Rasulüllah S.A.V’ın Huzurunda
Hepimiz merhaba demeye geldik aslında. Amacımız, “esselâmü aleyke ya Rasulellah ben geldim” demek ve Ravza’sında namaz kılabilmek, “Ya Rabbi! Peygamberimizin şefaatine nail et bizi” demek.
Yıllardır içimizde büyüyen hasretle varırız Rasulüllah’ın huzuruna. Hem de dağları aşarak, bulutlardan geçerek daha doğrusu uçarak varırız Rasulüllah’ın kentine.
Varırız varmaya ama huzura girmek o kadar kolay değildir. Dakikalarca bekleriz. Biz beklemeye razıyız, yeter ki o bizi kabul etsin. Nihayet kapı açılır. Açılan kapıdan girmek de yetmez, düşünmek gerekir. “Kimin huzuruna giriyorum ve bu giriş nereye? Ya Rasulallah, kabul et bizi” demeden koşarak, hoplayıp zıplayarak, ne dediğini bilmez şekilde huzura girmemek gerekir. Hem ona hem de onun ümmetine yakışır tavrı takınmak gerekir. Salât ü selâmlarla “izin ver ya Rasulallah, Ravza’na gireyim” diyerek ilerlemek gerekir açılan kapıdan.
Ve nihayet ulaştığımız yer şemsiyelerin altı ve Ravza’nın karşısıdır. “En güzel manzaralı yerdir burası” der bir görevli. İşte karşımızda yeşil kubbe! Kabr-i şerifi kaplayan örtü. Şu anın insanda tesirini kelimelerle anlatmak imkânsız. Zira bu kubbenin altında yatan, âlemlerin sultanı, insanlığın iftihar ve kurtuluş vesilesi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) Efendimizdir. Önemlidir burada beklemek, seyretmek yeşil kubbeyi, doğrudan Ravza’ya girmekten. Bir zamanlar hurma bahçesi olan bu yerde oturup tefekkür etmek gerekir. Dua etmek gerekir. Kavuştuğun bu nimete şükretmek gerekir. Çünkü Hz. Peygamber’in kabrini ziyaret edene şefaatinin müjdesi vardır.
Sabır işidir burada beklemek. Rasulüllah’ın bizden başka misafirleri de vardır. Her biri bir başka ırktan, başka dilden, başka kültürden. Ama hepsinin odaklandığı nokta bir… Tam burada etrafta gördüğümüz bu insanların hepsinin Rasulüllah’ın ümmeti olduğunu anlarız. Bir taraftan asırlar önce mescidin tamamını kaplayan Medine şehrini düşünür, diğer taraftan dünyanın her bir köşesinden gelen Muhammed ümmetine bakarız. Aradan zamanı kaldırır asırlar önceki mana âlemine dalarız; şurada Hz. Fatıma… İşte Hz. Aişe! Orada namaz kılıyor… Rasulüllah ashabıyla oturmuş onlara gelen vahyi aktarıyor… Hasan ile Hüseyin, mescidin kapısından içeri doğru koşuyorlar… Rasulüllah, “dünyadaki iki reyhanım” dediği torunlarını karşılamak için yerinden kalkıyor, onları karşılıyor, kucağına oturtuyor sohbetine devam ediyor… İşte Ebu Lübabe! Kendini şu sütuna bağlamış affedilmeyi bekliyor… Hz. Bilâl ise şurada ezan okumaya hazırlanıyor.
Bir anda gözlerimize perdeler iner sahne değişir. Etrafta sesler ve kalabalık. Hâlbuki Rasulüllah’ın huzurunda sükûnetle durulmalıdır. Allah, Kur’an-ı Kerim’de müminlere Hz. Peygamber’in huzurunda seslerini alçaltmalarını, aksi halde farkında olmadan emeklerinin boşa gideceğini söylüyor. Bu nedenle edeple oturmak, kabul zamanını beklemek gerekir. “Randevu alındı ziyaret zamanı için beklemek gerekir” der bir görevli. Acele eder insanlar çünkü… Evet, misafir edepli ve ve sabırlı olmalıdır. Birinin evine ziyarete gitsek davranışlarımız nasıl olur? “Misafir ev sahibine tabi olmalıdır.” der yine aynı görevli. Annesinin yanında huysuzluk eden çocuk gibi bir misafir olmamalıyız. Evet, sabırlı olmalıyız. Burada en çok kullanılan kelime bu. Fakat durmak ne mümkün, oturmaktan yoruluyoruz. Belimiz, dizimiz ağrıyor, ayaklarımız uyuşuyor. Şöyle bir ayağa kalkmak istiyoruz. Birden aklıma geliyor. Hani “anamız babamız, canımız senin yoluna feda olsun” diyorduk. Demek ki ahitlerimizi tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor. Diğer taraftan bir ziyaretçi şöyle söylüyor; “Ağrısın, ağrısın ki, burada çekilen acıları hissedeyim” diyor. Yine sabra devam ediyoruz… Heyecan dorukta. Yine unutuyor, aceleci tavırlar sergiliyoruz. Görevli Medine’ye geliş nedenimizi anlatıyor bizlere. Otele dönünce ne yapacağımızı soruyor. “Misafir mi gelecek hacım?” diyor tatlı tatlı gülümseyerek. Rasulüllah’ın beldesinde bize nasıl hizmet edildiğini gözlerimizin önüne getiriyoruz birer birer. Söyleyecek söz bulamıyoruz.
Rasulüllah ve iki dostuna o kadar yakınız ki şu anda, bize Ravza’yı gösteren görevliye “Rasulüllah’ın kabri nerede?” diye merakla soruyoruz. Eliyle bize kabr-i şerifi, minber-i Rasulüllah’ın namaz kıldırdığı mihrabı ve oradaki önemli kısımları anlatıveriyor.
Yine dalıyorum asırlar öncesine… Peygamber (s.a.s.)’ın hanımları canlanıyor gözümde. Hz. Aişe’nin odası, hücre-i saadet… Rasulüllah namaz kılıyor… Derken…“Epey beklediniz, Rasulüllah sizi huzurunda iyice ağırladı, haydi kalkın yavaş yavaş Ravza’ya buyurun iki rekât namaz kılın” diyen görevlinin sesi ile kendime geliyorum. Kimseyi incitmeden ileri doğru gitmeye çalışıyorum. İşte şimdi cennet bahçesindeyim. “Evimle minberim cennet bahçelerinden bir bahçedir,” buyurmuş bu evin güzel sahibi… Şairin, “Cennet eğer yüzükse kaşı da Medine’dir” dediği gibi, Medine’ye geldiğimizden beri büyük bir nimetin içinde olduğumuzu idrak etmek gerekir.
İşte burası bir cennet bahçesi. Havz’ının da burada olduğunu söylüyor güzel ev sahibi. Elbette kaynak burada; hakkın, adaletin, doğruluğun, merhametin, her türlü güzelliğin çıktığı kaynak burada. Dünyaya güneş gibi doğan, insanlığı aydınlatan, kalpleri yumuşatan kaynak burada. Hira Dağı’ndan doğan İslâm’ın nurunun daha da güç alarak yayıldığı yer burası. Ve biz şu anda o güzel elçinin huzurundayız. “Essalâtü vesselâmü aleyke ya Rasulallah, essalâtü vesselâmü aleyke ya habiballah… Essalâtü vesselâmü…” diyerek selam veriyoruz iki cihan güneşine. O’nun iki güzel arkadaşını da selâmlamadan geçmek olmaz. Tarifi imkânsız duygular içinde namazımızı kılıyoruz biraz da acele ederek. Rasulüllah’ın huzurunda yapılan duaların reddolunmayacağını düşünerek uzun uzun orada kalıp dua etmeyi kim istemez. Ama diğer ümmeti Muhammed’i de düşünmek gerek, sadece kendimizi değil. Kendin için istediğin şeyi mümin kardeşin için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş olmazsın” sözünün sahibi bize ne der? Onun güzel ahlâkına sahip olmak Rasulüllah’ı ziyaretten kazançlı çıktığımızın ve onu memnun ettiğimizin bir göstergesidir. Aksi takdirde burada bulunmamızın ne anlamı var? Ve huzur-ı saadetten, yine sükûnetle ayrılıyoruz gözü yaşlı… Dualar ederek ve edeple.
Selva Özelbaş