Ahiret Saadetine Götüren İlim ,İlimdir
Allah(cc) kendi kelamı olan Kur'an'da insanın yaratılış amacına dair şunu söylemiştir: "Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım." (52/Zariyat 56). Bu iki taifeden insan olanları Allah(cc) yeryüzünün halifesi olarak atamıştır. İlk insan ve ilk peygamber olan Âdem (as)'ı Allah(cc) bir takım ilimlerle donatmıştı. Kur'an'da şöyle buyurulmaktadır: "Adem'e bütün isimleri öğretti" (2/Bakara 31) Bu ayetin tefsirinde imam Kurtubi (rha) şunları zikretmektedir: "Buna karşılık bizde deriz ki: Doğrusu,insanlar arasında bütün dilleri ilk konuşan Âdem (as) olduğudur. Kur'an-ı Kerim'de buna tanıklık etmektedir. Nitekim Yüce Allah: " Âdem'e bütün isimleri öğretti" diye buyurmaktadır.
Bütün diller ise, "isimler" tabirinin kapsamına girmektedir. Sünnetteki rivayetler de bunu ifade etmektedir. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Tencere ve küçük kaba varıncaya kadar (Allah) Hz. Âdem'e bütün isimleri öğretmiştir." (El Camiu Li Ahkamil Kur'an İmam Kurtubi(1/562) çev: M. Beşir Eryarsoy Buruc y.)
Âdem (as) bilgili ve konuşabilen birisi idi. Ve kendinde dünyada lazım olacak bütün ilmi toplamıştı. Şu hadisi okuyalım: Ebu Musa (ra) Rasulullah (sav) ref ederek dedi ki: "Âdem cenetten çıkarıldığında kendisine cennet meyvelerinden verildi. Kendisine her şeyin sanatı öğretildi. Sizin meyveleriniz cennet meyvelerindendir. Ancak bunlar(dünyadakiler) bozulur, onlar(cennettekiler) bozulmaz."
(Bezzar Musned(8/45) Hds no:3020 ve Heysemi Mecmeuz-Zevaid(8//364) 35 Enbiyalar hakkında zikredilenler Bab:1=Beşeriyetin babası Âdem (as) hakkında beyan edilenler. Hdsno:13748= Bezzar ve Tabrani Kebir'de rivayet etmiştir. Ricali Sikattır.)
Görüldüğü üzere Âdem (as)'ın dünyada yaşamak ve orayı imar etmek için bütün bilgilerle donatıldığı aşikardır. Bunu zikretmemizin sebebi "İslam Medeniyetinin" ilim üzerine kurulduğunun ifadesi olduğunu isbat içindir... Bu noktada kafamızda sorun teşkil edecek bir çok sorunun cevapları verilmiş bulunmaktadır. Allah (cc) müslümanlara yaratılış ve bilgi meselesini açıklamıştır. Bizim yani mü'minlerin nazarında "İnsan bir meçhul" değildir... Ve birilerinin dediği gibi insan yaratılışının ilk zamanları konuşamayan bir mahlukta değildir... İşte Müslüman kitlelere dayattırılıp öğretilen insanlık tarihi ile her şeyi bilen Allah'ın öğrettiği tarih arasındaki fark ortadır...
Demek ki ilim üzerine kurulan bu medeniyet O'nun esas tabileri olan müslümanların hep aynı zeminde olmasını istemiş ve her zaman ilimle hareket edip, ilimle davet etmeyi bir fariza olarak ortaya koymuşlardır. İlmin kaynağı Allah(cc)'dır. O insanlara müsaade ettiği kadar ilim elde edebilirler. Allah(cc) insanları doğru yaşayıp dünyayı doğru imar etmeleri için peygamberler göndermiştir. Onlar Allah(cc)’dan aldıkları ilimle insanları irşad etmişlerdir. Doğru olana yönlendirmişlerdir. İnsanları ilk davet ettikleri husus Allah'ın birliği meselesidir. Gelen her Rasul evvelemirde bunu insanlara aktarmış ve davet etmiştir. Ve her Rasul eğitime bununla başlamışlardır.
Bu gerçeği Allah(cc) şöyle beyan buyurmaktadır: "Andolsun ki Biz her ümmet arasında: "Allah'a ibadet edin ve tağut'tan kaçının"diye bir peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimine hidayet verdi, kiminin aleyhine olmak üzere sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezininde yalanlayanların sonu nasıl oldu,görün."( 16/Nahl 36)
Allah(cc) Alimleri şöyle tarif etmektedir : "Allah kendisinden başka ilah olmadığını adaleti ayakta tutarak açıkladı.
Meleklerde,ilim sahibleri de(buna iman ettiler) Ondan başka ilah yoktur. Mutlak galibtir, Hakimdir."( 3/Ali İmran 18)
Allah'ı birlemek ve Tağutu redd etmek ilmin ve Alimliğin en yücesidir. Esasıdır... Kendimizi ve çocuklarımızı bunun üzerine eğitmek hikmet sahibi olanların bizlere vasiyetidir. Bakın Lokman (as.) çocuğunu eğitmeye nasıl başlıyor: "Hani Lukmân oğluna öğüt verirken şöyle demişti: Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma. Muhakkak şirk büyük bir zulümdür." (31/Lukmân 13)
İşte eğitimin temeli Tevhid'e göre ayarlanmalıdır. Allah'ı birleme meselesi ilmin zirvesidir. Tevhid ilmi ile eğitilen kişi imamı Azam (rha) deyimiyle "Fıkhul-Ekberi yani En büyük fıkhı" anlamış olur. Zaten bu ilim bu anlayış olmadan dünya ve ahiret saadeti gerçekleşmez.
Bu günün akıllıları ise çocuklarını eğitirken dünyevi menfaatleri ön plana çıkarmakta, Allah katında kurtuluşa sebep olacak bilgiyi vermekte ihmalci davranmaktadırlar. Halbuki Lokmân (ra) oğlunun ilk olarak Allah'ı birleyen bir muvahhid olmasını istiyor. Çünkü kurtuluş ve rütbelerin en büyüğü budur!
Lokmân (as.) devam ediyor : "Oğulcuğum,eğer sen bir kaya içinde veya göklerde veya yerde olsan ve o( yaptığın) hardal tanesi ağırlığınca dahi olsa,Allah onu getirir. Muhakkak Allah latiftir. Her şeyden haberdardır."( 31/Lokmân 16)
Lokmân (as.) çocuğuna Allah'ın gözetiminde olduğunu söyleyip bu gözetimin küçük büyük hiçbir şeyden beri olmadığını bildiriyor. Daha sonra ise namaz gibi temel ibadetleri oğluna hatırlatıyor : "Oğulcuğum, namazı dosdoğru kıl, marufu emret, münkerden alıkoy! Sana isabet edene sabret. Çünkü bunlar kesin olarak emredilen işlerdendir.
İnsanlardan(büyüklenerek) yüzünü çevirme!Yeryüzünde şımarıklıkla yürüme! Çünkü Allah büyüklük taslayanları ve böbürlenenleri sevmez. Yürüyüşünde mutedil ol.(konuşurken) sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir."( 31/Lokmân 7-8-9)
İşte muvahhid bir babanın çocuklarına yapacağı nasihat bundan başkası olamaz!.. Tevhid üzere eğitilen bir çocuk Tevhid'den sonra namazla tanışır...Ve bu Tevhidi amel ömrünün sonuna kadar devam eder...
Ama zamanımızda bunu çocuğuna söyleyen baba nerde... Hatta çocuğu: " Baba namaz saatleri okulda ders saatlerine denk geliyor ne yapayım?” dediğin de babalar, "Oğlum sen ufaksın bazen kılmazsan olur!?..” diyecek gevşeklik içerisindedirler. Bu çocuk Allah'ın kendisine yüklediği görevleri yapmaz, insanların telkinlerine Allah'ın emrine ters olduğunu bile bile uyarsa, ileri ki zamanlarda bu çocuktan nasıl itaatkar bir kul ortaya çıkacaktır.
Rasuller toplumları eğiten en büyük öğreticidirler. Eğitimleri de Tevhid'dir. Tevhidi toplum İslami bir toplumdur. İslam'da şahıs ve cemiyet aynı ölçülere tabidirler. O da Kur'an ve Sünnet'tir. Şekillenmeleri ve eğitilmeleri bu iki kaynağın gölgesinde olur. İslam'da ilimler iki kısımda incelenir Birincisi Farz-ı Ayn olan, ikincisi Farz-ı Kifaye olan ilimlerdir. Farz-ı Ayn olan ilimler kişinin kendisinin yerine getirmesi ile yerine gelecek olanlardır. Kişinin İslam inanç temellerini bilmesi farz-ı ayndır. Namaz, oruç, zekat, Hacc gibi ibadetler şartları kişinin üzerinde bulunduğunda Farz-ı ayn ilimlerdendir.
Farz-ı Kifaye ilimler ise toplum ve cemiyet ile ilgili olan ilimlerdir. Bunların yerine getirilmesi bir grub veya bazen bir kişi üstlendiğinde diğerlerinin üzerinden sorumluluk düşer. Bu ilimlere dünyada lazım olacak ilimlerin hepsi girer. Fizik, Astronomi, kimya, coğrafya vb. gibi... Bizim bu gibi bilimlere karşı tavrımız şu hadisle belirlenmiştir : “Hikmetli söz, mü'minin yitiğidir. Bulunduğu yerde onu almaya (herkesten) daha hak sahibi ve lâyıktır.” (Rudani Cem'ul Fevaid(1/55) hdsno. 215_Tirmizi'den.)
Bu hadisi zikretmemizin nedeni Farz-ı Kifaye ilimlerde ilim adına kişiliği ve şahsiyeti ne olursa olsun söylediği sözde hikmet varsa onu alırız, hatta onu almada herkesten daha fazla hak sahibi biziz diye belirtmek içindir... Yalnız bu ilimler bizim dini kişiliğimiz yani müslümanlığımızla çatışmadığı müddetçe böyledir. Eğer bu ilimleri öğrenmek adına Farz-ı ayn olanlardan ödün veriyorsak bu bizim dünyevileştiğimizin göstergesidir.
Mesala; işgal edilmiş İslam topraklarında öğretmen, doktor, Hakim olmak için önce Üniversitenin kapısına inancını, başörtüsünü ve İslami kişiliğini koyman gerekiyorsa bu ilmi tağutilerden almak gerekmez, hatta aksine davrandığında onlarla aynileşme gündeme girmiş olur. Oysaki geçici bir dünya hayatı ve mevki için tağutilerin ilim diye dayattırdığı şeyler sonsuz Ahiret hayatının mutluluğu ve inanç için asla bırakılmamalıdır. Bu söylediklerimiz bu ilimlerin küçük görüldüğünden veya yersiz görüldüğünden değil, yalnız inancın korunması açısından dillendirilen bir meseledir.
Bu eğitim konusunda taviz verenler şu akli önergeleri sunmaktadırlar: "Müslümanların bayan doktora ihtiyaçı yok mu? Müslümanların inançlı bir öğretmene ihtiyacı yok mu?” Vb... Bu soruların cevabı elbette ki "evet ihtiyacımız var ama inancını koruyan, şahsiyetini koruyan bir ortam içinde olması kaydı" ile olmalıdır. Asli itibariyle bu konuda bir veya birkaç kişinin dışında gerçekten bu ilim dallarında çalışan insanların bir dönem sonra kendilerinin dünyalıklar peşinde koştuklarını İslami dertlerinin yalnızca okul yıllarında kaldığını görürsünüz!...
İslam inancını, ibadetleri, gizleyerek, erteleyerek, ihmal ederek İslamı istemeyen tağuti rejimlerden nasıl ilim alınır?
Tağuti düzenlerin işlerini görecek, kurumları onların adlarına işletecek çağdaş kölelere ihtiyaçları vardır... Firavuni sistemler hep böyle işlemiştir... İşleticiler Firavunlaşınca, karşısındakiler Musa(as)ın söyleyip yaptıklarını yapmalıdırlar. Firavun Mısır'ın üzerinde Rabbliğini ilan ederek o günün köleleri İsrailoğullarını küçümseyen bir haldeyken Musa(as) çıkmış israiloğullarını yanına alarak Mısır'dan ayrılmak istemiştir. Firavun kendi işlerini yapacak kimsenin kalmamasının ve sözünü dinletecek kimsenin olmamasının da verdiği telaşla Musa(as) ve israiloğullarının peşine takılmış ve ordusuyla beraber yarılan denizin ortasında denizin kapanmasıyla helak edilmişlerdir.
İşgal edilmiş bu topraklarda Farz-ı ayn ilimleri üzerinde taşıyan mü'minler eğer Farz-ı Kifaye ilimleri rahatça, kişiliklerinden ödün vermeden öğrenmek istiyorlarsa Firavuni mektebleri komple terk etmelidir. İşte o zaman şartlar koşan Firavunlar tutuşacak ilkelerinden tavizler verecektir.
Sözün özü Rasulullah (sav) : "İlim talebi her müslümana farz'dır." (İbni Mace Mukaddime bab 17 Hdsno.224) demektedir. Ama Müslüman kaldığımız müddetçe bu böyledir. İmanımızın en küçük biriminden bile ödün vermemizi istiyorlarsa böyle bir meselede mü'min akidede pazarlık olmadığını bilmeli ve izzetiyle o mevkileri, -hangi meslek olursa olsun- terk etmelidir.
Kafirlerin bu ilimde ileri gitmeleri kimseyi aldatmamalıdır. Çünkü onlar "Dünya hayatından sadece görüneni bilirler. Onlar ahiretten ise tamamen gafildirler.” (30/Rum 7)
Başka bir ayette de Rabbimiz "Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden yüz çevir. İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz Rabbin yolundan sapanı da iyi bilir ve o yola geleni de iyi bilir." (53/Necm 29-30) buyurmaktadır.
Bizler dünyayı unutmadan Ahireti düzene koymaya çalışan ve dünyanın bizim için yalnız bir imtiham yeri olduğunu unutmadan, esas görevimiz olan Kulluk rütbesini her daim layıkıyla taşıyıp Allah'a müslüman olarak kavuşanlardan olmalıyız...
Seyfulislam Çapanoğlu.