Peygamberimizin (s.a.) Vefakârlığı
Peygamber Efendimizin (s.a.) veladetinin kutlandığı 2021 Mevlid-i Nebi Haftası’nın teması Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından “Vefa Peygamberi ve Vefa Toplumu” olarak belirlenmiş bulunuyor.
Vefa duygusunun iyiden iyiye aşındığı günümüz dünyasında Peygamber Efendimizin (s.a.) bütün çağlara örnek olan “vefakârlığını” asrın idrakine haykırmanın tam da zamanıydı doğrusu. Bu minvalde Peygamberimizin vefa örnekliğini anlamaya bir katkı anlamında onun hayatından bir kareyi paylaşalım:
“Hüzün Yılı”nın hemen sonrasıydı. Efendimizi Kureyş zorbalarına karşı himaye eden amcası Ebû Talib ile eşi ve dava arkadaşı Hz. Hatice annemiz (r.anhâ) üç gün arayla vefat etmişlerdi. Zulüm ve baskılara hüzün de eklenmişti. Ebû Talib’in himayesi de olmayınca Efendimize ve ashabına her türlü kötülük reva görülüyordu. Kureyş’in zulmü katlanılmaz hale gelince, Peygamber Efendimiz (s.a.) Taif’e gidip onlara İslâm’ı anlatmaya karar verdi. Yanına evlatlığı Zeyd bin Harise’yi (r.a.) alarak Taif’e gitti ve orada on gün İslâm’ı anlattı. Ancak Taif müşrikleri Efendimizi (s.a.) taşlayarak şehirlerinden kovdular. Her tarafı yara-bere içinde kalan, ayakkabılarına kadar kanla dolan Peygamber Efendimiz (s.a.) bir bağa sığındı ve Mekke’ye geri dönmek üzere Nahle’ye kadar geldi.
İbni Sa’d’ın Vakıdi’ye dayanarak naklettiği rivayete göre Resûlüllah (s.a.) Nahle’den Mekke’ye dönme niyetinde iken Zeyd bin Hârise (r.a.) kendisine şöyle dedi:
“Kureyş sizi Mekke’den çıkarmış iken, siz oraya nasıl dönebilirsiniz?!” Resûlüllah (a.s.) buyurdu ki:
“Ey Zeyd! Allah şimdi, içinde bulunduğumuz şartlardan çıkmamız için mutlaka bir yol gösterecektir. O kendi dininin hamisi ve yardımcısıdır ve kendi peygamberini galip kılacaktır.”
Bundan sonraki olayları Vakıdi kısa, İbni İshak ise etraflıca anlatmıştır. İbni İshak diyor ki:
Resûlüllah (s.a.) Hira dağına vardıktan sonra Ahnes bin Şerik’in himayesine girmek için ona Abdullah bin Ureykıt’ı gönderdi (Bu şahıs müşrikti, ama Resûlüllah ile Hz. Ebû Bekr onu güvenilir bir kişi olarak tanırlardı. Nitekim Medine’ye hicret gibi tehlikeli bir yolculuk sırasında kılavuz olarak onu yanına alacaklardı. Bu adam yol boyunca vefalı davrandı. Oysa Kureyş’e, Peygamberimizin yolculuğu hakkında muhbirlik yaparak iyi bir ödül alabilirdi). Ahnes bin Şerik dedi ki:
“Ben Kureyş’in müttefiklerinden biriyim ve müttefik bir kişiyi himayem altına alamam.” (Bu şahıs aslen Beni Sakif’tendi, ama Mekke’de Benî Zühre’nin müttefikiydi. Şahsî meziyet ve kabiliyetleri yüzünden Beni Zühre’nin ileri gelen reisleri arasında sayılırdı.)
Bunun üzerine Resûlüllah (s.a) Abdullah bin Ureykıt’ı, Süheyl bin Amr’ın yanına yolladı. Süheyl dedi ki:
“Ben Muhammed’e, Benî Âmir bin Lueyy bin Ka’b’a karşı emân veremem.”
Bundan sonra, Resûlüllah (s.a) Abdullah bin Ureykıt’ı, Benî Abdi Menâf’ın bir kolu olan Benî Nevfel’in ileri gelenlerinden Mut’im bin Adiyy’e gönderdi. Ureykıt ona gidip dedi ki:
“Muhammed (s.a.) senden emân istiyor ki, Rabbinin talimatını halka duyurabilsin.”
Mut’im, Resûlüllah’a (s.a.) emân vereceğini ve dolayısıyla onun Mekke’ye gelmesini söyledi. Böylece, Resûlüllah (s.a.), Mut’im’in evine gitti ve geceyi orada geçirdi. Sabah olunca Mut’im’in 6-7 oğlu, Resûlüllah’ı (s.a.) yanlarına alıp silahlarıyla birlikte Harem’e vardılar ve Resûlüllah’tan (s.a.) Kâ’be’yi tavaf etmesini istediler. Tavaf sırasında bu gençler Resûlüllah’ı (s.a.) korumak için nöbet tuttular. Ebû Süfyân (Taberi’nin rivayetine göre, Ebû Cehil) kendilerine şöyle bir soru yöneltti:
“Siz onu himaye mi ediyorsunuz, yoksa onun dinine mi girdiniz?” Mut’im dedi ki:
“Hayır biz onu himaye edenlerdeniz.” Ebû Süfyân dedi ki:
“Senin himayene halel gelmez. Sen kimi himaye ettinse biz de onu himaye ettik.”
Mut’im bin Adiyy’in işte bu iyiliği yüzündendir ki, Resûlüllah (s.a.) Bedir savaşında esir düşen Kureyşlilerle ilgili olarak şunları söyleyecektir:
“Eğer Mut’im hayatta olsaydı da benden bu adamların serbest bırakılmasını istemiş olsaydı, ben onun hatırı için bunları serbest bırakırdım.” (Ebû’l-A’lâ el-Mevdûdî, Hz. Peygamber’in Hayatı, 2/577.)
İşte, ‘kendisine yapılan iyilikleri unutmamak ve gerektiğinde karşılığını vermek’ anlamındaki “vefakârlık” yani vefalı olmak budur; kadirşinaslık yani kadir, kıymet ve değer bilmek de budur.