleri için hadisimiz son derece tehdit ve uyarı yüklüdür.
Sosyal Duyarlık
Sosyal duyarlık konusunu çarpıcı biçimde gözler önüne seren hadisimizin mesajı, pek tabi olarak, sadece hane komşularına yönelik değildir. Her çeşit ve kapsamdaki komşuluklar için de aynen geçerlidir.
Devletler çapında da aynı şeyi düşünmeye mani herhangi bir hal yoktur. Çeşitli sebeplerle sıkıntı çekmekte olan, yarı aç, yarı tok idare etmeye çalışan komşu milletlere imkânı olan komşu ülkelerin ilgi duymaları, yardım etmeleri gerekmektedir. Aksi halde aynı sorumluluk onlar için de geçerlidir.
Öte yandan hadisimizdeki “aç olan komşu”nun mutlak olarak zikredilmiş olması, “Müslüman komşu” gibi bir tahsîse ve tavsîfe gidilmemiş bulunması, olgun Müslüman’ın duyarlık alanını iman sınırının ötesine taşımaktadır. Hangi dinden ve inançtan olursa olsun “aç olan komşu”ya sırf komşuluk hukuku gereği olarak ilgi duyması, ihtiyacının giderilmesi hedef olarak gösterilmiş olmaktadır.
Bir Olay
Vali iken kendisine bir köşk yaptırıp çarşının gürültüsünden kurtulmak isteyen Sa’d b. Ebî Vakkâs’ı teftiş için Hz. Ömer, Muhammed b. Mesleme’yi azıksız olarak Kûfe’ye gönderdi. Ondokuz günlük bir yolculuktan sonra Medine’ye dönen Muhammed b. Mesleme, kendisini niçin azık vermeden yola çıkardığını Hz. Ömer’den sordu. Ömer radıyallahu anh şöyle dedi: “Medine’de Müslümanlar açlıktan kırılmak üzereyken sana bir şeyler verip de nimeti sen, vebalini de ben yükleneyim istemedim. Zira ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem‘i şöyle buyururken dinlemiş bulunmaktayım: Komşusu açken mü’minin tok dolaşması yakışık almaz.”[8]
Bu olaydan da anlaşıldığı gibi küçülen dünyamızda açlara yardıma koşmak, bunu da en yakın komşusundan başlatmak her olgun ve imkânı olan mü’minin temel görevidir. İman olgunluğunun alâmetidir. Unutulmamalıdır ki, bir hadîs-i şerîfinde Hz. Peygamber “Hangi mahallede bir kişi aç kalırsa, o mahalle halkı Allah’ın korumasından uzak düşer.”[9] buyurmuştur. İbn Hazm da aynı delilleri değerlendirerek “Bir beldede bir kişi açlıktan ölecek olursa, o belde halkının tümü ölenin katili sayılır ve ölenin diyeti onlardan tahsil edilir.”[10]hükmüne varmıştır.
Bazı neticeler
Zengin komşuya komşularını aç bırakması haramdır.
Onları açlıklarını giderecek kadar yedirmek, çıplak iseler giydirmek vacibtir.
Servette zekâttan başka mükellefiyetler de bulunmaktadır. Senelik zekâtını verenler mükellefiyetten kurtulamazlar. Duruma göre başka birçok görevleri daha vardır. Aksi halde kenz yasağıyla ilgili ayetteki tehdide muhatap olurlar.
Gerçek ve olgun mü’minler, çevrelerine karşı ilgisizliğe ve duyarsızlığa düşmezler.
Muhtaç kimselerin ihtiyacını karşılamak imanın kemâline işarettir.
---------------------------------------------------------------
[1] İbn Ebi Şeybe, Kitabu’l-iman, (nşr. el-Albanî), s.33 (Dımaşk ts.). Hadisin değişik rivâyetleri için bk. el-Albanî, Silsıletu’l-ehadisi’s-sehiha, l, 69-71.
[2] Bk. el-Hucurat (49), 10.
[3] Bk. es-Saff (61), 4.
[4] Buharî, el-Edebu’l-müfred, hd. no 112 (Ahlakî Hadisler, 1,125); Mişkat, III. 1391, 5.
[5] Taberanî, el-Mu’cemu’l-kebîr, l, 232; Heysemî, Mecmeu’z-zevaid. VIII, 167; el-Albanî,Sllsiletu’l-ehadîsi’s-sahiha, I,70.
[6] Bk, el-Feth (48), 29.
[7] Buharî, Edeb 28: Müslim, Birr 140; Ebü Davud, Edeb 123; Tirmizî, Birr 28; İbn Mâce, Edeb 4, Ahmed b. Hanbel, Müsned, II.85, 160.
[8] Bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, l. 55; Hakim, el-Müstedrek, IV, 167; es-Saati, Fethu’r-rabbanî,250.
[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 33; Heysem, Mecmeu’z-zevâid, IV, 100.
[10] Bk. S. Kutub, el-Adaletu’1-ıçtimâyye fi’l-İslâm, s. 221.
Bu yazı İSMAİL LÜTFÜ ÇAKAN HOCANIN Hadislerle Gerçekler adlı eserinden alınmıştır.
Prof Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN.