Amellerde Samimiyet
Amel; iş, aksiyon, faaliyet, bir faaliyetin veya dinî emrin yerine getirilmesi, uygulaması gibi anlamlara gelir. Amel, türevleriyle birlikte Kur’an-ı Kerim’de en çok geçen kelimelerden biri olup çoğulu a’mâldir. Kur’an’da ’amel’e yakın bir anlamda kullanılan ’fiil’ kelimesi de çok geçer. Râgıb el-lsfehânî’nin el-Müfre- dât’ında belirttiği gibi sadece kasıt ve niyetle yapılan işlere amel denir. Yapılan işte bir gaye ve maksat yoksa buna fiil denir, amel denmez. Görüldüğü gibi amel, fiilden daha özel bir anlam ifade etmektedir. Amel sadece ibadetlerden ibaret de değildir. İnsanın şuurlu, bilinçli, kasıtlı ve niyetli yapmış olduğu her türlü iş ve davranışa amel denir.
Samimiyet de Arapça samîm kökünden gelmektedir. "Samîm; her şeyin içi, göbeği, merkezi, aslı, en halis ve esaslı kısmı. Samîmü’l-kalb; yürek ortası, içi. An samîmi’l- kalb; yüreğin ortasından, can ve gönülden" (Bk. Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, 1st., 1986, III, 1143) demektir.
Yapılan iş ve ibadetlerde gayet samimi olunmalı, Allah rızası için yapılmalı, insanların ne diyeceğinden çok, Allah’ın ne diyeceği göz önünde bulundurulmalı, O’nun kulu olduğumuz, sadece O’na kulluk etmek için yaratıldığımız bilinmeli ve bu şuurla amel edilmelidir.
Amel hususunda insanlar çeşit çeşittir. Kiminin gayesi riya ve gösteriştir, insanların takdirini kazanmaktır. Kiminin gayesi de Allah’ın emirlerine uygun hareket edip rızasını kazanmaktır, işte bu tür samimi müslümanlar hakkında yüce Rabbimiz Bakara sûresinin 207’inci ayetinde şöyle buyurur: "İnsanlar içerisinde öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder. Allah ise kullarına karşı daima şefkatli ve merhametlidir."
Bu ayet sahabe-i kiramdan Suheyb b. Sinan er- Rûmî hakkında inmiştir. Suheyb aslen Mekkeli değildi, sonradan gelip Mekke’ye yerleşmiş, çalışıp çabalayıp zengin olmuştu. Hz. Muhammed’e peygamberlik gelince de Müslüman olmuştu. Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başlayınca Suheyb de diğer Müslümanlar gibi Medine yolunu tutmuştu. Bu arada müşrikler de onun peşine düşmüşlerdi. Suheyb iyi ok atar, attığını boşa çıkarmazdı, bunu Mekke müşrikleri de biliyorlardı. Müşriklerin, peşinden geldiklerini görünce binitinden inip oklarını alarak:
"Ey Kureyş topluluğu! Biliyorsunuz ki ben sizin en iyi ok atanınızım. Allah’a yemin ederim ki, yanımdaki şu okların hepsini atmadan, sonra da kılıcım elimde olduğu müddetçe bana yaklaşamazsınız. İşte siz dilediğinizi yapınız; ister buna razı olunuz, isterseniz Mekke’deki malımın yerini size söyleyeyim, yolumu açınız, beni serbest bırakınız." dedi. Onlar da malı karşılığında onu serbest bırakmaya razı oldular. Suheyb dini uğrunda malını feda etmişti, malını vermiş, dinini kurtarmıştı. İşte bunun üzerine yukarıdaki ayet İnmişti, (bk. es-Süyuti, Lubabü’n-nükul (Tefsirul-Celaleyn) in hamişinde, s. 88)
Samimi olmak, içten geldiği gibi davranmak, yapmacık hareketlerden uzak olmak çok güzel bir şeydir. Bunlar insanın kadrini yüceltir, değerini artırır, güzelliğine güzellik katar, Allah katındaki manevî mertebesini yüceltir. Dinimizde buna kısaca ’ihlâs’ diyoruz. İh- lâs; kalbi temiz tutmak, safiyetini bozacak şeylerden uzak durmak demektir. İhlâs, riyanın zıddıdır.
Riya; amelin/ ibadet ve işlerin samimi niyetle değil, gösteriş için yapılmasıdır. İhlâs ise ibadet ve işlerin samimi niyetle, içtenlikle ve Allah rızası için yapılmasıdır.
Riyada maddî menfaat, çıkar söz konusudur. Riyakâr insanlar maddî menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu yaparlar, ona göre hareket ederler, ihlâs ve samimiyette ise iyi niyet ve Allah rızası esastır. Samimi kimseler yaptıkları her şeyi Allah rızası için yaparlar, gönülden, içten yaparlar.
Riya iki yüzlülüktür, ihlâs ise içtenliktir, samimiyettir, dini ve ibadeti Allah’a halis kılmaktır. Bu yüzden Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
"insanlara, dini yalnız Allah’a halis kılarak ibadet etmeleri em- rolundu." (Beyyine, 9)
"De ki: Benim Rabbim adaleti emretti. Her mescidde/her secde yerinde yüzünüzü O’na doğrultun, dinde O’na karşı samimi olun ve O’na yalvarın, ilk defa sizi nasıl yarattı ise yine O’na döneceksiniz." (A’râf, 29) "De ki; Allah bizim ve sizin Rabbiniz olduğu halde, O’nun hakkında bizimle tartışmaya mı giriyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O’na ihlâsla/ samimiyetle gönülden bağlananlardanız." (Bakara, 139)
Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden öğrendiğimize göre riya, münafıklık alâmetidir. Peygamber Efendimiz zamanında münafıklar da aslında inanmadıkları halde, gösteriş için camiye ve cemaate giderler, mallarını hayır yolda sarfeder gibi görünürler, savaşlara katılırlardı.
Haklarında inen ayetlerde onların samimiyetsiz, sırf gösteriş için yaptıkları bu tür davranışları kınanarak şöyle buyrulur:
"Münafıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların hilelerini ve oyunlarını bozar. Onlar namaza kalkarken üşene üşe- ne kalkarlar. Müslümanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az hatırlarlar." (Nisa, 142)
"Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını insanlara gösteriş için sarfederler." (Nisa, 38)
"Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, hayra da mani olurlar." (Mâûn, 4-7)
Genel olarak insan, yaptıklarının başkaları tarafından görülmesini, takdir edilmesini ister. Bu, insanın yaratılışında vardır. Onun için ihlâsla, içtenlikle, samimiyetle amel etmek nefse güç gelir. Bu yüzden sevabı çoktur.
Zaten Yüce Rabbimiz yalnız ihlâsla, samimiyetle yapılan amel ve ibadetlerimizi kabul eder. Sevgili Peygamberimiz hadis-i şeriflerinde:
"Allah sadece halis niyetle ve kendi rızası için samimi olarak yapılan işleri kabul eder." (Nesâî, Cihad, 24) buyurmuştur.
Riyakârların yaptıkları amel ve ibadetlere gelince, bunların Allah katında hiçbir kıymeti, hiçbir değeri yoktur. Onlar kendilerini boşa yormaktadırlar. Onun için Peygamber Efendimiz:
"Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçlarından yanlarına kalacak olan ancak açlık ve susuzluklarıdır. Nice geceleyin kalkıp namaz kılanlar da vardır ki, namazlarından yanlarına kalacak olan ancak uykusuzluklarıdır." (Ibn Mâce, Sıyâm, 21)
"Kim bir amel ve ibadeti insanlara işittirmek için yaparsa, Allah da onu kıyamet gününde insanların huzurunda rezil rüs- vay eder. Kim riyakâr bir tutum sergilerse, Allah da onun bu durumunu insanlara gösterir." (Bu- harî, Rikâk, 36) buyurmuştur.
Aslında amel ve ibadetlerimizin bir şeklî yönü, dış görünüşü vardır, birde iç yönü. Bedenimize nispetle ruhumuzun durumu ne ise, ibadetlerimizde ihlâs ve samimiyetin durumu da odur. Nasıl ki bedenimize hayatiyet veren, canlılık ve hareketlilik kazandıran ruhumuz ise, ibadetlerimizi değerli kılan da ihlâsımız- dır, samimiyetimizdir. Ruhsuz beden bir şeye yaramadığı gibi, ihlâssız, samimiyetten uzak amel ve ibadetler de bir şeye yaramaz. Onun için sevgili Peygamberimiz hadis-i şeriflerinde: "Şüphesiz ki Allah sizi değerlendirirken sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz, fakat O, sizin amellerinize ve kalplerinize bakar." (Müslim, Birr, 34) buyurmuştur.
Hikem-i Atâiyye isimli kitapta da ihlâsla ilgili şöyle denir:
"Amel ve ibadetler birtakım şekil ve suretlerdir. Bu suretlerin ruhu ise kendilerinde mevcut olan İhlasın sırrıdır." (Bilal Eren, Güzel Sözler Antolojisi, 1st. 1965, s. 165)
Büyük mutasavvıflardan Fu- dayl b. lyaz (ö.l 87/803) da: "Bir zamanlar insanlar yaptıklarını riya için yaparlardı, şimdi ise yapmadıklarını riya için yapıyorlar." der. Gerçekten nice kimseler vardır ki, yapmadıkları güzel şeyleri yapmış gibi görünürler veya başkalarının yaptıkları güzel şeyleri kendilerine mâletmeye çalışırlar. Bu gibi kimseler toplumda her zaman görülmektedir.
Samimiyetten uzak riyakâr kimseler yalnız iken başka türlü, insanların içerisinde iken başka türlü davranırlar. Kimlikleri oluşmamış, kişiliklerini kazanamamışlardır. Onlar hakkında Hz. Ali (r.a.) der ki: "Riyakârın iki alâmeti vardır:
a- Yalnızken tembel, insanları görünce gayretli olur.
b- Methedilince fazla amel, kötüleyince az amel yapar."
Ebû Umâme mescidde ağlayan birini görünce, acaba evinde de böyle yapıyor mu, derdi.
Büyük mutasavvıf Cüneyd Bağdadî der ki: "İhlâs kul ile Allah arasında bir sırdır. Melek onu bilmez ki sevap yazsın, şeytan ona muttali olmaz ki ifsat etsin. Heva ve heves onu farkedemez ki kendisine meylettirsin." (H. Kamil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.169) Islâm âlimleri riyayı küçük veya gizli şirk olarak kabul ederler. Aslında riyanın küçük şirk olduğunu Peygamber Efendimiz ha- dis-i şeriflerinde beyan etmiş, ashabına ve ümmetine:
"Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir" buyurmuş.
- Yâ Rasûlallâh! Küçük şirk nedir? diye sorduklarında:
"Riyadır. Kullara amellerinin karşılığı verildiği gün, Allah Teâlâ riyakârlara: Dünyada iken iş ve ibadetlerinizi gösteriş için yaptığınız kimselerin yanına gidiniz, onların yanında yaptıklarınızın mükâfatını bulacak mısınız bakalım, der."
(Ahmed, Miisned, V, 428) buyurmuştur. Başka bir rivayette de: "Şüphesiz ki riyanın azı da şirktir." (Ibn Mâce, Fiten, 16) buyrul- muştur.
İhlâs ve samimiyet, salih amel/yararlı iş ve ibadetlerin ilk şartıdır, ihlâs olmadan salih amel ve ibadet olmaz. Onun için Yüce Aiiah:
"Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın." (Kehf, 110) buyurmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de, dini halis olarak Allah için kılmak, ibadet ve dualarımızı sırf O’na yapmak üzerinde ısrarla durulur.
"Biz sana kitabı gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. O halde sen de dini yalnız Allah’a tahsis ederek/ihlâsla ibadet et. İyi bilin ki halis din (yani bütün gönlüyle candan itaat) yalnız Allah’a yaraşır." (Zümer, 2-3) buyurulur.
Ibn Merdûye’nin Yezid el- Kursî’den naklettiğine göre bir şahıs Hz. Peygamber’e:
"Şayet biz mallarımızı şan şöhret olsun diye tasadduk edersek, Allah bize bir mükâfat verir mi?" diye sormuştu. Hz. Peygamber:
"Hayır" diye cevap verince, bu sefer o şahıs:
- Hem Allah rızası hem de şan şöhret için tasadduk edersek? diye sordu. Hz. Peygamber:
"Allah, halisane olarak sadece kendi rızası için yapılmamış hiçbir ameli kabul etmez." dedi ve bu ayeti okudu. (Mevdûdî, Tef- hîmu’l-Kur’ân (trc. M. Han Kayani ve dğr.), 1st. 1996, V, 94)
Kur’an-ı Kerim’de mütevazı ve ihlâslı kimselerin bazı güzel vasıflarına işaret edilerek şöyle buyurulur:
"Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O halde sadece O’na boyun eğin. Ey Muhammedi Mütevazı ve ihlâslı olanları müjdele. Onlar Allah’ın adı anıldığı zaman kalpleri titreyen, uğradıkları musibetlere sabreden, namazlarını dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızık- iardan hak yolunda harcayanlardır." (Hac, 34-35)
ihlâslı kimseler bu gibi güzelliklere sahip yüce insanlardır. Kalplerindeki ihlâs ve samimiyetin alâmetleri ve pırıltıları dillerinde ve hareketlerinde belirir. Onun için sevgili Peygamberimiz:
"Kim kırk gün Allah için ihlâs ve samimiyetle hareket ederse hikmet pınarları kalbinden diline dökülür." (en-Nebhânî, el-Fethu’l-ke- bîr, ıı, 376) buyurmuştur.
Efendimiz konu ile ilgili diğer hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurur:
"Kalbini imanda samimi kılan, onu her türlü kötülüklerden arındıran, dilini doğru tutan, nefsini huzur ve sükuna kavuşturan, ahlâkî yönden istikamet sahibi olan, kulağını gerçekleri dinlemeye, gözünü de gerçekleri görmeye açık tutan kimse kurtuluşa ermiştir." (en-Nebhânî, age., II, 131) Mümin yaptığı iş ve ibadetlerde gayet samimi olmalı, yaptığı her şeyi içten yapmalı, hep Allah’ın hoşnutluğunu aramalı, hatta sevgisinde ve gazabında bile Allah’ın rızasını gözetmelidir. Nitekim sevgili Peygamberimiz: "Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir." (Ebû Davud, Sünnet, 2) buyurmuştur.