KUR'AN'IN KERİM VE İLİM
Kur’ân-ı Kerîm; kıyamete kadar insanların ihtiyaçlarını karşılayacak olan bir kitap olmasından dolayıdır ki, içerisinde birçok ilmî hakikatlere işaret olunmuştur:
“Yaş ve kuru ne varsa, apaçık bu Kur’ân’da vardır.” (En‘âm, 59)
Ama şunu unutmamak lazımdır ki, diğer peygamberler gibi bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) de fenni gerçekleri öğretmek için gönderilmemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de her çeşit ilme ya açıktan ya da kapalı olarak işaret edilmiştir. Ama o, mücerret bir fen kitabı da değildir.
Yaş ve kuru her şeyin Kur’ân’da mevcut olduğundan bahisle bir kişi bir âlime şunu sorar:
“Kur’ân’da yaş ve kuru her şey var diyorsunuz. Peki, öyleyse ekmeğin nasıl yapılacağını, ununa ne kadar su katıp pişirileceği vs. hususunda bir ayet var mıdır?” Âlim:
“Evet, var” der ve
“Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorunuz.” (Enbiyâ, 7) âyetini okuyarak soru sahibini susturur.
Dünyaya ait bazı işler vardır ki bunları insan çalışmakla, aklını kullanmakla elde eder. Nitekim hurmaları aşı yaparak iyi mahsul aldıklarını söyleyen sahabîleri, bu durumu öğrenen Peygamberimiz onları bundan men etmiş, ertesi yıl hurmaların azlığından şikâyet edenlere de, eski yaptıklarını yapmalarını emrederek şöyle buyurmuştur:
“Sizler, dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz.” (Müslim bi Şerh-i Nevevî, XV, 116; İrşâdu’l Fühul, s.378)
İlim ve fen, aletlerin yardımıyla tecrübe ve müşahedeye dayanılarak yapılır. Bazen tesadüflerin veya münasip bir tabirle tevâfukların yeni yeni buluşlara, icatlara, keşiflere, hayırlı ilmî hakikatlere sahne olduğu bir gerçektir.
İşte bundan dolayı, Kur’ân-ı Kerîm bir kimya ya da bir fen kitabı değildir. O; vahiyle gelen, akıl ile bilinip, bulunamayacak olan hususları bildirir. Böylece insanlara yeni yeni ufuklar açar. İçindeki emirleri tutanlara iki dünya saadetini bahşeder. İnsanı düşünmeye teşvik eder. Yer ve gökler hakkında, onların nasıl yaratıldıkları hakkında düşünmeye sevk eder. Böylece onların kör bir tesadüfün eseri olmadığı gerçeği dimağlara ve gönüllere nakşedilir.
“Onlar, semâvât/gökler ve arzın/yerin yaradılışını düşünürler.” (Âl-i İmran, 191)
Bu tefekkürler, sonunda Ulu Allah’a (c.c.) ulaşarak şöyle derler:
“Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın.” (Âl-i İmran, 191)
Evet, O (c.c) hiçbir şeyi boşuna yaratmamıştır.
Canlılar, hayatiyetlerini sürdürebilmeleri için ısıya yani bir enerji kaynağı olan güneşe muhtaçtırlar. Arzın bu dev enerji kaynağının içinde her an binlerce hidrojen bombası patlatılmaktadır. Şunu unutmamak gerekir ki, bir hidrojen bombası bir atom bombasından iki bin misli daha şiddetlidir. Bu suretle meydana gelen muazzam enerjiden tam bizim ihtiyacımıza göre ölçülmüş bir miktarı dünyaya muntazam olarak her gün ulaşmakta ve bu vazifede hiç aksama olmadan yürütülmektedir.
“Güneş de (ki bir alamettir) kendi mihveri etrafında muayyen bir vakit için hareket ediyor. Bu Aziz (her şeye galip olan) ve Alîm (her şeyi bilen) olan Allah’ın takdiridir.” (Yâsîn, 38)
Bu ayet, güneş sisteminin yörüngede hareket ettiğini ve kendisi için tespit ve takdir edilen yörüngede seyrettiğini bize asırlarca önce haber vermektedir. Bu, Kur’ân’ın bir mucizesidir.
“Hiç şüphesiz ki göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah’ın yukardan yağmur suyu indirip onunla arzı ölmüşken diriltmesinde, yeryüzünde debelenen hayvanı yaymasında, rüzgârları değiştirmesinde, gök ile yer arasında müsahhar bulutlarda… Şüphesiz bunlarda, akıllı olan kavim için elbette ayetler vardır.” (Bakara, 164)
Kur’ân-ı Kerîm’de kevnî ilimler dediğimiz; kâinatı, varlığı ve bunlara taalluk eden hâdiseleri, bu dünyada olup biten şeyleri inceleyen ilimlerin hepsine işaret eden ayetler vardır. Bunlardan maksat Cenâb-ı Allah’ın büyüklüğünü ve kudretini göstermek, inanmayanları imana, inananları da iman da itminana eriştirmektir. Bunun için yüce Kitabımız, kâinatta Cenâb-ı Allah’ın halk ettiklerinden, uçsuz-bucaksız âlemlerden bahsetmektedir:
“Allah… O’dur (büyük kudret sahibi) ki, mahlûkatı ilk önce yaradan, onu (ba‘s/yeniden diriliş için) çevirip (ikinci defa) yapacak olan O’dur. Ve bu yaratışın ikisi de O’na göre çok kolaydır. Yarattığı göklerde ve yerde O’nun (mutlak kudretinin) âli/yüce delili vardır. Ve O, mahlûkatı üzerinde en büyük hükümrândır. Yaratışında tam bir hikmet ve maslahat vardır.” (Rûm, 27)
“Sizi yarattığımız zaman, bu birinci yaratış bize güç mü geldi? (Hayır!) Onlar belki yeni bir yaratılıştan şüphededirler. Ki kâfirler, ‘Biz öldükten ve toprak olduktan sonra mı yaratılacağız. Şu tekrar yaratış, akıldan uzak bir iddiadır’ demişlerdi.” (Kâf, 15)
İşte kâinattaki şeylerin hepsi insanoğlunun istifadesine sunulmuş, onun emrine tahsis edilerek, ona musahhar kılınmıştır. İnsan bunlara bakarak aklını kullansın ve istifade etsin…
Kur’ân’da birçok ayetlerin sonunda bakınız Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor:
“Bunda, aklını kullanan bir kavim için ayetler, ibretler vardır.” (Ra‘d, 4; Nahl, 12; Rûm, 24)
Ayet, bilen bir milletin ibretleri anlayacağına işaret ederek, cahillerin bundan nasiplerinin olamayacağını beyan ediyor.
“Bunda düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (Ra‘d, 3; Rûm, 21; Sâd, 42; Câsiye, 13)
“Bunda aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır.” (Ra‘d, 4; Nahl, 12; Rûm, 24)
“Bunda dinleyen bir millet için ibretler vardır.” (Yûnus, 67; Rûm, 23)
“Bunda iman eden bir kavim için ibretler vardır.” (Nahl, 79; Neml, 86; Ankebût, 24; Rûm, 37; Sâd, 52)
Görüyorsunuz ki Kur’ân-ı Kerîm; ibret alın, kâinata bakın, düşünün, bilin, anlayın, hatırlayın, îkan derecesinde imana sahip olun ve iman edin, diye emrediyor.
İşte bu emirler aklı susturmayan, aksine parlatan emirlerdir. Bunun neticesinde ferdi, ilme hazırlar. Fennin gelişmesine sebep olur.
Yine O (c.c), şöyle ferman ediyor:
“Biz sana Kur’ân’ı, her şeyi beyan için indirdik.” (Nahl, 89) ve
“Biz kitapta hiçbir şey eksik bırakmadık.” (En‘âm, 59)
Demek ki Kur’ân-ı Kerîm’de bütün ilimler mevcuttur. Tıpkı bir çekirdeğin içerisinde o nebatın bütün şekli mevcut ise Kur’ân’da da bütün ilimlerin nüvesi vardır.
İbn-i Mes‘ûd:
“Kur’ân’da her şeye dair ilim indirilmiş ve her şey beyan olunmuştur.” der.
Evet, Kur’ân insanların ihtiyaçlarına kıyamete kadar cevap verecek şekilde Cenâb-ı Allah tarafından gönderilmiştir.
İslâm dininde sonsuz bir merhamet ve yaratılmışlara acıma vardır. Bugün insanlık birbirine acımayı unutmuş, kanını emercesine birbirine saldırıyor, işkence ediyor, birbirini yok etmek için her türlü zulmü mubah görüyor.
Harpler “i‘lâ-yı kelimetullah” için yapılırdı. Muhasara edilen düşmana ilk teklif, onların İslâm olması hususu idi. Onu kabul etmedikleri takdirde vergi vermeleri kendilerine teklif edilir, kabul etmedikleri takdirde savaş açılırdı. Savaşta kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara dokunulmazdı. Hatta öyle ki, meyveli ağaçlar yakılmaz onlara zarar verilmezdi.
Rasûlullâh Efendimiz (s.a.s) de bunun için şöyle buyurmuşlardır:
“Ben rahmet peygamberiyim. Ben harp peygamberiyim.” (Müslim, Sahih, IV, 1821; İbn Sa‘d, Tabakât, I, 105; İbn Hanbel, Müsned, V, 405)
İşte dün ve bugün topyekûn beşeriyet, Kur’ân’a ve onun içindeki emir ve nehiylere uymaya muhtaçtır.