“HİDÂYETTE” PEYGAMBERLERİN ROLÜ
Hidâyetin Sözlük ve Terim Anlamları
İslâm’ın ilk yıllarında Hz. Peygamber (s.a.v.)’a amcası Ebû Tâlip büyük destek vermiştir. Bu sebeple Peygamberimiz de amcasının inananların saflarına katılması için çok gayret sarf etmiştir. Bütün bu gayretlere rağmen amcasının ölüm döşeğinde son sözü, “Atam Abdülmuttalib’in dini üzereyim.” olmuştur.1 İşte bu olay üzerine şu âyet inmiştir:
“Şüphesiz ki sen sevdiğine hidâyet veremezsin, ama Allah dilediğine hidâyet verir.”2
“Doğru yolu bulmak, yol göstermek, yola girmek” mânâsında “hedâ” masdarından isim olan hidâyet, “lütuf ile rehberlik, doğru yol, kılavuzluk” anlamlarına gelir. Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın hidâyet etme vasfı, fiil ve isim şekilleriyle bildirilmiştir.3
Bu âyetlerde hidâyette kılma “hüdâ”, insanın özgür bir şekilde doğru yolu araması “ihtidâ”; doğru yolu bulmak “hidâyet”, doğru yola ileten “el-Hâdî”, hidâyet olunmuş ve olunan “el-Mehdi”, Mekke’ye sevk edilen kurbanlık hayvanlar “el-Hedyu” kalıplarıyla ifade edilmişlerdir.4
Terim olarak “hidâyet”, “dalâlet”in karşıtı olup, doğru yolu bulma ve açıklama anlamlarına gelir. Gerçekte Allah’ın hidâyeti, gerek özellikleri ve gerekse nitelikleri bakımından sayısızdır. Bununla birlikte dört kısımda özetlenebilir: Bunlardan ilki, genel hidâyettir. Bu, insanın aklî ve irâdî melekelerini özgür bir şekilde kullanabilme yeteneğiyle yaratılmış olmasıdır. İkincisi, hak ile bâtıl, iyi ile kötü, kurtuluş ile yok oluş yollarını açıklama mânâsına gelen hidâyettir. Üçüncüsü, peygamber göndermek ve kitap indirmekle yapılan hidâyettir. Dördüncüsü ise, vahiy, ilhâm ya da sâdık rüyalar şeklinde olağanüstü yollarla eşyanın hakikatinin gösterilmesi şeklinde meydana gelen hidâyet biçimidir.5
Peygamberlerin Hidâyetteki Rolleri
İslâm inancında hidâyet yetkisi, doğrudan Yüce Allah’a aittir. O, kullarından dileyen kimseleri hidâyete eriştirir. Bununla birlikte başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere, âlimler, kevnî âyetler, akıl ve Kâbe’nin yanında bizzat peygamberler de hidâyet vesîlesidir. İşte bu makalemizde bir hidâyet vesîlesi olan peygamberlerin hidâyetteki rolleri üzerinde duracağız.
Hidâyetin peygamberlere izâfe edilmesi sebebiyet ve çağrı yolu iledir. Yoksa mutlak Hâdî, Yüce Allah’tır. Kur’ân-ı Kerim’de mecâzî anlamda peygamberlerin İslâm’a davetteki rehberlik makamına sahip olduklarına işaret eden pek çok âyet vardır. Bu âyetlerden bazı misaller şöyledir:
“Her kavmin bir yol göstericisi vardır.”6
“Hiçbir ümmet yoktur ki, ona uyarıcı gönderilmiş olmasın.”7
Bu âyetlerden anlıyoruz ki, her topluma peygamber gönderilmiştir. Diğer peygamberlerin yaptığı gibi âlemlere rahmet olarak gönderilen ve risâlet tarihinin son halkasını oluşturan Hz. Muhammed (s.a.v.) de insanlığı hidâyet yoluna davet etmiştir. O kendisini insanlığa, “Muhakkak ki Allah beni âlemlere rahmet ve hidâyet için göndermiştir.”8 şeklinde tanıtır.
Muhâtap olma açısından hidâyet, bütün insanlar için umûmîdir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i hâdilik vasfıyla vasıflandırmıştır: “Muhakkak ki sen, doğru yolu göstermektesin.”9
İnsanlara İslâm’ın yolunu göstermede âyetlerden ayrı olarak peygamberlere mûcizeler de verilmiştir. Bunlara “hidâyet mucizeleri” denir. Sözlükte “âciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, hârika olay, kudretsizlik ve takatsizlik veren iş” anlamlarına gelen mûcize, terim olarak, insanların benzerini meydana getirmekten âciz kalacakları ve adeta meydan okuma şeklinde, peygamberlik iddiasında bulunan zattan, âdetin hilâfına ve tabiat kanunlarının aksine olarak zuhûr eden hârikulâde olaylara denir. Asıl maksadı, peygamberin nübüvvet davasını isbat ve doğrulamaktır. Herhangi bir olayın mûcize olabilmesi için onun nübüvvet görevi verilmiş kişilerin elinde zuhûr etmesi gerekir.
Diğer taraftan Peygamber (s.a.v.)’e verilen mûcizeler, bir yönüyle îmânın temel esaslarından olan nübüvvetle, diğer yönüyle de vahiy ile alâkalıdır. Dolayısıyla mûcizeye inanmak gerekir: “Ona, ‘Rabb’inden, (başka) mûcize indirilmeli değil miydi?’ derler. De ki: ‘Mûcizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”10 Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, peygamberliğini isbat eden mûcizeler aklî, hissî ve haberî olmak üzere üç başlık altında incelenir.
a) Aklî mûcize olarak Kur’ân-ı Kerim. Kur’ân, her çağdaki akıl sahibi insana hitap eden, akıllara durgunluk verecek derecede büyük ve ebedî bir mûcizedir. Diğer peygamberlerin mûcizeleri dönemleri geçince bittiği, onları yalnız o dönemde yaşayanlar gözlediği halde, Kur’ân mûcizesi kıyâmete kadar sürecek bir mûcizedir. Kur’ân-ı Kerim, hem söz hem de anlam yönünden mûcizedir. O, Arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönemde inmiş, Araplara kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş, üslûbu, şaşırtıcı nazmı (ifadesi, lafzı), fesahat ve belagatiyle onları âciz bırakmıştır. Ümmî olan Peygamber (s.a.v.)’in, Allah’tan aldığı vahiy ile insanlara bildirdiği Kur’ân, en yüksek gerçekleri kapsamaktadır.
b) Hissî Mûcizeler. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yaşadığı dönemdeki insanlara gösterdiği rivâyet edilen, duyu organlarıyla algılanabilen olağan üstü olaylara hissî mûcize denilir.
c) Haberî mûcizeler ise, peygamberin doğrudan doğruya Yüce Allah’tan veya melek aracılığıyla vahiylere dayanarak verdiği haberlerden oluşur. Genel mânâda peygamberlerin, özel anlamda ise Peygamberimiz’in mûcize göstermesinden amaç, hak peygamber olduklarını isbat etmek ve insanları Allah’ın yoluna davet etmektir.
İslâm’ın Yolunu Gösterirler
Bütün peygamberler için geçerli olduğu gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın da hidâyet yetkisi mutlak değil, mecâzîdir. Aşağıda meallerini nakledeceğimiz âyetler, buna delildir:
“Ey Muhammed! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez, fakat Allah doğru yola eriştirir.”11
“Ey Muhammed! Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak âyetlerimizi inananlara duyurabilirsin, işte onlar Müslümanlardır.”12
Kur’ân’a göre peygamberlerin hidâyetteki rolü, insanlara tevhîde dayalı olan İslâm’ın yolunu göstermek ve onları yüce Allah’ın zâtında, sıfatlarında, fiillerinde ve ibadette ortak koşmak mânâsına gelen şirkin her çeşidinden sakındırmaktır. Bunun adı, irşâddır. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.) sahâbe-i kirâma yaptığı bir konuşmada da kendisinin hidâyetteki rolünü şöyle açıklamıştır:
“Ey Ensâr topluluğu! Ben sizi dalâlette bulmadım mı? Allah size benim vâsıtamla hidâyet vermedi mi?”13
Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın kendisini hidâyet konusunda bir vâsıta ve sebep olma olarak nitelendirdiğine dair bir başka rivâyet de şöyledir: Medine’de “Abdülkuddûs” isimli, Peygamberimiz (s.a.v.)’e hizmet eden bir Yahudi genci vardı. Bir ara bu genç hastalanınca, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bu genci ziyaret eder. Başucunda oturarak ona “Müslüman ol.” telkininde bulunur. Bu genç delikanlı yanında bulunan babasının yüzüne bakınca, babası: “Ebû’l-Kâsım’ın teklifini kabul et.” der. Abdülkuddûs de hemen kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olur. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu gencin yanından çıkarken; “Onu benim sebebimle cehennem ateşinden kurtaran Yüce Allah’a hamd olsun.” buyururlar.14
Yukarıda naklettiğimiz âyet ve hadisler, Rasûlullah (s.a.v.)’ın hidâyet konusundaki yetkisinin sadece bir vâsıtalıkdan ibaret olduğuna delildir. Kur’ân dili ile Hz. Peygamber (s.a.v.) risâlet konusundaki görevini şöyle anlatır: “Kur’ân okumakla emrolundum. Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur. Kim sapıtmışsa kendine etmiş olur. De ki: ‘Ben sadece uyaranlardan biriyim.”15
Sonuç olarak, hidâyet Yüce Allah’ın fiili ve kulun murâd etmesine bağlı olarak onu onda yaratmasıdır. Kur’ân, Hz. Peygamber (s.a.v.), akıl, kitap, âlimlerin davetleri, âfâk ve enfüs delilleri ise, insanları Yüce Allah’a ulaştırmada birer vâsıtadan ibarettir. Hidâyet yolunda eğer O’nun küllî irâdesi ve kulun da cüz’î irâdesi olmazsa, hidâyet olayı gerçekleşemez. Asıl gayret insanın kendisine düşmektedir. Peygamberlerin hidâyetteki rolü, sadece sebep olmaktır; sonucu yaratacak olan Yüce Allah’tır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) amcası Ebû Tâlip’in hidâyete ermesi için her türlü çabayı harcadı. Bütün bu tebliğ ve davet çalışmalarına rağmen amcasının kendi özgür irâdesiyle İslâm’dan yana tavır koymaması, hidâyet olayının gerçekleşmesine mâni olmuştur.
Hidâyet üzere olanlara selâm olsun.
--------------------------------------------------------------
1. Müslim, İman, 9.
2. 28/Kasas, 56.
3. Bkz. 2/Bakara, 143; 3/Âl-i İmrân, 86; 6/En’âm, 86; 10/Yûnus 25.
4. İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, kahire, ts., XV, 353–354.
5. Bkz. Ramazan Altıntaş, Kur’ân’da Hidâyet ve Dalâlet, İstanbul: Pınar Yayınları, 1995, s. 76-80.
6. 13/Ra’d, 7.
7. 35/Fâtır, 24.
8. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 2687.
9. 42/Şûrâ, 52.
10. 29/Ankebût, 50.
11. 2/Bakara, 272.
12. 30/Rûm, 53.
13. Müslim, Zekât, 139.
14. Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 227.
15. 27/Neml, 92.