İbadetlerin Temel İlkeleri
İbadette temel amaç, Allah için yapmak, onun hoşnutluğunu kazanmak ve nimetlerine şükretmektir. Allah’tan başkasına ibadet edilmez. Çünkü insanları yaratan, eşsiz nimetlerle donattığı hayatı onlara veren ancak O’dur. Bir davranışın ibadet olabilmesi için, inanılarak, samimiyetle, iyi niyetle ve Allah’ın emrini yerine getirme bilinciyle yapılması gerekir. Buna “taabbüd anlayışı” denilir. Taabbüd, ibadeti sırf ibadet olduğu için ve Allah’ın emrine olan bağlılığı ve saygıyı ifade etmek için yapmak demektir. İbadetlerde temel ilke budur.
İbadet etmek, hem imanın doğal sonucu hem de insanın fıtratında var olan bir ihtiyaçtır. Kur’an-ı Kerim’in en çok vurgu yaptığı husus, ibadetin sadece Allah Tealâ için yapılmasıdır. Bu duruma dikkat çeken ayet-i kerimelerden birinde mealen şöyle buyurulur: “Şüphe yok ki ben Allah’ım; benden başka hiçbir ilâh yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.” (Tâhâ 14)
Hiç şüphesiz ibadetin bireysel ve toplumsal faydaları vardır. Ancak bu faydalar ibadetin amacı değil sonucudur. Müslümanlar bu faydaları elde etmek için ibadet etmezler; Allah Tealâ’nın rızasını kazanmak için yaptıkları ibadetler bu güzel sonuçları doğurur. Bunlara “ibadetlerin sırları ve hikmetleri” denilir.
Mesela namaz kişiyi Rabbi’ne yaklaştırır, ruhu ve iradeyi güçlendirir, sabra ve şükre alıştırır. Özellikle cemaatle kılınan namaz topluluk şuurunu geliştirir, sosyal dayanışmaya katkı sağlar. Oruç insan sağlığına fayda sağlar, yoksullara yardım duygularını geliştirir ve yokluk içinde yaşayan insanların halini daha iyi anlamayı sağlar. Zekât, cimrilik ve bencillik gibi olumsuz duygulardan kurtulmaya yardımcı olur. İbadet emrine muhatap olan kişinin ibadetlerin taşıdığı hikmetleri düşünmesi bir tefekkürdür, kulluk şuuruna katkı sağlayabilir.
İbadetler tevkifîdir
İbadetler, dinin değişime açık olmayan (taabbüdî hükümler) sahasını teşkil eder. Bu sebeple ibadetler Kur’an-ı Kerim’in emrettiği, Hz. Peygamber s.a.v.’in de uygulamalarıyla şekil ve sınırlarını çizdiği biçimde yapılmalıdır. Çağların geçmesi, şartların değişmesi hiç kimseye namazın şeklini, orucun mahiyetini, haccın icra biçimini değiştirme yetkisi vermez. Konumu ve bilgi seviyesi ne olursa olsun, Peygamber s.a.v. dışında hiç kimsenin böyle bir yetkisi yoktur. İbadetlerin “tevkifî” oluşunun anlamı budur.
“Çağa uydurma ve kolaylaştırma” gerekçesiyle ibadetlerin mevcut şekillerini değiştirmeye çalışmak bâtıldır. Dinin temelini oluşturan ibadetlere müdahaleler hem doğrudan “tahrif” yani bozma anlamına gelmekte hem de insanların dine bağlılıklarını ve samimiyetlerini zedelemekte ve sarsmaktadır.
Diğer taraftan Hz. Peygamber s.a.v. tarafından belirlenen biçim ve şekiller ibadetlerde birliği, düzeni ve aynı zamanda yapılabilirliği sağlamaktadır. Aksi halde her insana ve her çağa göre mesela bir namaz şekli ortaya çıkar. Bu da dinin kuşatıcılığının ve ibadetlerin birleştiriciliğinin yok olması demektir. Zaman ve mekân ne olursa olsun, ibadet şekillerinin korunması ve hikmetlerine uygun eda edilmesi gerekir. Bu anlamda ibadetler dine bağlılığın ve dindarlığın doğrudan göstergesidir.
Kısaca, Allah Tealâ ibadetleri nasıl emretmiş ve Peygamberimiz s.a.v. de nasıl uygulamış ve öğretmişse öyle yapılır. Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’de belirlenen ibadetlere herhangi bir ilave veya onlardan azaltma yapılamayacağı gibi şekil olarak da değiştirilemez. Çünkü ibadetlere ilaveler bid’at, değiştirmeler de tahrif, yani dinin özünü bozma sayılır.
İbadetlerin kolay ve güç yetirilebilir oluşu
Cenab-ı Hak kullarına karşı son derece merhametlidir. Bu nedenle onlara güçleri oranında sorumluluk yüklemiştir. Ayet-i kerimede “Allah kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez.” buyurulur. (Bakara 286)
Dinimiz, ibadetlerin ifasında kolaylıklar sağlamıştır. Abdest alması gereken kişi su bulamazsa teyemmüm eder. Ayakta duramayacak kadar sağlık sorunu olan kişi namazını oturarak kılar. Seferî olan kişi oruç tutmayıp daha sonra kaza edebilir. Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurulur: “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara185)
Cenab-ı Hakk’ın emrettiği ibadetlerin zor gelmesi, nefsin ibadete alıştırılmaması, bu hususta gerekli gayretin gösterilmemesi ve şeytanın etkisinde kalma sebebiyledir.
Hayatı dünyadan ibaret görmeyen, nimetlere şükran hissi duyan, ruhunun ebediyet iştiyakına kulak veren bir insan belki kendiliğinden Âlemlerin Rabbi’ne ibadet etme ihtiyacı duyar. Hele ibadetin manevi lezzetini, huzurunu tatmışsa asla zorlanmaz. Zaman zaman zorlanıyorsa da bu zorluğun mükâfatını düşünerek sebat eder, ibadetinde dâim olur.
İbadetler nasıl olmalı?
İbadetlerin fayda ve hikmetlerinin gerçekleşmesini sağlayan; en önemlisi de ilahî rızaya muvafık olmasını sağlayan belli vasıflar vardır. Bunları özetle şöyle sıralayabiliriz:
• Yalnız Allah Tealâ için ve gösterişten uzak
İbadetler riyadan uzak bir şekilde, dünyaya ait bir menfaat beklemeden, sırf Allah rızası için eda edilmelidir. İbadetlerin emrediliş gayesi de budur. Bu, tevhidin bir gereğidir. Ayet-i kerimede mealen şöyle buyurulur: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.” (Mâun 4-6)
İmam Birgivî rh.a. ibadette gösteriş yapmayı, ibadetin bazı dünyevî menfaatlere alet edilmesini “ahiret ameliyle dünyayı istemek” şeklinde nitelendirir ve günah olduğunu vurgular.
• Şuur ve ihlâsla
Cenab-ı Hak, dışa vurulanları bildiği gibi kalplerde olanı da tam ve eksiksiz bilir. İbadetler samimi duygularla ve ihlâsla yapılmaya gayret edilmelidir.
İhlâsın ibadetin özünü, ruhunu teşkil ettiğini şu ayet-i kerimeden net olarak anlayabiliriz: “Onların (kurbanların) ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat Allah’ın emirlerine samimi bağlılığınız (takvanız) ona ulaşır...” (Hac 37)
• Bilerek isteyerek
Baskı altında ya da isteksiz yapılan ibadetler, insana arzu edilen lezzeti, iç huzurunu vermez. İnsan Allah Tealâ’nın kulu olduğu için O’na ibadet etmeye mecburdur. Fakat bu mecburiyeti kendisi hissetmeli, tefekkür ve dua ile Rabbi’ne yönelmeli, iradesini kullanarak ibadetleri gönüllü ve samimi bir şekilde yerine getirmeye gayret etmelidir.
İbadette isteksizlik, Kur’an-ı Kerim’de münafıkların özelliği olarak şöyle ifade edilmektedir: “…Namaza kalktıkları zaman, tembel tembel (isteksizce) kalkarlar...” (Nisâ 142)
• Devamlı ve kesintisiz
İnsanın Rabbi’ne kul olma niteliği bir zamana, döneme mahsus değildir; süreklidir. Şu halde kulluğun gereği olan ibadet de sürekli, ömür boyu olmalıdır. “Ölüm gelinceye kadar Rabbi’ne ibadet et.” (Hicr 99) ayet-i kerimesi bu durumu ifade eder.
Namaz ve oruç gibi farz ibadetler ömür boyudur. Nafile ibadetlerin de mümkün olduğunca süreklilik içerisinde eda edilmesi tavsiye edilmektedir. Hz. Peygamber s.a.v. şöyle buyurur: “Allah’ın en sevdiği ameller, az da olsa devamlı olanıdır.” (Müslim, Müsafirîn 218)
• İtidal ve denge
İbadetlerde ifrat (aşırılık) ve tefritten (ihmalden) kaçınılmalıdır. “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah’ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” (Mâide 87) ayet-i kerimesi ve Peygamberimiz s.a.v.’in “savm-ı visal”i yasaklayan hadis-i şerifi (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5) bu dengeye işaret eder. Bilindiği üzere savm-i visal “geceli gündüzlü bir veya birkaç gün oruç tutmak” demektir.
Dinde aşırılık bir müddet sonra bıkkınlığı, ihmal ise lâkaytlığı beraberinde getirir. Halbuki ibadet ve taatte aslolan severek, isteyerek devamlılık içinde yapmaktır. Bu da ancak dengeli bir ibadet hayatıyla gerçekleşir.