İbadet Ahlak İlişkisi
Allah Rasulü’nün yanına bir gün elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah ve yolcuya da benzemeyen bir adam geldi. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanına oturdu; dizlerini onun dizine dayayıp ellerini de dizlerinin üzerine koydu. Hz. Peygamber’in arkadaşları arasında onu tanıyan da yoktu.
Sonra da, “Ey Muhammed! Bana İslam’ı anlat.” dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü şöyle buyurdu: “İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik etmen; namazı kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve eğer gücün yetiyorsa haccı yerine getirmendir.” Bu sözler üzerine adam, “Doğru söyledin” dedi. Oradakiler, adamın hem soru sorup hem de onu tasdik etmesine şaşırdılar.
Sonra, “Bana imanı anlat.” dedi. O da, “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve iyisi ve kötüsüyle kadere inanmandır.” şeklinde karşılık verdi. Adam yine, “Doğru söyledin” deyip, peşinden “Bana ihsanı anlat.” dedi. O da şöyle söyledi: “İhsan, Allah’ı görüyor gibi ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir.” Daha sonra adam, “Bana kıyameti anlat.” dediğinde, Hz. Peygamber (s.a.s.): “Bu konuda kendisine soru sorulan kimse, soruyu sorandan daha bilgili değildir.” dedi. Adam, “Öyleyse bana onun alametlerini söyle.” deyince, Hz. Peygamber (s.a.s.): “Cariyenin efendisini doğurması ve yalın ayak, çıplak, fakir sürü çobanlarının yüksek binaları yapmada yarıştıklarını görmendir.” dedi. Sonra adam gitti. Bir süre sonra Hz. Peygamber o kişinin Cebrail (a.s.) olduğunu ve onlara dinlerini öğretmeye geldiğini söyledi. (Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 1.)
Hadis kitaplarının iman bölümlerinin hemen hepsinde yer alan bu meşhur hadiste Sevgili Peygamberimiz iman, ibadet ve ihsan ilişkisini ortaya koymuştur. Bu noktada ibadet-ihsan ilişkisi konumuzun nirengi noktasını oluşturmaktadır. Yukarıdaki rivayette Allah Rasulü’nün Cebrail’in (a.s.) İslam nedir? sorusuna verdiği, kelime-i şehadetle başlayıp hac ile bitirdiği cevabı İslam’ın dört temel formel ibadetinden bahsetmektedir. Bu noktada İslami literatürde ibadetin biri özel, diğeri genel olmak üzere iki anlamı vardır. Özel anlamda ibadet mükellefin yaratanına karşı saygı ve boyun eğmesini simgeleyen, Allah ve Rasulü tarafından yapılması istenen belirli davranış biçimlerdir. Genel anlamda ibadet, mükellefin Allah’a karşı duyduğu saygı ve sevginin sonucu olarak O’nun rızasına uygun davranma çabasını ve bu şekilde yapılan iradi davranışları ifade eder.
Böylece tamamen dinî olan görevlerden başka kişilerin Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaptığı her fiil de ibadet olarak nitelendirilir ve ödüllendirilir. Bu amaçla fert ve toplum yararına gerçekleştirilen her olumlu davranış dinî ve manevi bir anlam kazanır. (Koca, Ferhat, İbadet, DİA, XIX, 240.) İslam’da farz veya nafile bir ibadetin yapılmasından haram bir fiili işlemekten sakınmaya, Allah’ın buyruk ve yasaklarına uygun biçimde dünyadaki ihtiyaçları karşılamak için yapılan faaliyetlere kadar ilahî iradeye uygunluk niyeti ile bütünleşen bütün ameller geniş manada ibadet kavramının kapsamında sayılmıştır. Diğer bir anlatımla ilahî emir ve yasaklara riayet ederek ve Allah’ın rızasını kazanma niyeti ile günlük ihtiyaçlarını karşılamak, ailesinin nafakasını temine çalışmak, toplumun kalkınmasına katkıda bulunmak için çaba sarf etmek de ibadet olarak telakki edilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.s.): “Vücuttaki bütün eklemler için her gün sadaka vermek gerekir. Bineğine binmek isteyen kişiye yardım etmek veya yükünü bineğine koyuvermek sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaza giderken atılan her adım sadakadır. Yolunu kaybetmiş kimseye yol göstermek sadakadır.” (Buhari, Cihad, 72.) sözü bu telakkinin en güzel örneklerindendir. Hatta bu yönde bir niyeti olduğu hâlde kişinin elinde olamayan sebeplerle yapmak istediği iyi/faydalı bir işi gerçekleştirememesi de övgüye ve mükâfata değer bulunmuştur.Dönmez, İbrahim Kafi, “Amel”, İslam’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşam Ansiklopedisi, I, 129. İFAV yay, İstanbul 1997.) Bu bağlamda
Rasulüllah’ın (s.a.s.) şu sözü dikkat çekicidir. “İzzet ve celal sahibi Allah şöyle buyurmuştur: Kulum iyi bir iş yapmayı içinden geçirir de yapmazsa ona bir iyilik (sevap) yazarım. Ama onu yaparsa on kattan yedi yüz kata kadar iyilik (sevap) yazarım.” (Müslim, İman, 204; Buhari, Rikâk, 31.) Görüldüğü üzere burada asıl olan niyettir. Çünkü ibadetler gibi yapılan her iş niyete göre değerlendirilir. (Müslim, İmare, 155; Buhari, Bedü’l’Vahy, 1.)
İhlas ve samimi niyetle ibadet eden kul, ibadetiyle Yüce Yaratıcı’yla olan bağını daima güçlü tutar. Çünkü ibadet kulun rabbiyle iletişim kanallarını açık tutup, ona devamlı murakabe altında olduğunu hissettirir. Nitekim günde beş vakit olarak kılınan namazların her rekâtında okunan Fatiha suresi aynı zamanda kulun rabbine sözlü seslenişinin, duasının, yakarışının göstergesidir. Burada kul rabbine, “Övgü, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm, hesap gününün sahibi olan Allah’adır. (Allah’ım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.” (Fatiha, 1/1-7.) diyerek âdeta O’nunla hasbihal etmektedir. Günde beş defa tekrarlanan ve diğer farz ibadetlerle de desteklenen bu durum insana daima Allah’ın gözetimi altında olduğu hissini verir. Bunun için Yüce Yaratıcı, Peygamberine “ölünceye kadar devamlı rabbine ibadet etmesini” (Hicr, 15/99.) emretmiş; Peygamberimiz de, “Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır.” diyerek müminlerin ibadet yoluyla her daim Cenab-ı Hakk’ın murakabesinde oldukları hissini taşımalarını istemiştir. Ayrıca kulun rabbine kendisini en yakın hissetti yerin secde olması (Müslim, Salât, 215.) Yüce Yaratıcının, “Kulum, bana farz kıldıklarımdan daha sevimli bir şeyle yaklaşamaz. Nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder. Sonuçta ben onu severim. Onu sevince de onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı gibi olurum. Benden istediğinde ona veririm. Bana sığındığında onu korurum.” (Buhari, Rikâk, 38.)
sözü ibadetlerin insanı hayatın tüm alanlarında ihsana ulaştıran boyutunu gözler önüne sermektedir. Allah Rasulü’nün “İhsanı” “Allah’tan, O’nu görüyor gibi korkmandır.” (Müslim, İman, 7.) şeklinde tarif etmesi ibadetlerin insana kazandırdığı değerin nişanesidir.
Diğer taraftan gerek Kur’an gerekse hadislerde ibadetlerle ahlaki değerler bir arada zikredilmiş böylece ibadetlerin ahlaki olgunluğa vesile olması ve değer üretmesine özellikle vurgu yapılmıştır. Bu çerçevede Cenab-ı Hak, iman esaslarına tam manasıyla inanmayı; namaz, zekât gibi temel ibadetleri eksiksiz yerine getirmeyi; toplumun muhtaç kesimlerine sevdiği maldan ikram etme, sözünde durma, sabretme gibi erdemlerle mücehhez olmayı gerçek iyilik (Bakara, 2/177.) olarak ifade ederek iman ve ibadetin ahlak olarak hayata yansımasını emretmiş, ancak bunu başarabilenlerin muttaki olabileceğini belirtmiştir. Bir başka ayet-i kerimede de insanın çok hırslı ve sabırsız olduğu, başına bir bela musibet geldiğinde figan ettiği, iyiliklere mazhar olup, nimet ve lütuflarla karşılaştığında cimrileştiği zikredilmekte ancak namazlarını güzelce eda edenlerin böyle davranmayacağı anlatılmaktadır. (Mearic, 70/19-22.) Böylece namazın insana kattığı değere işaret edilmektedir. Sevgili Peygamberimiz de, “Cehennemden kurtaracak ve cenneti kazandıracak bir şey öğrenmek istiyorum, diyen bir sahabiye, “Allah’a şirk koşmadan ibadet etmeye devam et, farz namazı kıl, farz olan zekâtı ver, ramazan orucunu tut, insanların sana davranmasını istediğin şekilde onlara davran, insanların sana davranmasını istemediğin şekilde onlara davranmayı terk et!” (İbn Hanbel, VI, 384.) diyerek ibadetlerle insanın davranışları arasındaki ilişkiyi önemle belirtmiştir.
Allah Rasulü (s.a.s.) namaz, oruç gibi en temel ibadetlerden bahsederken ibadet-ahlak ilişkisine özellikle vurgu yapmış, ibadetlerin ahlaklı bireyler yetiştirmedeki rolüne değinmiştir. Namazın her türlü hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyacağını (Ankebut, 29/45.) düşünen Allah Rasulü nehir metaforunu kullanarak, kapısının önünden geçen nehirden beş vakit yıkanan kişide nasıl hiçbir kir, pas kalmaz ise günde beş vakit namaz kılan insanda da kötü huy ve kötü ahlaki özelliklerin kalamayacağını (Buhari, Mevakitü’s-salât, 6; Mesacid ve mevziu’s-salât, 283.) anlattığı hikâye bu ilişkiyi çok veciz bir şekilde özetlemektedir. Sevgili Peygamberimiz, orucun takvaya ulaştırabilmesi (Bakara, 2/183.) oruçluyu her türlü nefsani ve şehevi isteğe karşı kalkan olarak koruyabilmesi için oruçlunun kötü söz söylememesi, bağırıp çağırmaması, kimseyle kavga etmemesini (Buhari, Savm, 2.) şart koşmuş, oruçlu iken yalan konuşan ve yalancı şahitlik yapan kişilerin aç kalmasına Allah’ın ihtiyacı olmadığını (Buhari, Savm, 8; Buhari, Savm, 20.) ifade etmiştir. O böylece oruç ibadetinin ahlaken yücelmeye olan katkısını göstermiştir.
İbadetlerin ahlaka etkisi ve insanı tüm hayatında ihsana götürmeye matuf bu örneklem ve anlatımlardan sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) ibadetlerini ahlakına yansıtamayan, ibadetlerle hayatına değer katamayanları müflis tüccara benzetmiştir. O, bir gün arkadaşlarına “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuş, onlar da “müflis parası ve malı olmayan kimsedir.” diyerek cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır; “Gerçek müflis, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât ibadetlerini ifa etmiş olarak gelir. Aynı zamanda şuna sövmüş, buna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüştür. Bunun üzerine iyiliklerinin sevabı alınır şuna, buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları da kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” (Müslim, Birr ve Sıla, 59.) İşte gerçek iflas eden kişi budur. Bu konudaki başka bir örnekte de Allah Rasulü, namazı, orucu ve sadakasının çokluğuyla meşhur olan bir kadının konuşmalarıyla ve söylediği sözlerle komşularını incitmesinden dolayı cehennemlik olduğunu (İbn Hanbel, II, 440.) ifade etmektedir. Allah Resulünün hayatında bu kabil örnekler oldukça fazladır. Bu örnekler göstermektedir ki namaz, oruç, zekât, hac gibi en temel ibadetleri yerine getiren ancak bu ibadetlerin hikmetini idrak etmeyip ahlakına yansıtamayan böylece kul hakkı yiyen, insanların samimi dini duygularını sömüren, emanete ihanet eden, vatanına, milletine, dinine hainlik yapanları da Yüce Yaratıcı’nın katında elim bir azap beklemektedir.
Sonuç olarak; bütün şartları yerine getirilerek ve içerdiği hikmet ve manaları bizzat duyularak ve hissedilerek yapılan ibadetler, insanı hem dünya hem de ahiret hayatında gerçek mutluluğa götürür. Bilinçli, olarak Yüce Allah’ın huzurunda olduğunu hisseden insan, daima onun kontrolünde bulunduğunu düşünerek, hayatını onun emir ve yasakları, helal ve haramları çerçevesinde düzenler. Böylece ibadetler insanın sadece Yüce Yaratıcı ile olan ilişkilerini değil, aynı zamanda diğer insanlarla olan ilişkilerini de olumlu yönde etkiler. Bu şuurla yapılan ibadetler insanı dini hayattaki en yüksek derece olan “ihsan” mertebesine ulaştırır. (Koca, Ferhat, “ibadet”, İslam’a Giriş, Ana Konulara Yeni Yaklaşımlar, 263, DİB.