İbadetlerde Sebat ve Sabır
Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde bizlere sabrın faziletinden bahsetmiş ve sabredenlerin mükâfatlandırılacağını vaat etmiştir.[1]
Sabır denilince her ne kadar ilk akla gelen bela ve musibetlere karşı sabırlı davranmak olsa da kulluk gereği olan ibadetlerde ve itaatte sebat etmek de son derece mühim olup bela ve musibetlere karşı sabırdan ayrı değerlendirilemez. Zira imtihan olunmak üzere gönderildiğimiz dünyanın geçici nimetlerine aldanıp kulluk vazifelerimizden taviz vermeye başlarsak ebedi olan cennet yurdunu da basit dünya menfaatleri uğruna kaybetmiş oluruz.
Amellerin az da olsa devamlı olanının, Allah (celle celâluhu)’ın en çok sevdiği ibadet[2] olduğunu ifade eden Rasûl-i Ekrem Efendimiz, bir süre nafilelere devam ettikten sonra terk eden kimselere benzemekten de ashabını sakındırmıştır.[3] İbadetlerde ve hayırlı işlerde sabırlı olup, sebat etmenin ne denli mühim olduğunu haber vererek, bizleri en doğru yola irşat etmişlerdir.
Farz İbadetlerde Sabır
Globalleşen dünyamızda Müslümanların pek çoğu asli vazifelerini unutup daha müreffeh bir hayat yaşamak için mücadelesini daha ziyade günlük işlerinde veriyor. Müslüman olduğunu söylediği halde İslam’ın emirlerinden uzak yaşadığının farkına bile varamayan günümüz insanı namaz, oruç, zekât gibi vecibeleri eda etmemekle beraber bu ibadetlerin nafileler gibi ihtiyari olduğu kanaatini taşımaktadır. İslam’ın aslını bilmediği için kendi yaşantısını İslam gibi telakki eden mükellef şahıs, eda etmesi gerektiği halde yerine getirmediği vecibelerin vebalinden kurtulamayacaktır.
Miraç dönüşü ümmetine verilen hediye olarak namaz ibadetini müjdeleyen[4] bir peygamberin ümmeti olan biz Müslümanların acaba ne kadarı bu büyük hediyenin şuurunda olarak namazı muhafaza etmeye çalışıyoruz?
Namazın, Müslümanları kötülüklerden alıkoyduğunu[5] öğreten Rabbimizin bahsettiği namazı ikame eden kaç Müslüman vardır acaba?
Mü’minlere sabır ve namaz ile yardım istemelerini emreden[6] Rabbimizin bu emrine şuurlu olarak imtisal eden Müslümanlar arzuladıkları şeylere nail olmuşlardır.
Namaz ibadetinin Allah Teâla’dan yardım isteme vasıtası olduğunu bilmeyen insanlar ise dualarına icabet edilmemesinden dert yanmaya devam etmektedirler.
Cemiyetimize baktığımızda bahsedilenlerin tam aksine, hem namaz kılıp hem de pek çok zaafı olan, normal şartlarda namaz kılanların yapmaması gereken işlerle meşgul olan nice Müslümanlara şahit oluyoruz. Bütün bu zaaflarımızın üstesinden gelmek için asr-ı sadette yapılan ibadetlerin mahiyetini öğrenip kendimizle nefis muhasebesi yapmalıyız. Peygamberimizin hiç terk etmediği cemaatle namaz kılma vazifesini ihmal etmeden, namazın teşekkül ettirmek istediği insan ve cemiyet modelini oluşturmak için gayret sarf etmeliyiz.
İçinde bulunduğumuz mübarek mevsimin müjdelediği Ramazan ayının, yaz mevsimine denk gelmesi sebebiyle pek çok Müslüman, farklı gerekçeler öne sürerek mükellef olduğu halde kendisine farz olan Ramazan orucunu eda etmemektedir. Gerçek özür sahibi olanların dışındaki Müslümanların, yerine getirmediği farz oruçlar sebebiyle muhatap olacakları cehennem ateşinin daha şiddetli olduğunu düşünüp oraya nispetle çok az olan dünyadaki yaz sıcaklığına sabretmesi çok yerinde olacaktır.
Kapitalizmin, neredeyse tesir etmediği toplumun kalmadığı günümüz dünyasında kazancını başkasıyla paylaşmaktan korkan insanlar, mallarının tamamen kendilerine ait olduğunu düşünmektedirler. Bu düşünce de onların mallarındaki fakirlerin hakkı olan zekâtı vermelerine mani olmaktadır. Bu şekilde kendilerine vaat edilen ebedi cennet yurdunu, azıcık dünya menfaatine değişmektedirler. Sabırsızlıkları sebebiyle kendilerini cennet nimetlerinden mahrum etmektedirler.
Hac ibadetini eda etmek için gidilen mukaddes beldelerde karşılaşılan en büyük sıkıntılardan birisi de sabırsız Müslümanların pek çok yerde problemler çıkarmasıdır. Özellikle de şeytan taşlama ve sonrasında bir nevi sabır imtihanında olduğunu unutan Müslümanlar bazen acelecilikleri sebebiyle izdihama sebep olmaktadırlar. Bazen de fevri hareket ederek diğer kardeşlerinin kalplerini kırıp yapmış olduğu ibadetin ecir ve faziletini azaltmaktadırlar.
Nafileler İbadetlerde Sabır
“Nafile” kelimesi her ne kadar Türkçe de “boşuna, yararsız şey”[7] manasına kullanılıyor olsa da dini literatürde “farzlara ziyade ve kurbiyet niyetiyle asıl vazifelere ilave” manalarına gelmektedir.
Bir hadis-i kutside de Allah (celle celâluhu)’a en çok farzlarla yaklaşan kulun, nafilelerle bu yaklaşmayı daha da hızlandırarak Allah Teâlâ’nın kendisine dost edineceği kimseler arasına gireceği müjdelenmektedir. [8]
“Bu hadis-i şerifte Allah (celle celâluhu)’a en sevimli olan ve O’na en çok yaklaştıran ibadetlerin farzlar olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bunlara ek olarak, yani bunları yerine getirdikten sonra, Allah (celle celâluhu)’a daha çok yaklaşmak isteyen kişi nafile ibadetler de yapmalıdır. Buradan nafilenin hiçbir zaman farzdan daha önemli olamayacağı, önüne geçemeyeceği, ondan daha sevaplı olamayacağı, dolayısıyla tek başına Allah (celle celâluhu)’a daha çok yaklaştıramayacağı anlaşılmaktadır. Zira nafileye bu adın verilmesi, farzlara ek olarak yapılan ama farz olmayan ibadetler olmasıdır. Öyle ise kim farzı eda eder, ona nafileyi ekler ve buna devam ederse, işte o zaman Allah (celle celâluhu)’a daha çok yakınlık elde eder”[9].
Nafilelerin ehemmiyetine dikkat çekmek üzere Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kıyamet günü insanlar ilk önce namazdan sorguya çekilirler.
Rabbimiz sorguya çekilen kişinin durumunu çok daha iyi bilmekle birlikte, meleklerine şöyle emreder: “Kulumun namazına bakın, tam mı eksik mi?” Eğer eksik değilse tam bir namaz olarak kayda geçer, eğer eksik ise Rabbimiz, “Bakın bakalım kulumun nafile namazları var mı?” der. Eğer nafile namazları varsa, “Farzlarını onlarla tamamlayın.” emrini verir. Sonra diğer ameller de bu şekilde hesaplanır.”[10]
Yani hayatta iken nafile olarak verilen sadakalar, tutulan oruçlar, kılınan namazlar ve diğer ibadetler eksik kalan farzların yerine ikame edilerek kulun cennete gitmesi kolaylaştırılır.
Her ne kadar nafile ibadetler için büyük mükâfatlar vaat edilse de bunları elde etmenin belli şartları vardır. Belki de bu şartların en başında devamlılık gelir. Cenab-ı Hak bir ayette mealen, “Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”[11] buyurmaktadır.
Başka bir ayette, ipini sağlamlaştırdığı hâlde sonra gevşetip bozan kadın misali verilerek, bir ibadete başlayıp bırakan, bir konuda söz verip cayan kişiler yerilmekte ve ibadetin devamlı olanının faziletine dikkat çekilmektedir.[12]
Nafileler hususunda çok dikkatli davranılmalı ve ifrat-tefrit ölçüleri her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Zira kendini tamamen ibadete vererek ailesini ve asli vazifelerini ihmal eden kişiler de nebevi ikazdan paylarını alarak ölçülü hareket etmeye davet edilmişlerdir.[13]
Bütün bu hususları göz önüne alarak kulluk rehberimiz olan Kur’an ve sünnetten nasıl ibadet etmemiz gerektiğini öğrenmeliyiz. Kulluğu ve ibadetleri belli gün ya da gecelere sıkıştırmayıp hayatımızın tamamına ve her sahasına teşmil etmeliyiz. Son nefesimizi verinceye dek imtihanda olduğumuzu unutmamalıyız.
-----------------------------------------------------
[1] Bakara, 2/155.
[2] Buharî, “İman”, 32.
[3]Buharî, “Teheccüd”, 19. Abdullah Bin Amr bin Âs (Radıyallahu Anhümâ) şöyle dedi: “Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi: “Ey Abdullah! Filan kimse gibi olma, çünkü o, gece ibadetine devam ederken, sonra geceleri ibadet etmeyi terk etti.””
[4] Müslim, “İman”, 279.
[5] Ankebut, 29/45.
[6] Bakara, 2/153.
[7] Bkz: TDK sözlüğü, “Nafile”
[8] Buharî, “Rikak”, 38
[9] Abdulhakim Yüce, “Allah’a Daha Yakın Olmanın Yolu: Nafile İbadet”, Yeni Ümit Dergisi, Yıl: 26 Sayı: 101.
[10] Tirmizî, “Salât”, 305; Nesâî, “Salât”, 9.
[11] Hicr, 15/99.
[12] Nahl, 16/92.
[13] Ebû Davud, “Salat” 317. Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Osman’a hitaben şöyle buyurdu: “Bil ki, ben, hem uyurum, hem namaz kılarım; oruç da tutarım, kadınlarla evlenirim de. Ey Osman, Allah’tan kork, zira ehlinin senin üzerinde hakki var, misafirin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde hakkı var. Öyle ise bazen oruç tut, bazen ye. Namaz da kıl, uykunu da al.”