Lâ İlâhe İllallah
"Sana vahyolunana uy ve Allah, hükmünü verinceye kadar sabret. O' hükümlerin en hayırlısıdır." (1)
Diye buyuran Rabbimiz Allah Azze ve Celle, Muvahhid mü'min kulun vazifesini beyan buyurmaktadır: Vahye uymak!..
Katıksız iman eden mü'min müslüman kul, gerek akîde konusunda, gerekse amel konusunda vahye uyup, hayatını vahye göre düzenlediğinde, üzerine düşeni yapmış olur
Kulluk görevini yerine getirirken sabretmeli, yani hak üzere direnebilmelidir
Kul, kulluğunun gereği olan sabrı gösterip, yegâne Rabbi Allah'dan sabır ve namazla yardım dileyince Allah, kuluna gerekli yardımı yapar
Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir
(2)
Rabbimiz Allah Teâlâ, Rasulullah (s.a.s.)'i, mü'min müslüman kullarına önder ve hayat örneği kılmıştır
"En güzel örnek!" (3)
Uyulacak ve izinden asla ayrı olunmayacak tek önder!..(4)
Muvahhid mü'minlerin ve mücahidlerin yegâne önderi Rasulullah (s.a.s..) ümmetin, hem Mekke döneminde, hemde Medine döneminde kendisine tabi olunacak tek önderleri ve hayat örnekleridir
Mekke dönemi, ümmetin tarihinde mustaz'af oluşlarının, mazlum bir hâlde bulunuşlarının bir dönemi olup, daha sonraki esaret hâlinin apaçık bir örneğidir
Aziz İslam milleti, hakim iken mahkum, hür iken esir olabilecek bir duruma düşebilir
Böyle bir durumda ne yapmalı?, Nasıl davranmalı? Ve nasıl kurtulmalıdır?.. Hayatî her konuda örneği ve önderi Rasulullah (s.a.s.) olduğunu asla unutmamalı ve O'ndan başka önder, O'ndan başka örnek edinmemelidir!.. Hayat yolunun rehberi Rasulullah (s.a.s.)'dir
O'nu izlemeli ve O'nun yolundan gidilmelidir!..
"Bu, benim dosdoğru olan yolumdur. Şu hâlde ona uyun. Sizi, O'nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki, korkup sakınırsınız." (5)
Diye buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ, yolun en doğrusunu ve yol kılavuzunun en sadık olanını beyan buyurmuştur
Dosdoğru yol, İslam ve sadık kılavuz, Rasulullah Muhammed (s.a.s.)'dir!..
"O'na inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve O'nun la birlikte indirilen nûru izleyenler, işte kurtuluşa erenler bunlardır." (6)
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bütün insanlığa gönderilen en son Nebî ve en son Rasuldur
(7)
O (s.a.s.), kıyamete kadar gelecek bütün insanları, "La ilahe illallah"'a davet etmiştir
"Lâ ilâhe illallah" Tevhid'ine iman edenler ve imanlarında sadık olanlar, diğer bütün kulluk vazifelerini yerine getirirler
Kâmil iman, kâmil insanı ortaya çıkarır
Kâmil insan, Kâmil imanı ile kâmil hâle gelmiştir
İnsan-ı Kâmil, Mü'min-i Kâmilden başkası değildir
O hâlde her şeyden önce iman, yani "La ilahe illallah" İman katıksız, sağlam ve kuvvetli olursa, amel salih olur ve takva gündeme gelir
"Lâ ilâhe illallah" Tevhid'inde samimi olmayanlar, amelde salih olamazlar
Bundan dolayı önce "La ilahe illallah!"
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) 'in daveti ve O'nun izinde giden varisleri olan muvahhid mü'minlerin daveti: "La ilahe illallah deyin ve kurtulun!" 8
Bu ilâhî dâvâ ve davet, kıyamete kadar sürecektir
Yeryüzünün varisleri olan muvahhid mü'minlerin, Peygamberlerden devraldıkları mirastır bu dâvâ ve davet!.. "Lâ ilâhe illallah" yani "kelime-i Tevhid" dâvâsı, mü'min müslümanların yeğâne dâvâsıdır ve onlar, insanları bu hakikata davet ederler
İcabet edenler, mü'minlerin kardeşi olurken, yüz çevirip reddedenler ise, küfür ve şirk cephesinde yer almaktadırlar
"Lâ ilâhe illallah"'ı kabul edenler, dünyada izzet, ahirette cennet ehli olurken, "Lâ ilâhe illallah"'dan kaçınanlar, dünyada zillet ehli olurken, ahirette ebedi cehennemi hak etmişlerdir
Önderimiz Rasulullah(s.a.s.) Mekke şirk davetinin liderlerine dâvâsını açıklamış ve onları, mutlak kurtuluş olan tek kelimeye, "Kelime-i Tevhid"'e davet etmişti
Onlar ise, bu kelimenin mahiyetini çok iyi bilip anladıkları için, menfaatlarına ters olduğundan dolayı reddetmiş ve bunu söylemekten kaçınmışlardı
Bununla da yetinmemiş, "Kelime-i Tevhid Dâvâsı"'na Onun önderine ve taraftarlarına da şiddetli düşman olmuşlardı
Şirkin önderleri ve küfrün liderlerini "Lâ ilâhe illallah"'a davet ediyor Rasulullah (s.a.s.)
Abdullah ibn. Abbas (r.anhuma) anlatıyor:
Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ebu Cehil b. Hişam, Umeyye b. Halef ve Ebu Sufyan b. Harb, Ebu Tâlib'e gittiler. Ve O'nunla konuştular. Onlar, kavimlerinin eşrafı idiler ve şöyle dediler:
-Ya Ebu Tâlip, bildiğin gibi sen bizdensin. İşte gördüğün gibi ölüme yaklaşmışsın. Biz senin öleceğinden korkuyoruz. Bizimle kardeşinin arasındaki durumu biliyorsun. O'nu çağır. Bizden O'na söz ver ve bizim içinde O'ndan bir söz al ki, biz O'nu bırakalım, O'da bizi bıraksın. Bizi, dinimizle başbaşa bıraksın, biz de O'nu diniyle başbaşa bırakalım.
Bunun üzerine Ebu Tâlip, O'na haber gönderdi. Rasulullah (s.a. s.), Onun yanına geldi.
O şöyle dedi:
-Ey Kardeşimin oğlu, bunlar, senin kavminin eşrafıdırlar. Senin için toplanmışlardır ki, birbirinize bir söz veresiniz.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Evet, bir kelime var. Onu bana verirseniz, onunla Arab'a hakim olursunuz. Acemde onunla size itaat eder!"
Ebu Cehil dedi ki:
-Evet, babana kurban, haydi on kelime olsun!:
(Rasulullah) şöyle buyurdu:
"Lâ ilâhe illallah dersiniz ve ondan başka ibadet ettiğiniz şeyleri söküp atarsınız!"
Bunun üzerine (şirk devletinin liderleri) el çırptılar, sonra şöyle dediler:
-Ya Muhammed, ilâhları, bir tek ilâh mı kılmak istiyorsun? Senin işin acaib!
Sonra birbirlerine şöyle dediler:
-Vallahi, bu adam, istediğiniz şeylerden size bir şey verici değildir. O hâlde gidiniz ve Allah, sizinle O'nun arasında hükmünü verinceye kadar babalarınızın dini üzere devam ediniz!
Sonra dağıldılar." (9)
Mekke şirk devletinin yöneticisi olan Kureyş'in ileri gelenleri, Rasulullah (s.a.s.) ile bu görüşme teklifini şunun için yaptılar:
İbn İshak (rh.a.) rivayet ediyor:
Ebu Tâlib'in hastalandığı ve ağırlaştığı haberi Kureyş'e ulaştığı zaman Kureyş, birbirine şöyle dedi:
-Hamza ve Ömer müslüman olmuşlardır. Muhammed'in sesi, tüm Kureyş kabilesi içinde yayılmıştır. O hâlde beraberce Ebu Tâlib'e gidelim. O bizim için kardeşinin oğlundan bir söz alsın, ve bizden de O'na biz söz versin.
Vallahi, onların idaremizi bizden zorla alacaklarından emin değiliz! (10)
O günkü Mekke şirk devletinin tağut olan yöneticilerin korkularına dikkat ediniz!:
"Vallahi, onların idaremizi bizden zorla alacaklarından emin değiliz!"
O müşrik egemen tağutlar, Allah'ı biliyorlar, Allah'ın üzerine yemin ediyorlar ve Allah'ı hakem kabul edip iki taraf arasında hüküm vereceğine itibar ediyorlar
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Onlar, hâlâ cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'dan daha güzel olan kimdir." (11)
"Allah, hükmedenlerin hakimi değil mi?" (12)
"Allah, aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır"(13)
O müşrikler Allah'ın hükmüne itibar ettiklerini beyan ederken, onların mevcud şirk inançlarına ve müşrik düzenlerine herhangi bir zarar vermemek şartını gündeme getirmektedirler
Onların şirk düzenini değiştirecek ve Tevhid nizamını topluma hakim kılacak, yani Allah'ın hükmüyle hükmedecek bir değişikliği asla kabul etmiyorlardı.. Onların birçok put ilâhları vardı
Bunca ilâhları bir tarafa bırakıp reddederek, yerde ilâh, göklerde de ilâh (14)
Bir tek Allah'ı kabul etmek, müşrik egemen tağutların menfaatlerine çok ters geliyordu
Onlar, öyle bir Allah'a inanıyorlardı ki, O'nun hükmü yalnızca göklerde geçerli idi
O, yerdeki işlere, yönetimlere ve yöneticilere karışmazdı
O göklerdeki ilâhtı
Yerdeki ilâhlar, Ondan bağımsın egemen idiler
O, bunların yönetim işine karışmamalıydı
Yeryüzünde egemen olan zalim tağutlar, ilâhlaştırdıkları hevâlarından kaynaklanan düzenlerini ve yasalarını reddedip Allah'ın hükümleriyle hükmetmek isteyenlere karşı düşman oluyor ve onları düşman ilân ediyorlardı
Bundan dolayı "Lâ ilâhe illallah" deyin" teklifine karşı:
- Ya Muhammed, ilâhları bir tek ilâh mı kılmak istiyorsun? Senin işin acaib! Diye tepki gösteriyor ve "Lâ ilâhe illallah"'ı reddediyor, Ondan kaçınıp yüz çeviriyorlardı
Bunu üzerine Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
"Sad. Zikir dolu Kurân'a andolsun.
Hayır, O inkar edenler (boş) bir gurur ve bir parçalanma içindedirler.
Biz, kendilerinden önce, nice nesilleri yıkıma uğrattık da onlar feryad ettiler. Ancak (artık) kurtulma zamanı değildi.
İçlerinde kendilerine bir uyarıcının gelmelerine şaştılar. Kâfirler dedi ki; "Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür.
İlâhları, bir tek ilâh, mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey."
Onlardan önde gelen bir gurup: "Yürüyün ilâhlarınıza karşı (bağlılıkta) kararlı olun. Çünkü asıl istenen budur" diye çekip gitti." (15)
Mü'minlerin ve Mücahidlerin önderi Rasulullah (s.a.s.) Mekke şirk devletinin yöneticileri olan müşrik tağutları, "Lâ ilâhe illallah" 'a davet etmişti
Onlar, bu kelimenin sadece dilde söylenen bir kelime olmadığını biliyorlardı
Bu kelime, bir toplumsal inkılab idi
Kelime-i Tevhid, hem ferdi, hem de toplumsal bir inkılabdır
Bu kelime, hem ferdi, toplumu değiştiren bir özelliğe sahibdir
Ferdin ve toplumun, şirk ve küfür değerlerini reddedip, onların yerine Tevhidî ve İmanî değerleri yerleştirir
Toplumdaki kişilerin kalbine ve beynine Tevhidî ve imanı hakim kılar
Onların hayatına, Tevhidin ve imanın gereği olan İslam'ın ilkelerini egemen eder
Böylece toplumun her sahasına İslam hakim olur
İnsanlar, kendilerini yaratan Rableri Allah'a teslim olurlar
Hayatlarına, O'nun hükümleriyle yön verir, Önder ve Örnek kılınan Rasulullah Muhammed (s.a.s.)'in Sünnet'ine göre hayatlarını düzenlerler
Çünkü Rasulullah (s.a.s.) Sünneti, Allah'ın hükümlerinin hayata uygulanışıdır!...
Mekke şirk devletinin yöneticileri olan egemen tağutlar, "Lâ ilâhe illallah" demek ile neyin red ve neyin kabul edileceğini çok iyi kavradıkları için ve şirk düzenlerini değiştirmek istemediklerinden dolayı, bu Kelimeyi reddedip, Ona ve taraftarlarına karşı savaş ilan ediyorlardı
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
"Sana icabet etmeyecek olurlarsa, artık bil ki onlar, gerçekten kendi hevâ (istek ve tutku)larına uymaktadırlar. Oysa Allah'dan bir kılavuz (doğru yol gösterici) olmaksızın, kendi istek ve tutkularına (hevâsına) uyandan daha sapık kimdir? Şüphesiz Allah, zulmeden bir kavme hidayet vermez.
Andolsun Biz, öğüt alıp düşünsünler diye, sözü birbiri ardınca dizip indirdik." (16)
Hevâlarını ilâh edilenler, hak yolu bırakıp batıl yola sapanlardan başkası değildirler
Onlara, Allah'dan bir kılavuz geldiği ve kendilerine dosdoğru yolu göstermesine rağmen, onlar, bu rehberi ve gösterdiği dosdoğru yolu reddedip yüz çevirenler oldular
Batılda direndiler hakka karşı baş kaldırıp savaş açtılar
Allah'ın hükümlerini kabul etmediler
Küfür ve şirk üzeri olan atalarının izi üzerine yürümeye, atalarının ilkeleri doğrultusunda hareket etmeye devam ettiler
Hevâlarına uydular, saptılar ve sapıttılar
Hakiki ilâh Allah'ı bırakıp hevâlarını ilâhlaştıranlar ve ona tam teslim olup itaat edenlerden daha sapık kimdir?
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
"Şimdi sen, kendi hevâsını ilâh edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'dan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?" (17)
Şehîd İmamımız İmam-ı Â'zam Ebu Hanife (rh.a.), "Osman el-Bettî'ye yazdığı Risâle"'de şunları beyan ediyor:
"İnsanların ihdas ettikleri ve kendilerinden ortaya koydukları şey, onları hidayete ulaştırmaz. Aslolan, Kur'an-ı Kerim'in getirdiği ve Hz. Peygamber'in davet ettiği-insanlar arasında tefrika ortaya çıktığı devreye kadar- Hz. Peygamberin Ashabı'nın yapmakta devam edegeldikleri şeylerdir. Bundan başkası ile amel edenler, bid'atçı ve kendilerinden ihlas edicilerdir." (18)
Şehîd İmamımız İmam-ı Â'zam Ebu Hanife (rh.a.)'in apaçık beyan ettiği gibi, "insanların ihdas ettikleri ve kendilerinden orta koydukları şey, onları hidayete ulaştırmaz!.." Çünkü onlar, Âlemlerin Rabbi Meliki ve İlâhı Allah Teâlâ'nın hükümlerini bırakmış, ilâhlaştırdıkları hevâlarının ardına düşmüş, kendilerine Allah'tan başka rabler edinmişlerdir
(19)
Böyle yapanlar, en büyük zulüm olan şirki işlemişlerdir
Şirk ve küfürlerinde sabitleşmiş, bile bile bunda direnmeye gayret etmişlerdir
"Allah, zulm eden bir kavme hidayet vermez."
Şüphesiz, inkar eden(kafir)leri uyarsan da, uyarmasan da onlar için fark etmez, inanmazlar.
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinin üzerinde perdeler vardır ve büyük azab onlarındır." (20)
Çünkü:
"Onlar, Allah'ın kadrini hakk-ıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası) ndadır. Gökler de sağ eliyle dürülüp bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir." ( 21)
"Onlar: 'Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir' demekle Allah'ı, takdirinin hakkını vererek takdir edemediler." (22)
Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle, o kafir ve müşriklerin cahiliye hükümlerini, kendi hükümlerine tercih ederek ve O'nun hükümlerini yasaklayıp reddederek kendisine şirk koşmalarından münezzehtir, Yücedir
Şirk, en büyük zulüm (23) ve müşrikler necistir!.." (24)
Kafir ve müşrikleri, bu büyük zulümden ve necasetten kurtaracak tek şey, onların katkısız iman etmeleridir
Lâ ilâhe illallah'ı kalben tasdik edip kabullenmeleri ve dilleriyle ikrar eyleyerek söylemeleri, kendilerini kurtuluşa ulaştıracaktır
Fakat onlar, bu kelimeyi duyunca ondan uzaklaşıp kaçıyorlardı
İnsanlık âleminin Önderi Rasulullah (s.a.s.) onları ateşten kurtarıp ebedî cennete davet ederken, onlar var gücüyle ateşe koşuyorlardı
Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Benim meselimle insanların meseli, ancak şu adamın meseli gibidir:
O, bir ateş yaktı da ateşin ışığı etrafı aydınlattığı zaman, küçük kelebekler ve ateşin içine düşer olan şu hayvancıklar, ateşin içine düşmeye başladılar. O adamda, bu hayvancıkları geri çekmeye başladı. Fakat hayvanlar, ona galip gelip hepsi de ateşin içine düşüyorlardı.
İşte bende sizlerin izar bağlarınızdan tutuyor ve sizleri ateşten çekip kurtarmaya çalışıyorum. İnsanlar ise, ateşe giriyorlar." (25)
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki, öğütten yüz çevirip duruyorlar.
Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler.
Aslandan korkup kaçmışlar." (26)
O günden bu güne aradan asırlarca zamanın geçmesiyle küfür ve şirk cephesinde hiçbir değişmenin olmadığı net olarak görülmüştür!..
O günkü Mekke şirk devletinin yöneticisi olan tağutlar, nasıl "Lâ ilâhe illallah"'ın ne demek olduğunu anlıyor ve ondan kaçıyorlarsa, bugünkü işgal edilmiş İslam topraklarında hüküm süren egemen zalim tağutlar, "Lâ ilâhe illallah"'ın ne demek olduğunu çok iyi kavrıyorlar ve ondan kaçıyorlar
"Lâ ilâhe illallah"'ın gereği olan şeyleri yasaklıyor, onları gündeme getirip hayatta uygulanmasını isteyen mü'min müslümanları cezalandırıyorlar
Bugünkü tağuti düzenlerde, her seçilen yönetici hevâsını ilâh edinmiş ve bu ilâhın hükümlerine göre yönetmektedir
Bu ilâhların batıl, sahte ve yalancı olduğunu "gerçek ilâh Âlemlerin Rabbi Allah'dır" diye hakikati dile getiren her "Peygamberin varisi olan muvahhid mü'mine karşı, tağutlaşanların" ve tağutlaştıranların sözü:
-İlâhları, bir tek ilâhmı kılmak istiyorsun? Senin işin acaib!..
Onlar, değişmez ve değiştirilemez hakikat olan "Lâ ilâhe illallah" kelimesinin haricinde, onların tağuti ideolojilerine ve düzenlerine uygun on kelimeyi kabule hazırdırlar, fakat "Lâ ilâhe illallah"'ı hayat metodu olarak asla kabul etmezler
Hayata müdahale ettirmez amma her gün defalarca, maaş verdikleri hizmetkârlarının güzel sesleriyle insanlara duyururlar!..
Çünkü batıl düzenlerinin yaşaması ve ayakta durabilmesi için insanların uyutulması ve uyanmaması gerekiyor
"Yaban eşeklerin aslandan kaçtığı gibi" "Lâ ilâhe illallah"'dan kaçan egemen zalim tağutların emri ve izniyle "Lâ ilâhe illallah"'ı ilân edenler ve duyanlar, "Lâ ilâhe illallah" hakikatiyle amel etmedikleri için, onların hayatlarında hiçbir değişme meydana gelmemektedir
"Lâ ilâhe illallah"'ı ilân etmeden ve duymadan önceki hayatları ve anlayışları ile ilân edip duyduktan sonraki hayatları ve anlayışları arasında hiçbir fark gündeme gelmemekte, hiçbir sorunluluk hissedilmemektedir
"Lâ ilâhe illallah"'a iman edip onu, bir hayat metodu olarak kabullenerek gereğini yapmak isteyen muvahhid mü'minler, egemen zalim tağutlara göre anarşist ve terörist(!) olarak ilan edilirken, uyutulmuş kitlelerce de fitneci ve bölücü (!) olarak görülmektedir
Egemen zalim tağutlar, işgal ettikleri İslam topraklarındaki yönetmek gücünü, din adına uyuttuğu ve cahil bıraktığı halktan almaktadır
Egemen oldukları bölgelerde Allah'ın hükümlerini yasaklayıp yürürlükten kaldırmış ve kendi şirk hükümleriyle hükmetmeye devam edegelmişlerdir
Bununla beraber İslam isimli, fakat gerek inançta, gerekse amelde "gerçek İslam"'dan bambaşka bir dinî oluşturup serbest bıraktılar
Onların sistemine zarar vermeyen, dünyalık menfaatlarına dokunmayan, hâttâ onların şirk, küfür ve zulüm düzenlerine yardımcı olan bu din anlayışıyla, yönettikleri halkı uyutup aldattılar
Böylece maddî ve manevî sömürüleri devam etti ve etmektedir
"Lâ ilâhe illallah"'a düşman olan, ona savaş açan ve ondan kaçanlar, "Lâ ilâhe illallah"'a iman ettiklerini söyleyenlerce "ulûl-emr" kabul edilip desteklendiler
Bu uyutulmuşluk, bu gaflet ve bu cahil bırakılmışlık, korkunç bir esaretin ve zilletin sebebi oldu
Bu esaret ve zilletten kurtuluş, katıksız iman ederek, hayat metodu olarak kabul ederek ve gereğini yerine getirerek: "Lâ ilâhe illallah deyin ve kurtulun!"
--------------------------------------------------------------------------
1)Yunus, 10/109.
2)Bkz. Bakara, 2/153.
3)Bkz. Ahzab, 33/21.
4)Bkz. Âl-i İmrân, 3/31
5)En'âm, 6/153.
6)A'râf, 7/157.
7)Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"De ki; Ey insanlar, ben, Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir Rasuluyum. Ki göklerin ve yerin mülkü yannız O'nundur. O'dan başka ilâh yoktur. O' diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi Peygamber olan Rasulü ne iman edin. O'da, Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. O'na iman edin ki, hidayete ermiş olursunuz." A'râf, 7/158.
8)Bkz. İmam Muhammed b. Muhammed b. Süleyman er-Rûdânî, Cemu'l-Fevâid-Büyük Hadis Külliyatı, çev. Naim Erdoğan, İst. 2003, c. 3, sh. 258, Hds. 6395. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, sh. 63'den.
9)İbn Hişam, İslam Tarihi-Siret-i İbn Hişam Tercemesi, çev. Hasan Ege, İst.1985, c.2. sh.73. Muhammed b. İshak, Siyer, çev. Sezaî Özel, İst. 1991, sh.299.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru'l-Kur'ân, b,39. Hds.3447.
Not: İmam Tirmizî (rh.a.) şöyle demiş:
-Bu hadis, hasenen-sahih'dir.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Tebarî, Tebarî Tefsiri, çev. Hasan Karakaya-Kerim Aytekin, İst.1996, c.7, sh.119-120.
İbn Kesîr, hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsirî, çev. Dr. Bekir Karlığa-Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1986, c.12, sh.6844-6946. İbn Ebi Hatim, Ahmed b. Hanbel ve Neseî'den.
İbn Kesîr, el Bîdaye ve'n-Nihaye-Büyük İslam Tarihi, çev. Mehmet Keskin, İst. 1994, c.3, sh. 189-190.
10)İbn Hîşam, A.g.e. c.2, sh.72
Muhammed ibn İshak, A.g.e. sh.298.
İbn Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c.3, sh.188-189.
11)Mâîde, 5/50.
12)Tîn, 95/8.
13)A'râf, 7/87.
14)Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Göklerde ilâh ve yerde ilâh O'dur. O (Allah), hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir." Zuhruf,43/84
15)Sad, 38/1-6
16)Kasas, 28/50-51.
17)Casîye, 45/23.
18) İmam-ı A'zam'ın Beş eserî, çev. Prof. Dr. Mustafa Öz, İst. 2002, sh. 65. 3. Baskı.
19)Bkz. Tevbe, 9/31.
20)Bakara, 2/6-7. Ayrıca bkz. Yasin, 36/7-10.
21)Zümer, 39/67.
22)En'âm, 6/91.
23)"Hani Lokman, Oğluna- öğüt vererek-demişti ki:
"Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür." Lokman, 31/13.
24)"Ey iman edenler, müşrikler, ancak bir pisliktirler. Öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescîd-i Haram'a yaklaşmasınlar." Tevbe, 9/28.
25)Sahîh-i Buhârî, Kitabu'r-Rikâk, B.26, Hds.70.
Sahîh-i Müslîm, Kitabu'l-Fedâil, B.6, Hds. 17-19.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Emsâl, B. 6, Hds. 3033.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.2, sh.244.
26) Müddesir, 74/49-51.
Abdullah Dâî.