AZ DA OLSA, DAİMÎ İBADET
Mü’minlerin annesi Âişe (r.anha) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), geceleyin hasırdan bir hücre edinir, namaz kılar, gündüzleyin onu yere yayar ve üzerine otururdu. Rasulullah, böyle nâfile namaz kılarken insanlar O’nun namazına uyup namaz kılmaya başladılar. Nihayet insanlar çoğaldılar. Bunun üzerine Rasulullah yüzünü insanlara döndürdü de:
“Ey insanlar, amellerden gücünüzün yetişebileceği mikdarı alınız. Çünkü Allah, sizler (ibadetten) usanıp bezmedikçe (sevab vermekten) bıkmaz. Ve şübhesiz Allah’a göre amellerin en sevimli olanı, az olsa bile devamlı olanıdır!” buyurdu.1
Konumuzun daha iyi anlaşılabilmesi için önce bu hadis hakkında ehil olan şarihlerin beyanlarına bir göz atalım!..
“Sahih-i Müslim Şerhi”nden şöyle denilir:
“Hadis-i şerif ibadete devamı teşvîk etmektedir. Ve anlaşılıyor ki, daimî sûrette yapılan az ibadet, bir müddet sonra kesilen çok ibadetten daha hayırlıdır. Çünkü daimî sûrette yapılan ibadet, az bile olsa Allah’a taat, zikir murakabe, niyet ve ihlâsı devam ettiriyor demektir. Bu devam sayesinde az amel, devam etmeyen çok ameli kat kat geçer.”2
“Sünen-i Ebu Davud”un şerihinde ise şunlar anlatılmıştır:
“Her ne kadar bu hadis, ibadetlerle ilgili olarak insanın gücünün yettiği ve devamlı yapabileceği amellere sarılmayı tavsiye ediyorsa da bu tavsiye aslında, sadece ibadetlere aid değildir. İbadetler dışında olan diğer meşru işler de bu tavsiyenin kapsamına girmektedir. Meşru olan işlerin Allah’a en hoş geleni ve mükâfata en çok lâyık olanı az bile olsa devamlı ve düzenli olarak yapılanıdır. Öyleyse mühim olan çokluk değil, düzenli ve devamlı olmaktır. Bu da, ifrat ve tefritten sakınarak iki uç arasında bir derece (itidal) sağlamakla mümkündür.”3
Allâme İbn Hacer el-Askalânî (rh.a.) ise:
“Amelde bulunan kimsenin, hayatı boyunca devam edenidir.” demektedir.4
Konunun ehli şarihlerin de beyan ettikleri gibi, Allah’ın emrettiği her meşru işin devamlı olanı makbuldur… Allah’ın sevdiği ibadet de budur… Muvahhid mü’min kul, Allah’ın razı olduğu ve Rasulullah (s.a.s.)’in yaptığı ya da tavsiye ettiği her amel, Rasulullah’ı örnek edinerek yapıldığı takdir de az da olsa devamlı olunca, Allah’ın sevdiği ibadet hâlidir… Malum olduğu üzere iman ehli ve itaatkâr olan kulun, Allah’ın rızasını hedefleyerek ve Rasulullah (s.a.s.)’i örnek edinerek yaptığı her işi, hâli ve tavrı ibadettir. İnsanın yaratılış gayesi, şirk koşmadan Rabbi Allah’a ibadet etmektir… Mü’min müslüman kulun yaptığı her meşrû işi, kulluk vazifesi olan ibadetten başka bir şey değildir… Mü’min kulun her işi meşrû olmalı ve yapılan her meşrû işin ibadet olduğu bilinmelidir… Meşrû işin, hâlin ve tavrın devamlı oluşu, Allah’ın rızasına uygun olmalıdır…
“Meşrû: Şeriat hükümlerine uygun demektir. Farz, Vâcib, Sünnet, Müstehab ve mübah fiiller meşrû, haram ve mekruh olanlar ise gayr-i meşrû olarak adlandırılır.”5
Mü’min müslüman kul, meşrû olan işlerinde az da olsa devamlı olduğu takdirde Allah’ın sevdiği ibadeti yerine getirmiştir…
Mü’minlerin annesi Âişe (r.anha) şunu anlatmıştır:
Bir keresinde Rasulullah (s.a.s.)’e:
— Amellerin hangisi Allah’a daha sevimlidir? diye sordular.
Rasulullah (s.a.s.):
“Az olsa da en devamlı yapılanıdır.” buyurdu ve : “Sizler, amellerden tâkat yetirebileceğiniz kadarını üzerinize alınız!” tavsiyesini de ilâve etti.6
Meşrû olan, yani Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun olan bir amel, mü’min kul tarafından devamlı yapıldığı takdirde Allah katında değer bulmakta ve kabul olunmaktadır…
Yoksa bir zaman hızlı başlayıp çokca yapıldıktan sonra terk edilen amelin kıymeti yoktur… Az da yapılırsa, devamlılık arzeden Meşrû amel makbuldur…
Alkame şöyle demiştir:
Ben, mü’minlerin annesi Âişe (r.anha) ya:
— Ey mü’minlerin annesi, Rasulullah (s.a.s.)’in ameli nasıldı? O, herhangi bir şeyi günlerden birine tahsis eder miydi? diye sordum.
Âişe:
— Hayır, tahsis etmezdi. O’nun ameli devamlı olurdu, dedi.7
Âişe (r.anha):
— Rasulullah (s.a.s.)’in en çok sevdiği amel sahibinin üzerinde devam eder olduğu ameldi, demiştir.8
Mesrûk (rh.a.) diyor ki:
Ben, Âişe’ye:
— Hangi amel Rasulullah’a daha sevimliydi? diye sordum.
Âişe:
— Devamlı olan amel! dedi.9
Hak, doğru, iyi, güzel, hayırlı, ma’ruf ve meşrû olmak üzere işlenen amellerin devamlı oluşu, Allah’ın ve Rasulullah (s.a.s.)’in sevdiği bir durumdur… Farzları, tam ve devamlı yapmak her mü’min müslüman kulun kulluk vazifesidir… Bunlarda taviz vermek veya noksan yapmak mümkün değildir… Nâfilelere gelince, gereğini yerine getirip devamlı yapmak, çok faziletli olup muttakîlerin özelliklerindendir… Çok yapmaya gücü yetmeyenler, az da olsa devamlı yapmalıdır… Bu hâl, Allah’ın rızasını gözeten ve önderi Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti üzere olmak isteyenin hâlidir…
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurdu Rasulullah (s.a.s.):
“Farz namazdan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.”10
Farz namazını gereği gibi edâ edenin kıldığı en faziletli namaz olan teheccüd, yani gece namazının devamlı olmasını, Rasulullah (s.a.s.)’in ümmeti için arzulayıp tavsiye ettiğini biliyoruz!..
Abdullah b. Amr ibni’l-Âs (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), bana:
“Ya Abdullah, sen, fulan kimse gibi olma! O, geceden bir kısmında namaza kalkar idi, sonra gece namazı terk etti.” buyurdu.11
Gece namazı, muvahhid mü’minlerin, takvaları gereği az da olsa devam edegeldikleri ibadet!.. İbadetleri yapmaya çok hızlı başlayan amma devamını getiremeyen gibi olmamak, saman alevine dönmemek!..
Muttakî mü’minlerin özelliği… Rabbimiz Allah Teâlâ, onların bu özelliğini şöyle beyan buyurur:
“Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla duâ ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler.”12
Muaz b. Cebel (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.):
“Yanları, yataklarından uzaklaşır.” (Secde, 32/16) ayeti hakkında:
“Kulun, geceleyin (namaz) için (yatağından) kalkmasıdır.” buyurdu.13
Bütün bu delilleri gündeme getirdik ki, mü’min müslüman kulların ibadet konusunda çok dikkatli ve devamlı olmalarının güzelliği ve iyiliği daha iyi anlaşılsın…
Seyyid Şerif Cürcânî (rh.a.) ibadeti şöyle tarif eder:
“Mükellefin, nefsinin hevâsı hilafına, Rabbi için ta’zim olarak yaptığıdır.”14
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (rh.a.)’in beyanı ise şöyle:
“Şeriat lisânında ibadet: Niyete mutevakkıf (bağlı) olarak yapılmasında sevab olan ve Cenâb-ı Allah’a kurbet (yakınlık) ifade eden taat-ı mahsûsadır.
Şeriat nazarında ibadet: İnsanın ruhen, Cismen, zâhiren ve bâtınen bütün mevcudiyyetiyle yalnız Allah’a yapılan şuurlu bir taat ve kurbettir.”15
Muvahhid mü’minler, kadınıyla, erkeğiyle, gencinden yaşlısına kadar her cinsten ve her yaşta, yaratılış gayeleri olan şirk koşmadan yalnızca yegâne Rabbleri Allah’a ibadet etmelidirler… İbadette, yani salih ameller işlemede devamlılık şartına riâyet etmeli, dosdoğru yol olan “Kitab ve Sünnet Yolu”’ndan ayrılmamalıdırlar… Az da olsa daimî olan ibadetin şuurunda olan mü’min müslüman kullar, İman, Tevhid ve İslâm üzere sabit kalıp her ân olumlu gelişmeye ve olgunluğa doğru adım atmalıdırlar… Dosdoğru yoldan ayrılmadan yavaş da olsa hedefe doğru ilerlemek, Akîdeden ve salih amelden taviz vermeden olgunlaşıp gelişmek, mü’min şahsiyetinin kemâlatıdır… Akîdesiyle salih ameliyle Rabbi Allah’a, Rasulullah (s.a.s.)’i örnek edinerek kulluğunu devam ettirirken, gerek ilim, gerek ahlâk konusunda gelişip olgunlaşan muvahhid mü’min kâmil bir insan olur…
Allah Teâlâ’nın emir buyurduğu ve Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği dosdoğru yoldan dikkatli, hassas ve şuurlu adımlarla yürüyen mü’min müslümanlar, kendilerini sapık yollara çağıranlara asla meyledemez ve onların davetine icâbet edemezler…
Abdullah ibn Mes’ud (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), bir gün bize bir çizgi çizdi. Sonra:
“Bu, Allah’ın (dosdoğru) yoludur.” buyurdu.
Ardından bunun sağından, solundan bazı çizgiler çizdi. Sonra:
“Bunlar (birtakım) yollardır. Onlardan her yolun başında, ona çağıran bir şeytan vardır!” buyurdu.
Sonra şu ayeti okudu:
“Bu, Benim dosdoğru olan yolumdur. Şu hâlde ona uyun. Sizi, O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki, korkup sakınırsınız.” (En’âm, 6/153) 16
Allah’ın beyan buyurduğu dosdoğru yolu: Hak Din İslâm’dır… İslâm’ın dışındaki yolların bütünü, o yolların başındaki davetçi şeytanların çağırdığı tağutî ideolojiler ve bâtıl düzenlerdir… Tağutî ideolojiler ve bâtıl düzenlerle amel ederek hak yola varılmaz. Çünkü hak yoldan ayrılarak, tağutî ideolojiler ve bâtıl düzenlere bulaşılmıştır…
“De ki: “Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şübhesiz bâtıl yok olucudur.”17 diye buyuran Rabbimiz Allah:
“İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’dır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?”18 buyurmaktadır.
Bâtılı, tamamen ortadan kaldıran hak, Âlemelerin Rabbi Allah tarafından beyan buyrulmuş ve onun gelişiyle bâtıl yok olmuştur. Hak ortaya çıktığında, bâtıl yok olmaya mahkûmdur… Apaçık olan hak ile tanışanlar, inananlar ve amel etmeye gayret edenler, haktan saptıkları zaman, dalâlete ve bâtıla saparlar… Haktan ne kadar saparsa, bâtıla o kadar meyleder ve haktan ne kadar uzaklaşırlarsa, bâtılâ o kadar yakınlaşırlar…
Akîde olarak bâtıldan kendisini koruyanlar, amel olarak haramlardan ve günahlardan korunmalıdırlar… Tevhid akîdesini, şirkten, küfürden, bid’at ve hurafelerden koruyanlar, amellerini haramdan, günahtan ve gafletten korumaya gayret ederken, kendisini korumaya çalışırken, çoluk-çocuğunu da koruma altına almalıdır…
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu konuda bir örnek vererek ümmetini uyarmıştır!..
Nevvâs b. Sem’ân el- Ensarî (r.a.) rivayet eder:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Allah, doğru yolun anlaşılması için bir misal verir. Bu misalde, yolun iki yanı duvarla kaplıdır. Duvarlarda açık kapılar ve kapıların üzerinde yere kadar uzanan perdeler bulunmaktadır.
Yolun başında bir davetçi şöyle nidâ eder:
— Ey insanlar, hepiniz yoldan gidin, ayrılmayın!
Yolun ortasında bir başka davetçi de, bu yolda yürümeye çağırır. Kapıların perdelerini açmaya çalışanlara şöyle nidâ eder:
— Ne yapıyorsun!.. Orayı açma! Eğer açarsan içeri dalarsın!
(Dikkat edin!) Bu yol, İslâm’dır. Yolun iki tarafındaki duvarlar, Allah’ın sınırlarıdır. Açık kapılar, Allah’ın yasaklarıdır. Yolun başındaki davetçi, izzet ve celâl sahibi Allah’ın Kitabı’dır. Yolun içindeki davetçi de, Allah’ın her müslümanın kalbine yerleştirdiği nasihatçi (iman)dır.”19
Muvahhidlerin, mücahidlerin ve muttakîlerin imamı Rasulullah (s.a.s.)’in bu iki hadislerinde verdiği örneğe ve mesaja çok dikkat edilmelidir… Akîde bakımında tağutî be bâtıl düzenlerden alabildiğince uzak duran her mü’min müslüman ferd, amel bakımından haram ve günah olan şeylerden var gücüyle uzaklaşmalıdır!.. Nokta kadar menfaata, virgül gibi eğilmemeli, her zaman ve her mekânda dik duruşunu korumalı, asla eğilip bükülmemelidir…
Çağdaş tağutî zalim egemen güçler tarafından işgal edilen İslâm topraklarında bir asırdan beri küfür ve şirk kültürüyle beyinleri ve kalbleri kirletilen nesillerin, “Yeniden İslâm’a” davet edilmeleri, yeniden Tevhid’le tanıştırılmaları ve yeniden hayatın İslâm ile düzenlenmesi cihadında, Tevhidî mücadelede dimdik duruşunu sergileyen mü’min müslümanlar, mücadele usûllerini yolun başına çok iyi araştırıp belirlemelidirler… İşgal edilip tağutların egemenliğine verilen, şirk ve küfür kanunlarının geçerli olduğu, İslâmî hükümlerinin geçersiz kılınıp yasaklandığı topraklarındaki hayat şartlarını çok ciddi bir şekilde tahlil edilip, “Kitab, Sünnet, İcmâ ve Kıyas” delilleri ölçüsünce gündeme getirilmelidir… İslâmî ölçüde belirlenen mücadele ve mücahede metodu çerçevesinde amel edilmeli, gerek iman, gerek amel konusunda taviz verilmeden hedefe yürünmelidir!..
Rabbimiz Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız zaman gerekli araştırmayı yapın ve size (İslâm geleneğine göre) selâm verene, dünya hayatının geçiciliğine istekli çıkarak: ‘Sen, mü’min değilsin’ demeyin. Asıl çok ganimet, Allah katındadır. Bundan önce siz de böyle idiniz. Allah, size lütufta bulundu. Öyleyse iyice açıklık kazandırın. Şübhesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”20
“İş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen, artık Allah’a tevekkül et. Şübhesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”21
“Daru’l-Harb”e dönüşmüş, işgal edilen İslâm topraklarında esaret altındaki mustaz’af mü’min müslümanlar, mücadele ve mücahede ortamını oluşturmadan önce, İslâm ölçüsünce delilleri ve istişâreyi gündeme getirmeli, en güzel, en hayırlı usûlü belirlemeli, karar vermeli ve kararları üzerinde ilkeli, seviyeli bir şekilde sabretmeli, yani direnmelidirler…
“Her esen rüzgara eğilecek olursan, dağ kadar da olsan saman çöpü kadar kıymetin yoktur” diyen İslâm arifi, çağları kuşadan bir hakikata vurgu yapmıştır!..
Rabbimiz Allah’ın beyan buyurduğu ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği dosdoğru yol üzerinde yürürken dirençli olunmalıdır… İman ve ilimle donanmalı, salih amel kuşanmalı ve eğilmeden, bükülmeden İslâm’ın izzetine herhangi bir leke sürülmesine vesile olmadan yola devam edilmelidir… Düşman cephesinin maddeten güçlü oluşu, muvahhid mü’minlerin gözlerini korkutmamalı, en üstün olanın kendileri olduklarını unutmamalıdırlar… Çünkü katkısız iman etmişlerdir… Allah Teâlâ öyle buyurmuştur!..
“Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmişseniz, en üstün olan sizlersiniz.”22
Muvahhid mü’minler, iman ve İslâm kardeşleri olan diğer muvahhid mü’minlerle beraber olmalı, birbirlerinin velîleri olduklarını idrak etmelidirler… Kâfirler, birbirlerinin velîleri olurken, yardımlaşıp mazlum halkları sömürürken, mü’min müslümanlara ne oluyor ki, birbirlerinin velîleri olamıyorlar? Dosdoğru yol üzere bir araya gelemiyor, iman, takva ve teslimiyet ölçüsünce hep beraber “Allah’ın ipine” sarılmıyorlar?..
Rabbimiz Allah Teâlâ, mü’min Müslümanların hak üzere, Tevhid üzere, iman ve İslâm üzere velâyeti gerçekleştirmezlerse, meydana gelecek felaketi beyan buyuruyor:
“İnkâr edenler (kâfirler), birbirlerinin velîleridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız), yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesâd) olur.”23
Kadınıyla, erkeğiyle bütün mü’min müslümanların, Allah’ın emrettiği bu velâyeti, emroldukları gibi dosdoğru bir şekilde oluşturmaları gerekir… İmkânların el verdiği ölçülerde azda olsa daimî olan ibadet inancı ve şuuruyla hareket etmelidirler… Tağutu, her yönüyle reddederek Allah’a iman edip salih amel işleyen mü’min müslümanların birbirlerinin velîleri olduğunu, onları yalnız kendisine ibadet etsinler diye yaratan Allah Teâlâ beyan buyurur:
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velîleridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Rasulüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şübhesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” 24
----------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar
1- Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Libâs, B. 43, Hds .79
Kitabu’r-Rikâk, B. 18, Hds. 51.
Sahih-i Müslim, Kitabu Salâti’l-Müsafirin, B. 30, Hds. 215.
Sünen-i İbn Mace, Kitabü’z-Zühd, B.28. Hds. 4240.
Sünen-i Nesâî, Kitabu Kıyamu’l-Leyl, B.17, Hds. 1642.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu Satâtu’t-Tatavvu’, B. 27, Hds. 1368.
2- Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. T.Y. C.4, Sh.332.
3) Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hzr. Necati Yeniel- Hüseyin Kayapınar, İst. 1988, C.5, Sh. 217.
4- İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî-Muhtasar, çev. M.Beşir Eryarsoy, İst. 2008, C.11, Sh.591.
5- İslâmî Bilgiler Ansiklopedisi, İst. 1993, C.2, Sh.250.
Ayrıca bkz. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İst. 2004, C.29, Sh.378 vd.
6- Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikâk, B.18, Hds.52.
Sahih-i Müslim, Kitabu Salâti’l-Müsafirin, B.30, Hds.216.
7- Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikâk, B.18, Hbr.53.
Kitabu’s-Savm, B.63, Hbr.96.
Sahih-i Müslim, Kitabu Salâti’l-Müsafirin, B.3, Hbr.217.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu Salâtu’t-Tatavvu, B.27, Hbr. 1370.
8- Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikâk, B.18, Hbr.49.
Kitabu’l-İmân, B.32, Hds.36’ın devamında.
Sahih-i Müslim, Kitabu Salâti’l-Müsafirin, B.31, Hds.221’in devamında.
9- Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Teheccüd, B.7, Hbr.12.
Kitabu’r-Rikâk, B.18, Hbr.48.
10- Sahih-i Müslim, Kitabu’s-Siyam, B.38, Hds.202.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Siyam, B.56, Hds.2429.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’s-Salât, B.322, Hds.434.
Sünen-i Nesâî, Kitabı Kıyamu’l-Leyl, B.6, Hds.1613-1614.
11- Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Teheccüd, B.19, Hds.32.
Sahih-i Müslim, Kitabu’s-Siyam, B.35, Hds.185.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu İkametu’s- Salâ, B.174, Hds. 1331.
Sünen-i Nesâî, Kitabu Kıyamu’l-Leyl, B.59, Hds. 1763- 1764.
12- Secde, 32/16.
13- Ahmed ibn Hanbel, Kitabü’z-Zühd, çev. Mehmed Emin İhsanoğlu, İst. 1993, C.1, Sh. 54, Hds.164. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.242.
14- Seyyid Şerif Cürcânî, Arabça-Türkçe Terimler Sözlüğü-Kitabu’t-Ta’rîfât, çev. Arif Erkan, İst. 1997, Sh.150.
15- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Alfabetik İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılâhları Kamusu, Hzr. Av. Ayhan Yalçın, İst. 1996, C.2, Sh.396-397.
16- Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.23, Hds.208.
Sünen-i İbn Mace, mukaddime, B.1, Hds.11.
İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri- Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim, çev. Savaş Kocabaş, İst. 2011, C.4, Sh.322. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.1, Sh.465’den.
Ayrıca bkz. Hakîm, Müstedrek, C.2, Sh.239.
17- İsra, 17/81.
18- Yunus, 10/32.
19- İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C.1, Sh.104, Hds. 28/70.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Emsâl, B.1, Hds.3018.
20- Nisa,4/94.
21- Âl-i İmrân, 3/159.
22- Âl-i İmrân, 3/139.
23- Enfal, 8/73.
24- Tevbe, 9/71.
Abdullah Dai.