İbadetin Rûhu
Kur’an-ı Kerim’in iki kapağı arasındaki bütün hükümlere şeriat, gönderilen İlâhî emirlerin hepsine gönülden inanmaya da îman denir. Çünkü iman, kalbin tasdikidir. Kalbin, İlâhî hükümlere yatışması, delile ihtiyaç duymadan inanması îkandır. Cenâb-ı Hak; mü’mini, kâfiri ve münafığı Bakara Sûresi’nin başında yer alan âyet-i kerimelerde şu şekilde tanımlar: Sûredeki ilk beş âyet, cân û gönülden inanıp felâha eren mü’minleri, sonra gelen iki âyet, külliyyen inkâr eden kâfirleri, daha sonra gelen on üç âyet de, mü’minlerle karşılaşınca, “İman ettik.” deyip, şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise, “Biz sizinle beraberiz, biz inananlarla sadece alay ediyoruz.” diyen münafıkları haber verir.
Âl-i İmran Sûresi’nin on altıncı âyetinde gönül zenginliğine eren müminler,
1. Sabredenler,
2. Sâdıklar (özü, sözü ve yaşantısı düzgün olanlar),
3. Kânitîn (ibadette dâim ve huzur ehilleri),
4. Malını hayra harcayanlar,
5. Seher vakti Cenâb-ı Hak’tan bağış dileyen kullar olarak tanımlanır,
Kaf Sûresi’nin otuz ilâ otuz ikinci âyetinde de; dinî emirleri takva esasına göre yaşayan, bir suyu dahî isyana malzeme olmasın düşüncesiyle yudumlayan, attığı adımlarla rızâ-i İlâhî’ye koşan, her hâli Kur’ân ve Sünnet’e mutâbık, mârifet ve hakîkat ehilleri şu şekilde sınıflanır:
1. İçi-dışı İlâhî korkuyla nur olanlar (muttakîler),
2. Cennet arzusu, cehennem korkusu taşımadan ibadet edenler (evvâb),
3. Emir ve nehiylerde çok titiz davrananlar (hafız),
4. Rabbimizi tanımanın neticesinde, gönülde beliren saygı ve sevgi nimetine nail olanlar (hâşî),
5. Her şeyiyle Yüce Rabbimize yönelen hâlis kullar (münîb).
Zuhur eden hâdiselere göre peyderpey inen Mushaf-ı Şerif, sadece satırlarını telaffuzla değil, mâna ve hikmetini tefekkür ederek okunmalıdır. Ashâb-ı Kiram, azab âyetlerinin heybet ve dehşetine dayanamayarak hastalanır yatağa düşerdi. Sıddîk-ı A’zam (ra), ağlamasından dolayı imamette zorlanıyor, Hz. Ömer (ra) yatağa düşüp, günlerce kendine gelemiyor, Server-i Âlem (sav)’in göğsünün tencere gibi kaynayışı, bir kaç saf geriden duyuluyordu.
Mevlâ-i Müteâl, âyetlerin ağırlığına kalblerin tahammülünün güçlüğünü, “Eğer biz, bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah Teâlâ’nın korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün.” (Haşr, 59/21) ayetiyle haber verir.
Tariflerini yaptığımız; îkan, yakîn, haşyet, bedenin değil, kalbin hallerindendir. Namazda saç ve sakalıyla meşgul olan birini gören Efendimiz (sav), “Kalbinde haşyet, (Allah Teâlâ’nın korkusu) olsaydı azasında da olurdu.” buyururlar.
Basireti (gönül gözleri) kapalı olup, eşyanın hakikatine eremeyen nasipsizler, “Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İste asıl gafiller onlardır.” (A’raf, 7/179) âyetiyle ifade edilir.
Bir Emevi azgınının İbn-i Abbas (r.anhüma)’a, “Benî Hâşim soyundan gelenlerin gözleri ömürlerinin sonunda neden a’ma oluyor?” dediğinde, İbn-i Abbas (r.anha)’ın cevabı ne güzel bir cevaptır. “Behey şaşkın! Size de ne oluyor ki, Allah Teâlâ’yı ve Rasûlü (sav)’nü görmekten mahrum kalarak iç gözleriniz kör oluyor?”
Efendimiz (sav), “İman-ı kâmil, kalb ile marifet (Hak Teâlâ’yı tanımak), lisan ile ikrar, azalarla ibadettir.” buyurur.
Ehl-i marifet, her an Mevlâ-i Müteâl ile iletişim halindedir. Çünkü Zât-ı Kibriya kendisiyle münasebet kurulacak vasıtayı, ‘hablü’l-verid’ damarı olarak haber vermiştir. Uydu anteniyle dünyanın herhangi bir köşesinde olup bitenler seyredildiği gibi, kalbin yanından geçen, Cenâb-ı Hakk’ı tanıyan, O (cc)’nunla münâsebet kuran damarla da (hablü’l-verid); Kuds, Ceberut, Lâhût ve Âlem-i Ğayb’le münasebet kurulur.
Bu damarın; edeb-i İlâhî’ye saygısızlık, dünyaya kalben muhabbet, ıslah ve irşadın dışında gafillerle beraber olmak suretiyle kopuk ve paslı olmamasına çok dikkat edeceğiz. Kişi, biyolojik manaya gelmeyen, insanı hayvandan ayıran “Kalbine Allah Teâlâ’nın iman yazdığı” (Mücadele, 58/22) bu noktayı kesin inançla (yakîn), iman ettiği hakikatleri Allah Teâlâ ‘yı görür gibi kulluk yapmakla (ihsan) ihya eder.
Hadîs-i Şerîf’de, amelinde Hakk Teâlâ (cc)’dan başkasını görmeyen ‘”ihlas” sahibi (muhlis) kulların cennete gireceği haber verilir. “Kim ihlasla Lâ İlahe İllallah derse cennete girer.”
İşini doğru-dürüst yapma, tevbe, Hak Teâlâ (cc)’ya yönelme (inâbe), dünyaya meyletmeme (zühd), işleri Allah Teâlâ (cc)’ya ısmarlama (tevekkül) ve O (cc)’ndan razı olma, (rıza) halleriyle, ancak Allah Teâlâ (cc)’nın lütfuyla elde edilecek olan ihsan mertebesine ulaşan “muhsin”ler, Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok yerde geçer. “Çünkü Allah Teâlâ dürüstleri, muhsinleri sever.” (Bakara, 2/195)
İbadetin başı durumunda olan namaz ibadetinin farz kılınmasındaki hikmet, “Muhakkak ki, namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebût, 29/45) âyetiyle ifade buyrulur. Namazdan maksadın da, Allah Teâlâ ile irtibat kurma, O (cc)’nu bulma, O (cc)’na erme oluşu, “Beni anmak için namaz kıl.” (Taha, 20/14) ayetiyle beyan edilir.
“Kimin kıldığı namaz, kişiyi her türlü kötülük ve hayasızlıktan alıkoymazsa, ancak Allah Teâlâ’dan uzaklaştırır.”
“Bana on ayet indirildi ki, hâli bunlara uyan cennete gidecektir.” müjdesi verilen Mü’minûn Sûresi’nde Cenâb-ı Hakk, “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.” buyurur.
Kalbi, dünyaya aşırı ilgi, hırs ve cimrilik kirlerinden arındıran, sevaba ve Hak Teâlâ katında itibara, yükselmeye vesile olan zekât da, gönlün ve rûhun mânen temizlenmesidir. ‘Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, tezkiye edip, onları arıtıp yüceltirsin.’ (Tevbe, 9/103)
Enes b. Malik (ra)’in rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifte, Benî Temim kabilesinden, “Malım-mülküm çoğaldı, bana ne tavsiye edersiniz Ya Rasûlallah!” diyen birine Hak Teâlâ nın Habîbi şöyle cevap verir:”Malından yoksulun hakkını ver ki temizlenesin, (rûhen arınasın).”
Tutulan oruç ibadetinin farzıyyetindeki mânâ, Allah Teâlâ’nın koyduğu sınırı muhafaza ederek, gönlü güzel niyet ve ihlasla süslemek değil midir? “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvaya erersiniz (korunursunuz).” “Oruçlu olan kimse, bir mü’min hakkında gıybet veyahut ona eza ve cefa etmedikçe iftar edinceye kadar ibadettedir.”buyuran Efendimiz (sav) oruçtan maksadın ahlâkî güzelliğe erme olduğunu ifade eder.
“Suyun kiri temizlediği gibi, hac da günahları temizler.” buyurur Server-i Âlem (sav). Bakara Sûresi’nin yüz doksan yedinci ayeti, kadına yaklaşmamaya (refes), çirkin söz söylememeye, günah (füsuk), kavga illetinden kurtularak pak olmaya (cidal) ve takva ile rızıklanmaya işaret ettiği gibi, şartlarını hâiz olan kimsenin kestiği kurbanın da boğazlanmasından gaye ve hedefin takva olduğunu belirtir. “Onların ne etleri ne de kanları Allah Teâlâ (cc)’ya ulaşır; fakat O (cc)’na sadece sizin takvanız ulaşır.” (Hacc, 22/37)
Kârlı bir ticaret ve yakıcı bir azaptan kurtaracak olan cihadın en üstününü Fahr-i Âlem Efendimiz (sav), “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” Kelâm-ı Nebevî’leriyle haber verir.
Kur’ân’da, kötülüğü emreden, nefs-i emmare’den (Yusuf, 12/53), kendini hatalarından dolayı kınayan nefs-i levvame’den (Kıyâme, 75/2), kalbin bazan nur, bazan da zulmet ile kaplandığı, daha süzülüp durulmayan mülhime’den (Şems, 91/8), mutmainne’den, Hak Teâlâ (cc)’dan gelene rıza ile râziyye’den, O (cc)’nun da Senden râzı olmasıyla merziyye sıfatından bahis buyrulmaktadır. İşte bu makamları geçen kul insân-ı kâmil olma şerefine nâil olur.
Tırnak kesiminden tutun, hayatın her alanına yönelik bütün çalışmalarda, “İşini düzgün ve sağlam yapanı Allah Teâlâ (cc) sever.” Hadîs-i Muhammediyye’si düsturumuz olmalıdır.
Şu âyet-i celîleler Mevlâ (cc)’nın bizleri her an gözettiğini idrak edebilmemiz için gerekli yol işaretleridir. “Şüphesiz Allah Teâlâ sizin üzerinizde rakîb, gözetleyicidir.” (Nisa, 4/1) “Çünkü Rabbin (her an) mirsad, gözetlemededir.” (Fecr, 89/14) “Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah Teâlâ yaptıklarınızı görür.” (Hadîd, 57/4) “Andolsun insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve Biz ona şah damarından, (kendisine kendisinden) daha yakınız.” (Kaf, 50/16)
İşte bu âyet-i celîlelerde ifade buyrulan inceliklere dikkat, bedenen yerine getirilen taatlerin, hesapsız ecre, mükafata nâiliyyetini, yorulmaktan ibaret olan ibadetlerin zevk ve neşeye dönüşmesini, “Rabbim!” nidasına, “Kulum!” sadâsının gelmesini, “Siz Beni (ibadetle) anın ki Ben de sizi anayım.” (Bakara, 2/152) ikramına kavuşmayı temin edecektir.
Yaptığımız ibadetlerin, ahlakımızı güzelleştirme boyutu iç manaları ifade eder. İşin kalbî yönünden mahrum olan ibadet, ruhsuz beden ve meyvesiz ağaca benzer. Gönül fabrikası helal gıda ve az yemeden, Kur’ân-ı Kerîm i manasıyla okuyup, ona uymadan, namazı huşû ile kılma ve zikirden, geceyi ihya ve salihlerle beraber olmadan mahrum olursa, ibadetler de defolu malın kıymetsizliği gibi ecir ve mükafattan uzak olur.