* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Neden İlim Öğrenmeliyiz  (Okunma sayısı 770 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 2153
Neden İlim Öğrenmeliyiz
« : Aralık 22, 2016, 08:09:51 ÖÖ »
Neden İlim Öğrenmeliyiz ?


         “Ben, insanları ve cinleri ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.”[1] ayetinden anlamaktayız ki, bizler Allah’a kulluk için yaratıldık.


         “Hani Rabbin meleklere, şüphesiz ki ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi.”[2] ayetinden de Allah’a olan kulluğumuzun bir manada ona halîfelik demek olduğunu anlıyoruz.


         Halîfelik, yani yer yüzünde yaptıklarımızı Allah adına yapmak. Daha da açığı, yaptıklarımızın ve yapmadıklarımızın, “bunlar Allah’ın razı olacağı veya kızmayacağı şeylerdir,” diyebileceğimiz şeyler olması… Allah’ın mülkünde,onun istediği şekilde tasarrufta bulunmamız, kâinat makinesinde ve kendi beden makinemizde makine sâhibi ve var edicisinin istediği gibi tasarrufta bulunmamız….


         Peki bu tasarruf ve kullanmalar, neye göre olacak, hangi ölçülere uyacak ki sözü edilen bu vekalet ve hilafet, yani kulluk, gerçekleşsin,asâlet ve istiklâle, yani Allah nâmına, kul olarak iş yapmak,kendi adına iş yapmaya dönüşmesin. Elbette bu, hilafet ve vekâletini yürüteceğimiz varlığın hilafet vekâlet namesini,düstur ve esaslarını bilmek ve kavramakla mümkün olacaktır.


         Hâsılı, kulluğun doğru bir şekilde yürütülmesi, onun esaslarını bilip göz önünde bulundurmaya bağlıdır. Bunları bilmeden kulluğumuzu, yani yaratılış gayemizi, nasıl yerine getireceğiz.? Çok iyi niyetli olsak bile, bu bilgi boşluğumuzu neyle ve nasıl dolduracağız?


         Asli hüviyetinden büyük ölçüde uzaklaştırılan akıl ve düşünce melekelerimizin, bir anlık mükemmel olduğunu farz etsek bile,bu boşluğu dolduramayacağını, Kitap ve Peygamber gönderilişinden ve bunlardan uzak olanların sergiledikleri hazin ve dehşetli tablodan çok berrak bir şekilde görüyor, pek iyi anlıyoruz. Öyle ise,ilahi ölçüleri öğrenmeye mecbur ve mahkûmuz.

“İlim öğrenmek her bir müslümana farzdır”.[3]


         Kendi sahamızla alakalı ilimleri öğrenmenin bize farz olduğunu bu hadisi şeriften açıkça anlamaktayız. İçimizden birilerinin de öğretici olmasının gerektiğini, “Müminlerin hep birden cihada çıkmaları gerekmez. İçlerinden her fırkadan bir topluluk harbe çıkmalı (Bir kısmı da geri kalmalı.) dır ki,din hususunda fıkıh öğrensinler ve kavimleri kendirline döndükleri vakit, onları korkutsunlar. Ta ki onlar sakınsınlar”.[4] ayetinden anlamaktayız.


         İmam Ebû Hanîfe (rh); “Fıkıh,kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri incelikleri ile bilmesidir” derken, amelin yanında, îman ve ahlâk meselelerini de tarifin içine katıyordu. Onun için, akide mevzuunda yazdığı eserine El-Fıkhu l-Ekber (en büyük fıkıh) ismini vermiştir. Kalp, nefis ve ahlak ile alâkalı mevzuların ilmine de Bâtın Fıkhı denilmiştir. Yukârıdaki fıkıh tarifine, “amel bakımından”, ilavesini yapanlar ise, kendilerince ayrı bir ıstılah ortaya koyup belli bir ilim sahasını kast etmişlerdir. Ancak,ayette geçen fıkhın geniş manada olan fıkıh olduğu açıktır.


         O halde, İslâm’ın her sahasında fıkıh sahibi olunması emredilmektedir. Bu, ilmihal noktasında bütün müminleri içine almaktadır. Bundan fazlası, tamamıyla bir kişi veyahut kişilerde bulunduğu taktirde en güzeli olacaksa da, bu hususta iş taksimi de yapılabilir.


         İlim öğrenme ve öğretmenin gerekliliği ve faziletiyle, öğrenmeyip cahil kalma ve öğretmeyip cahil bırakmanın günahı ve nasipsizliği ile alakalı nice ayetler, nice hadisler ve nice büyüklerin nice büyük ve kıymetli sözleri vardır. Bu husus, İslâmî eserlerin içinde, ayrı bir başlık altında yer aldığı gibi başlı başına müstakil kitaplarla da uzun uzadıya güzel bir şekilde anlatılmıştır.


         İbn’u Abdi-l Berr’in Cami’u Beyani l-İlm, Hatîb-i Bâğdâdî’nin El-Fakîh ve l-mütefekkıh ve El Câmi’ isimli eserleri bu hususta yazılan geniş ve kıymetli eserlerdendir.


         Madem ki kulluğumuz, yapmak zorunda olduğumuz ve kârlı olacağımız şeylerle, mecbûr değilsek bile, yaptığımızda, gene de kâr elde edeceği miz şeylerin yanında, kaçınmak zorunda olduğumuz, ama kaçınmadığımızda zarar edeceğimiz şeylerle, kaçınmaya mecbur olmadığımız halde, kaçınmadığımız taktirde gene de değişik şekillerle ve mertebe lerde (kârdan zarar gibi) zararlı çıkacağımız şeyleri bilip göz önünde bulundurmaya ve gereğini yerine getirmeye bağlıdır ve de yaratılış gayemiz kaçınılmaz bir kulluktur, ilim öğrenmek kulluğumuzun bir parçasıdır.


         Sözün özü, ilim sahibi olmazsak kulluk vazifemizi yerine getiremeyiz ve böylece en küçüğünden en büyüğüne kadar bir çok kârdan mahrum kalarak, en hafifinden en ağırına kadar bir çok zararı elde etmekle, her bakımdan zararlı çıkârız. Ya kendi gücümüzle yahut da bilenlere sormakla kulluğumuzun esası olan ilmi öğrenmemek bize çok ağıra mal olacaktır.


         “Allah (celle celalühü), ilmi kullardan söküp çıkararak almaz. Aksine onu içlerinden alimleri alarak alır. Nihayet hiçbir alim bırakmaz ve insanlar cahil başlar edinirler.Onlara sorulur.Onlar da ilimsizce fetva verirler.Böylece saparlar ve saptırırlar.”[5]


         Demek ki, ilimsizliğin neticesi (kulluktan) sapmak ve saptırmak,uzaklaşmak ve uzaklaştırmak….

         “Gece kâranlık parçaları gibi bir takım fitneler olacak (şirk ve küfre ait düşünce ve pratik,musibet ve imtihan dalgaları zifiri kâranlık gibi fert, aile ve toplum üzerine çökecek) O kâranlıklar içinde kişi sabah mümin akşam da kafir olacak. Ancak ALLAH’ın (celle celalühü) ilim ile dirilttiği kimseler bundan müstesna olacak.”[6]


         “Bir takım fitneler olacak .Gece kâranlık parçaları gibi ….Onların içinde kişi sabah mümin akşam kafir olacak .Bir takım kavimler dinlerini azıcık dünya malı kârşılığında satacaklar.”[7]


         Mümin kalabilmek için de ilim öğrenip öğretmek… Başkalarına imanı kazandırmak için de ilim öğrenip öğretmek…. Onların imanlarını korumak için de ilim öğrenip öğretmek…


         İlim öğrenip öğretmenin en mühim ve vazgeçilmez faydalarından biri de,İslam düşmanlarının İslam için kurdukları tuzak ve kazdıkları çukurları görüp gösterebilmektir.İslam’ı bilmediğimiz ve bildiğimizin gereğini yaşamadığımız taktirde firasetten, yani Allah’ın nuru ile bakabilme kabiliyetinden mahrum kalacak,düşmanlarımızın tuzaklarına ve çukurlarına kaçınılmaz olarak düşeceğiz,yahut düşenleri seyretmekle yetineceğiz.


         Günümüzdeki İslam düşmanları, geçmişlerinden kendilerine intikal eden tecrübelerden de faydalanarak, ümmeti değişik usûllerle,gerek onları yeterinden fazla dünyaya heveslendirerek gerekse ilim yollarını tıkayarak önce cahilleştirdiler. Diğer yanda da Müslümanların içinden bir takım usullerle avladıkları ve başkalarını avlamak için yedirip besledikleri, Müslümanların içinde gezdirip dolaştırdıkları, konuşturup öttürdükleri, satın alınmış yahut kiralanmış çorbacı işbirlikçiler eliyle İslam’ı, Allah’ın (celle celalühü) indirdiğinden farklı hale getirmeyi, ona son ve öldürücü darbeyi vurmayı hedeflediler.Ve ne yazık ki hedeflerine büyük ölçüde ulaştılar.


         Bu sebeple, görüyoruz ki, bir yanda sünnetleri, vacipleri ve farzları, hatta iman esaslarını, diğer yanda da mekruhları ve haramları, hatta şirk ve küfrü tartışabilmektedirler. Kimileri daha da ileri giderek tartışmaya gerek bile duymadan, bazen kesin haram bazen da kesin şirk olan birtakım şeyleri mubah hatta Dinin gereklerinden görüp gösterebilmekte, diğer yanda da, kesin farzları hatta iman esaslarını tartışmasız bir şekilde budayabilmekte ve inkâr edebilmektedirler.


         Bu çorbacı satılmışların ve kiralık katillerin, münâkaşa ettikleri hemen hemen her mesele,esasen dolaylı veyâhut dolaysız politik temellere dayanmaktadır…

         Asrın firavun ve deccallarının politik maşaları olmayı, bir iş ve rol olarak benimseyip kabul etmeyi ve gereğini yerine getirmeyi kişiliklerine uygun görebilip içlerine sindirebilmektedirler.


         Ehli olmayanlara ictihad kapısını açarak, yeni meselelere çözüm getireceklerini iddia ettiler ama gerçek gayeleri bu değildi. Asıl maksatları müctehitleri ve ictihadlarını tartışma mevzuu yaparak çürütmekti. O yüzden konuşup ahkam kestikleri meseleler çoğunlukla müctehidlerin çözümleyip noktayı koydukları meselelerdi. İctihad ve tecdidleri inhiraf ve tahrifden başka bir şey değildi.


         İslam’da, nesh’in olup olmadığını tartışmaları, hatta münakaşasız, “öyle bir şey yoktur,” demeleri, sizce ma’sum bir ilmi görüş beyanı mıdır? Öyle mi zannediyorsunuz? Kesinlikle hayır…Bu, tamamen siyasi bir hareketten ibarettir. Çünkü bu iddiayı önce Yahudiler ortaya attılar. Bununla, kendi tahrif ettikleri dinlerinin hükümsüz bırakılmasını, yerine de Hak dîn’i İslam dininin yerleşmesini engellemeyi hedefliyorlardı. İslam alimleri, neshin var olduğunu, sahabeden günümüze kadar ittifakla kabul etmişlerdir.


         Muhtemelen, münâfıklığı gereği, yalandan “Müslüman olduğu” nu söyleyen ve müslüman gibi görünen Mûsa İbn-u Meymûn gibi birisi olup sapık mutezile mezhebi alimleri arasında yer alan ve o mezhep alimleri tarafından bile sahiplenilmeyen Ebû Müslim’in dışında, neshi inkâr eden, bir asır öncesine kadar hiçbir alim görülmemiştir. Bu bir asır içerisinde de gerçekte alimlikle alakası olmadığı halde mezhep imamlarının ve fakihlerin önüne geçirilen alim kılıklı hâin câhil şaklabanlar tarafından bu meselenin yeniden ısıtılıp gündeme oturtulmasının, islamın siyasi otoritesinin zayıflatılıp çökertilmeye başlandığı zamanlarda olması, aklı başında kimseleri derinden derine düşündürecek bir husus olup meselenin siyasi olduğunun kuvvetli bir alametidir.


         Ahir zaman peygamberinin (sellellahü aleyhi ve sellem) peygamberlikle vazifelendirilmesinden sonra,kendi değiştirdikleri dinlerine göre yaşayan Hıristiyan ve Yahudilerin,nesih olmadığına, dolayısıyla da şeriatlarının nesh edilmediğine göre ,son kitap Kur’ân-ı Kerîm’e ve son nebi Muhammed (sellellahü aleyhi ve sellem) Efendimize iman etme mecburiyetleri olmayacağından, artık cennete girebilecekleri iddiası ilmi bir iddia olmayıp tamamen siyasi bir manevradır. Çünkü, eğer onlar cennete girebileceklerse, ya cennete girebilmek için iman etme şartı yok, yahut iman etmiş olmak için peygamberlere ve kitaplara,veyahut da içlerinden Muhammed (sellellahü aleyhi ve sellem) Efendimize ve Kur’an-ı Kerim’e iman etme mecburiyeti bulunmamaktadır. Bunlar, hiçbir müminin tartışma konusu yapamayacağı kesin Îmânî mevzulardır. Ama bunlar bugün tartışılabiliyor ve geçmiş müçtehitlere hakâret etmemek ayıp sayılırken bu tartışmalara girenlerin karşısında söz söylemek af edilmez suçlardan görülüp gösteriliyor.


         Dinimizce haram ve mekruh olan şeyleri işleyenleri, hatta İslâm’ı kabul etmeyenlerin görüş, düşünce ve işlerini hoş görmek,hoşgörü havarisi kesilmek, artık kimilerinin dinlerinin çok mühim esaslarından olduysa, ortada dinin bekçileri durumundaki alimlerin ve idarecilerin, olmadığı, varsa da vazifelerini görmedikleri, veya uyudukları, bir de kiralık ve satılmış beslemelerin vahşi siyasete yalakalık yaptıkları gerçeği bütün dehşetiyle kendini göstermekte olduğu inkâr edilmez bir gerçektir.


         Hedef, mü’minlerin, küfre ve isyâna kârşı bulundurmak zorunda oldukları kin ve nefretlerini yok etmek, iman asabiyet ve hassâsiyetini silmek, dolayısıyla da cihat ruhunu öldürmektir.


         Küfür cephesi böylece, silah gücü ve haçlı seferleri ile elde edemediği, İslâmı yok etme planlarını, Müslümanların içinden kiraladığı veya satın aldığı kirâlık ve satılmış kâtiller eliyle elde etmektedir.


         Bu, İslam’a kârşı tertip edilen ve hince yapılan değişik bir haçlı seferinden başka bir şey değildir.Bu işi yürütenler de bu seferin askerleridir…


         Kimi işbirlikçiler, önce sünnetleri münâkaşa mevzuu ettiler. Nihâyet o kaleyi kendilerince düşürdüler. Sonra, tesettür, baş örtüsü ve benzeri farzları tartıştılar. O kaleyi de kendilerince fethettiler. Nihâyet Îmânî meseleleri ele aldılar. Onu da hallettiler. Artık İslami ölçülere göre küfür sayılan düşünceler ve işler bile, mü’min sayılan kimilerince hoş görü mevzuu olabiliyorsa, operasyonları başarı ile noktalandı demektir.


         İcmâ’ ile harâm olan resim ve heykel yapma, bulundurma, yabancı kadınlarla tokalaşma ve benzeri şeyler artık mubahlaştırıldı. İsmi konmayan bir ibâhiyye mezhebi kuruldu. Çok fazla bulunan hak mezhepler bir batıl mezhep ilavesiyle daha da çoğaltıldı.


         Bir Müslümanın hanımının başı açık olacak, ama hanımına başını kapat demesi doğru olmayacak. Bu nasıl ve kime ait bir söz olabilir? Herhalde bu, ben mü’minim diyen bir kimsenin, söylemeye cesaret edemeyeceği bir sözdür. Zira, Müslüman kadınların başlarını örtmeleri, ya dince maruf, yani güzel bir şeydir ya da (haşa)değildir. Değildir, diyenlere bir şey söylemeye, şu şartlarda müslümanın gücünün yetmediği bir zaman ve zemindeyiz.


         Maruftur,diyen müminlere göre bu marufu emretmek farz, emretmemek de Kur’an-ı Kerim’in diliyle lanetlik bir şeydir. Kur’an-ı Kerim’in farz kabul ettiği bir şeyi doğru görmemek,müslümanın elinden gelmez. Ama görüyoruz ki bu iş, birilerince din mümessili ilan edilmiş kişiler tarafından bile işlenmektedir.


         Eğer İslami ilimleri, dünya işlerine, Allah’ı (celle celelühü), Rasülü’nü (sellellahü aleyhi ve sellem) ve kendini başkalarına değil de Allah’a (celle celalühü) satan İslam Âlimleri’ni karıştırmayanların, islamı öğretmek(!) için kurduğu kurumlardan ve bu iş için kiraladığı veyahut satın aldığı kimselerden değil de, Rabbani alimler’den öğrenirsek, İslâm’ın ıslah ve tecdîd’i kılıfıyla yapılan tahrif ve tahrip tehlikesini,bütün bu yapılanların zalim siyaset icabı yapıldığını görüp gösterebileceğiz.


         Neden İslâmî ilimler’i öğrenip öğretmek zorundayız? Yukarıda sıraladığımız ve sıralayamadığımız daha bir nice gerekçe bu sorunun açık ve net bir cevabı olarak yeterli değil midir?


   Kaynaklar


   [1] Zâriyât : 56 [2] Bakara : 30 [3] Ebû Hanîfe (Müsned), İbn-u Mâce, İbn-u ‘Adiyy, Beyhakî, İbn-u Abdi’l Berr (Câmi’u Beyâni’l İlm) [4] Tevbe :122 [5] Ahmed İbn-u Hanbel (Müsned), Buhari, Müslim v.d. [6] İbnu Mace,Taberani [7] Hakim (Müstedrek)

Hüseyin Avni.

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]