İMANIN ŞARTLARI - ALLAH’A İMAN
“Ey inananlar, Allah’a , Elçisine, Elçisine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirmiş bulunduğu Kitab’a inanın. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür.”
Muhterem kardeşlerim ! Bugünkü dersimizde imanın şartlarından birisi ve en önemlisi olan Allah’a imandan bahsetmeye çalışacağız. Cenab-ı Hak şimdiden tesirini halk etsin.
Ancak konuya girmeden önce iman kelimesi üzerinde biraz durmak istiyorum.
İman; lugat itibariyle arapça kökenli bir kelime olup - آمن - (Âmene) fiilinin mastarıdır. E-M-N kökünden türetilip iki manaya gelmektedir.
Birincisi: İhanetin tersi, zıddı olan emanet olup, manası ise kalbin sükûnete erişmesi ve yalanlamanın tersi olan doğrulama, tasdik etme anlamına gelmektedir. Aynı zamanda korkunun karşıtı olan güven manasını da içermektedir.
İkincisi: Küfrün zıddıdır. Bu son zikredilen mana ise ulemanın ittifakıyla tasdik manasında alınmıştır. Yani iman eşittir
tasdik anlamındadır. Lisanü’l-arabın sahibi İbn Manzur da bu şekilde ifade etmiştir. Bu da netice itibariyle eman sonucunu doğuruyor. Çünkü kul Allah’a inandığında Allah’ın güvencesi ve emanı altına girmiş oluyor ve O’nun himayesinde sayılıyor. Nitekim Cenab-ı Hak:
“İnananlar ve imanlarını bir haksızlığa karıştırmayanlar... İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.”
Allah’ı tasdik edene mü’min denmesinin sebebi şudur: Kişi Allah’ı tasdik ettiğinde Ona teslim olmuştur. Kendisinin tasdiki gibi herşeyde güvence içerisinde olmuş olur. Dolayısıyla mü’minin malı, canı, ırzı da helal olmamış olur.
Bunun da neticesi mü’minler birbirlerinin emanı, güvencesi içerisinde olmuş olurlar. Nitekim Peygamber (s.a.v.) bu meyanda kendisine mü’minden sorulunca şöyle buyurmuştur:
“Mü’min, şerrinden komşusu emin olan kimsedir.”
“من أمن جاره بوائقه”
İman kul için bir sıfat olunca ب (ba) ve ل (lam) harfi cerleri ile manası zenginleşmiştir.
İbni Esir Allah’ın sıfatları konusunda şöyle diyor: Mü’min: Allah’ın kullarına olan va’dinde doğru olması ki o da tasdik manasında olan imandandır. Veya Cenab-ı Allah’ın kullarını kıyamet günündeki azabından emin kılması, bu da emandır ve güven vermedir.
Kurtubi de bu konuda şöyle diyor: Mü’min: Peygamberlerin ortaya çıkarmış oldukları mucizelere inanır ve yine mü’min Allah’ın kendilerine va’dettiği sevaba inanır ve kafirlere gelecek olan cezaya da inanır.
İman kelimesinin dinî (terim) manasına gelince: Bu konuda ehli ilim farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Kısaca şöyle zikretmek mümkündür.
1-İman; sadece kalbin bir fiilidir. Yani Allah Rasûlü’nün getirmiş olduklarına mutlak surette kesin olarak inanmaktır.
2-İman; sadece dil ile ikrar, kalp ile de tasdiktir. Eğer bu gerçekleşmezse dıştan mü’min içten ise gizli inkar sözkonusudur.
3-İman; Kelime-i tevhid ve şehadete mutlak surette inanmaktır.
4-İman; kalbin , dilin ve tüm azaların fiilidir, hareketidir.
İmanın kalp ile iman (tasdik) dil ile ikrar edilmesi görüşünde olanlar için Cürcani şöyle diyor: Kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik ederse ve bu şehadeti getirirse ve bununla amel ederse, ancak aynı zamanda buna kalben inanmadan bütün bunları yaparsa bu kimse münafıktır. Kim bu şehadeti getirir fakat bununla amel etmezse o da fasık olur. Her kim de bu şehadeti yerine getirmezse o da kafir olur.
Neye İnanırız ?
İman konusunda Cibril hadisine baktığımızda Allah Rasûlü’ne yöneltilen sorular karşısında şu cevabı verdiğini görüyoruz:
" فأخبرني ماالإيمان؟ قال: أن تؤمن بالله و ملائكته و كتبه و رسله و اليوم الأخر و تؤمن بالقدر خيره و شره. قال: صدقت"
“Bana imandan haber ver (iman nedir). Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurdu: Allah’a, Meleklerine , Kitaplarına, Elçilerine, Ahiret gününe ve Kadere; hayrına şerrine iman etmendir. Cibril (a.s.) da; doğru söyledin, dedi.”
İnanılması gerekli olan hususlar olarak iman altı hususta zorunluluk arzetmiştir. Allah’a iman, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere.
Bunlardan ilk dördü ile ilgili olarak Ebû Bekr El-Cezairi şöyle demiştir;
Müslümanın Allah’a inanmasının manası Yüce olan Rabbın varlığını tasdik etmesidir. O Allah ki güçlüdür, yücedir, gökleri ve yeri yaratan odur. Açıktakini ve gizli olanı bilen herşeyin Rabbı ve Hükümranıdır. Ondan başka ilah yoktur.
Ondan başka Rab yoktur. O bütün kemalatla muttasıftır. Bütün noksanlıktan münezzehtir. Yine Mü’min Allah’ın bütün alemlerin Rabbı olduğuna inanandır. Ondan başka gerçek manada kendisine ibadet edilecek birisi yoktur. Müslüman Allah için güzel isimlerin olduğuna ve yüce vasıflarının bulunduğuna inanandır. O sıfatlarına kendisinden başkasını ortak etmez, sıfatlarının tek sahibi kendisidir.
İman K. Kerim’de Şu Manalarda Varid Olmuştur:
1-Dilin ikrarı manasında varid olmuştur. Şu ayette olduğu gibi:
“(Bu davranışlarının) sebebi şudur: İnandılar sonra inkar ettiler.”
2-Tasdik manasında varid olmuştur. Şu ayette olduğu gibi.
“İnanan ve iyi işler yapanlar da halkın en hayırlılarıdır”
3-Tevhid manasında varid olmuştur. Şu ayette olduğu gibi.
“Kim inanmayı kabul etmezse, onun ameli boşa gitmiştir.” Yani kim tevhid kelimesini inkar ederse...
4-Kendisinde şirk olan iman (şirkli iman) manasında varid olmuştur. Şu ayette olduğu gibi.
“Onların çoğu, Allah’a ortak koşmadan inanmazlar.”
Yani Rububiyyet tevhidine inanıyorlar, ancak uluhiyyet ve isimleri, sıfatları konusunda ortak koşuyorlar.
5-Salat manasında varid olmuştur. Şu ayette olduğu gibi.
“Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir.” Yani namazlarınızı zayi edecek değildir.
Ragıp el-İsfehani şöyle diyor: İman bazen K. Kerim’de Hz. Muhammed (s.a.v.)’in getirmiş olduğu şeriata verilen isim olarak kullanılır ve onunla (imanla) Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şeriatına dahil olan, Allah’ın varlığına ve Peygamber (s.a.v.)’in nübüvvetine inanan herkes vasıflandırılır. Bazen de övgü manasında olup kendisiyle tasdik şeklinde kişinin hakikati kabul etmesi anlamında kullanılır. Bu durumda üç unsuru bir arada bulundurmuş olur ki o da şunlardır:
-Kalbin tasdik etmesi
-Dilin ikrar etmesi
-Azaların da bunları aksiyona dökmesi, amel etmesi.
İbn-i Cevzi de hakikatin tasdik şeklinde kabul edilmesi konusunda zikredilen üç husus üzerinde durmuş ve buna şerî iman adını vermiştir. Yani, ikrar, itikat ve amel, hatta buna şu ayeti misal olarak getirmiştir:
“İnanıp yararlı işler yapanlara müjdele.”
Daha sonra bazı müfessirlerden naklederek yedinci bir şık olarak dua manasında varid olduğunu zikretmiştir. Şu ayeti de misal vermiştir:
“Yalnız Yunus’un kavmi, (azap henüz inmeden önce) inanınca...” Yani dua edince.
Özet olarak iman kelimesinin ve türevlerinin K.Kerim’de şu manalarda varid olduğunu görüyoruz:
1-İkrar
2-Tasdik
3-Tevhid
4-Kendisinde şirk bulunan iman (şirkli iman)
5-Namaz
6-Şerî iman (ikrar, tasdik, amel)
7-Dua.
Yine ulema içerisinde imanın sözden ve fiilden ibaret olduğunu söyleyenlerin olduğu gibi bir başkası da söz, fiil ve niyetten ibaret olduğunu söylemişlerdir. Yine bir başkası da söz, fiil , niyet ve sünnete tâbi olma manasında değerlendirmişlerdir.
Özet olarak ifade etmek gerekirse, iman lafzı K.Kerim ve Sünnette mutlak manada ele alındığı ve kendisiyle iyilik kelimesinden kastedilenin kastedildiği ve takva kelimesinden kastedilenin kastedildiği ve din kelimesinden kastedilenin kastedildiği anlaşıldığı zaman Peygamber (s.a.v.) imanın yetmiş küsür şube olduğunu açıklamış ve bunun en faziletlisinin ise (Lailahe illallah) ifadesi olduğunu ve en faziletsizinin de yoldan insanlara eziyet veren şeylerin kaldırılması olduğunu zikretmiştir.
İman Ve Güzel Ahlak:
Allah’ın sevmiş olduğu herşey iman ismi altında değerlendirilir. İmanın aslı kalpteki iman olunca onda iki şey gerekir. Birincisi: Kalbin onu tasdik etmesi ve kabul etmesi ve onu bilmesi ki işte bu tevhiddir. İkincisi ise; Kalbin amel etmesi ve sadece Allah’a tevekkel olması. Bunun örneği şöyledir: Tıpkı Allah ve Rasûlünün sevgisi gibi, Allah’ın ve Rasûlünün sevdiğini sevmek ve sevmediğini de sevmemek ve ameli sırf Allah için yapmak gibi. Kalbin, sevgiden, ihlastan, korkudan ve tevekkülden olan fiilleri bu manada imana dahildir. Yani sevgi v.s. imanın bir göstergesidir.
Bedene gelince; kalbin amaçladığından ve hedeflediğinden geri kalması mümkün değildir. Kalp neyi kastetmiş ise beden onu yapar. Çünkü kalpte marifet ve irade bulunduğu zaman bu otomatikman bedene de sirayet eder. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
" ألا إن في الجسد مضغة إذا صلحت صلح لها سائر الجسد و إذا فسدت فسد لها سائر الجسد ألا و هىالقلب"
“Dikkat et vücutta bir et parçası vardır ki o düzgün olduğu zaman vücudun tamamı düzgün olur, o bozuk olduğu zaman da vücudun tamamı bozuk olur, işte o kalptir.”
Ebu Hüreyre (r.a) de şöyle buyurmuştur:
“ القلب ملك و الأعضاء جنوده فإذا طاب الملك طابت جنوده ”
“Kalp kraldır, uzuvlar ise onun ordusudur. Kral iyi olursa ordu da iyi olur.”
Kalbin fiili batınî işlerden olduğu zaman, bedenin fiili de zahirî işlerden olduğunda zahir batına tâbidir, onu bağlayıcıdır. Ne zaman iç düzgün olursa dışta düzgün olur. Ne zamanda iç bozuk olursa dış da bozuk olur. Bunun için Sahabeden birisi namaz kılan bir başkası hakkında şöyle demiştir: “Eğer bunun kalbi korkmuş olsaydı (huşu içinde olsaydı) bütün uzuvları da korkardı (huşu içinde olurdu).
İşte böylece itaatlerin tamamı iman lafzının içinde olduğu zaman veya imana dahil olduğunda Cenab-ı Allah’ın şu ayette itaatla imanın arasını ayırmadığını görüyoruz.
“Allah size imanı sevdirdi ve onu sizin kalplerinizde süsledi ve size küfrü , fıskı ve isyanı (hakikatı tanımamayı, sınırı aşıp yoldan çıkmayı, baş kaldırmayı) çirkin gösterdi.”
Cenab-ı Allah burada itaatlerin tamamını imana dahil etti, imanın içinde değerlendirdi, imanın bir göstergesi olarak vurguladı.
Peygamber (s.a.v.) de hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
“ من سرته حسنته و سائته سيئته فهو مؤمن ”
“Her kimi kendi yapmış olduğu güzellikler sevindirip ve kötülükleri de üzerse işte o kimse mü’mindir”
Doğru konuşmak, emaneti yerine getirmek, anaya babaya iyilikte bulunmak, akrabayı ziyaret etmek, verilen sözleri yerine getirmek, iyiliği emredip kötülükten kaçındırmak, kafir ve münafıklara karşı cihat etmek, komşuya, yetime, miskine, yolda kalmış olan kimseye ve kölelere iyilikte bulunmak, dua, zikir, Kur’an okumak gibi yüksek ahlakı temsil eden şeyler ve yine Allah’ı ve Rasûlü’nü sevmek, Allah’tan korkmak ve Ona tevbe etmek, dinî yaşantıyı sadece Onun rızası için düzenlemek, nimetlerine şükretmek, hükmüne rıza göstermek, Ona tevekkül etmek, rahmetini ummak ve azabından korkmak ve benzeri şeylerin tamamı ibadet mesabesindedir. Çünkü ibadetlerin gayesi Allah’ın hoşnutluğunu ve rızasını kazanmadır. Zira Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”
Cenab-ı Allah Peygamberlerini de bunun için gönderdi. Nitekim Nuh (a.s.) kavmi için şöyle dedi:
“Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, Ondan başka bir tanrınız yoktur.”
Muhterem kardeşlerim ! Buraya kadar olan bölümde imanın genel manasından bahsetmeye çalıştık. Bundan sonraki bölümde ise Allah’a olan iman hakkında olacaktır. Bir ayet-i kerime’de şöyle buyruluyor:
“Yoksa kendileri, hiçbir şey olmadan (yani bir yaratıcı olmadan, yahut boşu boşuna) mı yaratıldılar? Yoksa yaratanlar kendileri midirler? Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır, onlar düşünüp de inanmazlar”
Aziz olan Allah’ın varlığına imandan bahsetmenin kolay ve aynı zamanda doğru olan yolu, insan aklının üstünlüğünü kabul etmektir. Allah’ın varlığına açık olarak delalet eden, Onu tanımaya, itaat etmeye, Ona yaklaşmaya, hidayetini alıp salih kullarından evliyasının yolunda yürümeye götüren hâdiseleri aklın tanımasıdır.
Yaratıcıyı, rızık vereni, düzenleyiciyi, irade, hikmet, ilim, kudret sahibini araştırmak gerekir. Yaratan, rızık veren, icad eden, düzenleyen sadece ve sadece Allah’tır. Yukarıdaki ayetin de işaret ettiği gibi.
Bir şeyin kendisini yaratması akıl dışıdır, imkansızdır. Varolan herşey için bir yaratıcı gereklidir. İnsan normal olarak düşünür ve der ki: Kainat kendi içinden bir mûcit bulamayınca, ilim, hikmet, irade sahibi, herşeye kâdir ve kuvvet sahibi bir ilahın varlığına iman etmeye mecbur kalır. O ilah da gönderdiği Peygamberlerin ve indirdiği kitapların bildirdiği Hz. Allah’tır. O herşeyin Rabbıdır. Her mahlukun yaratıcısıdır. Semâlar ile yeryüzünün yaratıcısı, bu ikisinin arasında olanların idare edicisidir. Bütün eşyayı yaratmak Ona aittir. O herşeye gücü yetendir.
Bu gerçek ortaya çıkınca insanoğlunun yeryüzüne dönüp bir bakması gerekir. Oradaki mevcut eşyayı ibret gözüyle incelemesi ve ondan gerekli dersi çıkarması, dolayısıyla orada hiç kendi kendini yaratan bir nesneye rastlamadığını tesbit etmesi önemli bir hadisedir. Bütün bunları öz bir ifadeyle Cenab-ı Allah’ın şu ayeti kerimeleri güzel bir şekilde izah ediyor kanaatindeyim:
“Arzda birbirine komşu kıt’alar (toprak parçaları), üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır; bunların hepsi bir su ile sulanır ama ürün (lerin)de bunları birbirinden üstün yapıyoruz. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır.” Bir başka ayette ise mealen; “Odur ki arzı uzattı, orada sabit dağlar ve ırmaklar var etti, orada bütün meyvalardan iki çift yarattı . Geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ayetler vardır.”
Basit bir örnek düşünülürse; mesela bir ağaç tüm bitkiler gibi kökü aynı toprakta, aynı su ile sulanıyor, aynı güneşi alıyor, aynı havayı teneffüs ediyor, birçok bitkilerin yararlandığı aynı ortak şeylerden bu ağaç da yararlanıyor. Ama buna rağmen gövdesinin rengi farklı, çiçekleri farklı, kısacası birçok şeyi farklı. Veya bir saksıdaki çiçek için de yaklaşık aynı şeyler söylenebilir. İşte bu farklılıkları ortaya koyan , yaratan, ayetinde işaret etmiş olduğu gibi Cenab-ı Allah’tan başkası değildir. Müşriklerde bile bu inanç vardı. Zira bir ayet-i kerimede:
“Andolsun onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı diye sorsan, mutlaka Allah derler...”
Başka bir âlem, çeşit çeşit hayvanlar, en büyüğünden en küçüğüne, hiç birisi kendi kendine var olmamıştır.
Ancak hepsi ve herbirisi yaratılma kanununa uygun ve birbirine bağlı olarak yaratılmıştır. Bu kanun, canlıların en üstünü ve en değerlisi olan insanın yaratılma kanunudur. Onun için insan kendi kendine yaratılmıştır demek çok yersiz olur. Bunu aklı selim kabul edemez ve zikredilen eserlerin hiçbirisi mûcid olmadan meydana gelemez. Çünkü akıl mûcitsiz herhangi birşeyin var olabileceğini kabul etmez. Cenab-ı Hak bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar, Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? Ondan başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da gerçekten (tevhidden küfre) çevriliyorsunuz”
Bir başka ayet-i kerimede ise: “Gökleri ve yeri hak ile (hikmetle) yarattı. Geceyi gündüzün üzerine bürüyor, gündüzü de gecenin üzerine bürüyor. Güneşi ve Ayı, insanların menfaatine sundu. Her biri muayyen bir vakte kadar hareket etmektedir. Bil ki, O Azizdir, Gaffardır. Allah, sizi bir kişiden (Adem’den) yarattı, sonra Adem’in kendisinden eşini (Havva’yı) yarattı. (Deve, sığır, koyun ve keçiden erkekli ve dişili olmak üzere) sizin için sekiz çift yarattı. Sizi analarınızın karnında üç karanlık içinde (karın, rahim, zar içinde) bir yaratılıştan sonra diğer bir yaratılışa çevirip kemale erdiriyor. İşte Rabbimiz olan Allah! Mülk onundur; ondan başka hiçbir ilah yoktur. Böyle iken (ona ibadet etmekten) nasıl çevriliyorsunuz” İhlas suresinde de Cenab-ı Allah’ın birliğine dair en büyük deliller vardır: “De ki, O Allah birdir. Herşey varlığını ve hayatını O’na borçlu olduğu halde O, hiçbir şeye muhtaç değildir. O , ne doğurmuş ve ne de doğrulmuştur. Hiçbir şey Onun dengi ve benzeri olamaz.”
Muhterem mü’minler, konuyu toparlarken birkaç ayet meali daha arzetmek istiyorum: “Rabbiniz o Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmış, sonra Arşa istiva etmiş (tahta kurulmuş)tir. Gündüzü kovalayan geceyi, gündüzün üstüne örtmektedir. Güneşi, ayı ve yıldızları buyruğuna boyun eğmiş vaziyette (yaratan Odur). İyi bilin ki yaratma ve emir Onundur. Alemlerin Rabbi Allah, en uludur!”
“Rüzgarları gönderip de bulutları harekete geçiren Allah’tır. İşte bu şekilde biz onları ölü bir bölgeye göndeririz de ölümünden sonra toprağa hayat veririz. Ölülerin yeniden dirilmesi de böyle olacaktır.”
“Allah sizi önce topraktan, sonra nutfe (sperma)den yarattı, sonra sizi çift çift yaptı. Bir dişinin gebe kalması ve doğurması hep O’nun bilgisiyledir. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir Kitapta (yazılı)dır. Şüphesiz bu , Allah’a göre kolaydır.”
“Onlar orada: Rabbimiz bizi çıkar, (önce) yaptığımızdan başkasını yapalım , diye feryat ederler. Sizi, öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı? Size uyarıcı da geldi (fakat inanmadınız). Öyle ise (azabı) tadın artık. Zalimlerin yardımcısı yoktur.”
Allah Rasûlü’ne hangi amelin daha faziletli olduğu sorulunca şöyle cevap verdi:
عن أبي هريرة رضى الله عنه قال: إن رسول الله صلى الله عليه و سلم سئل أى العمل أفضل؟ فقال :"إيمان بالله و رسوله. قيل ثم ماذا؟ قال: الجهاد في سبيل الله. قيل ثم ماذا؟ قال: حج مبرور."
“Ebû Hüreyre’den rivayetle; Allah Rasûlü’ne hangi amelin daha üstün ve faziletli olduğu soruldu. Allah Rasûlü de; Allah’a ve Onun elçisine iman etmek dedi. Sonra hangisi, diye soruldu. O da; Allah yolunda cihat etmektir, dedi.
Sonra hangisi, diye soruldu. O da ; günahtan hâlî (günah işlemeden, mümkün mertebe hata yapmadan) yapılan hactır, dedi.” Görüldüğü gibi Allah Rasûlü (s.a.v.) imanı en üstün vasıf olarak başta zikretti. Buradan rahatlıkla şu da anlaşılıyor, iman olmadan diğer fiil ve davranışların bir kıymetinin olmadığı. Nitekim şu hadisi şerifin de işaret ettiği gibi;
“Allah’a inandım de, sonra dosdoğru ol”
Allah’a İmanın Faydaları:
1-Kader ve kazaya rızayı, bela ve musibetlere karşı sabrı öğretir.
2-Allah için iyi ve sevimli olan herşeyi yapmayı, Onun için hoş olmayan herşeyi terketmeyi sağlar.
3-Nefsin kendi hastalıklarından kurtulmasını sağlar, kalbe sükûnet ve hoşnutluk verir.
4-Bütün hayrın ve iyiliklerin kaynağı olan yüce Rabba tam itaatı sağlar.
5-Dünyada iken elde edilemeyen, elden kaçıp giden birçok şeyin ahirette karşılığının verileceğine imanı sağlar.
6-Allah (c.c.) ve Peygamberinin sevmiş oldukları şeyleri sevmeyi, sevmedikleri şeyleri de kişinin sevmemesini sağlar. Çünkü kişi birini veya birşeyi seviyorsa onu Allah (c.c.)sevdiği içindir. Sevmiyorsa yine Allah (c.c.) onu sevmediği içindir.
7-Allah’a iman Onun şeriatına sıkı sıkıya bağlanmayı sağlar.
8-Bütün amellerin kabulünün şartıdır.
9-Allah’ın rızasını, sevgisini ve nimetini elde etmeyi sağlar.
10-Dünyada güzel bir hayata, ahirette ise cenneti kazanmaya vesile olur.
11-Anlayışlı ve ferasetli olmaya vesile olur.
12-Ateşe girmeyi ve orada devamlı kalmaktan insanı kurtarır.
13-İman salih amel işlemeyi gerektirir.
14-Allah’a iman islamı fiilen tatbik etmeyi sağlar.
15-Hakiki iman kalpte bir tatlılık meydana getirir ki, bu tatlılık kişiyi o tatlılığı elde edebilecek diğer faktörleri yapmaktan alıkoymaz, yani kalpteki tatlılığı, lezzeti meydana getirmeye yarayan bütün fiil ve davranışları yapmaktan geri durmaz. Bütün iyi ve güzellikleri yapmasını sağlar.
16-Allah’a iman kişiyi kalben mutmain, hoşnut ve kanaatkâr yapar. Kısacası huzur, ahenk, nizam, hak, hukuk, adalet, şefkat ve merhamet, namus, şeref ve haysiyet...duyguları Allah’a inanan insanlarda ve onların meydana getirdikleri cemiyetlerde bulunur. Allah’a iman mesuliyet duygusunu, mesuliyet duygusu insanları ve cemiyetleri mutluluğa, dürüstlüğe eriştirir. İmanlı ve dürüst insanların meydana getirdikleri toplum ve cemiyetlerde ise huzur olur. Cenab-ı Hak bütün insanlığa kamil manada iman nasip etsin.
Tandoğan Topçu