İman – Amel
Yalnızca Allah’a inanıyor olmamız iman ettiğimiz anlamını taşımıyor. İman etmek sadece lafızda kalan kuru bir laf gibi söylenecek bir sözcük değildir.
Kur’an’ın öğretilerini bir bütün içerisinde muhatabınıza anlatmak çok zor bir şey, bunun için epey uğraşmak zorundasınız. Aslında tüm sorunlar “iman” etrafında dönüyor.
İman; Güvenme, verilen bir habere kalpten inanmak, haberi getireni tasdik etme; bir şeye tereddüde düşmeksizin inanmak demek.
İmanın hakikati; “mutlak tasdik”dir. Yani, bir şahsa, bir habere veya bir hükme, kesin olarak ve gönülden inanmak, onu doğrulamak, sözünü doğru kabul etmektir.
Peki, bu iman etme hadisesi zihnimizde oluşan soyut değerlerden mi ibarettir? Elbette değil, iman ancak hayatımıza olan etkisi ile bir bütünlük ifade eden somut bir değerdir.
Çünkü iman ettik demek tek başına yeterli olmuyor.
“Elif, Lam, Ra. İnsanlar sadece ‘iman ettik’ demekle, hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun ki biz, onlardan öncekilerini sınadık. Elbette Allah, doğruları bilecek; yalancıları da bilecektir.” (Ankebut 1–3)
Bu ayette Rabbimiz iman ettik deyip imtihan edilmeye razı olmayanları eleştirmekte her ne olursa olsun bir sınava tabi tutulacaklarını bildirmektedir. Ama günümüz insanı sadece Allah’a inanıyor olmakla iman ettiklerini ve bu sebeple doğrudan cennete gideceklerini düşünüyorlar. Halbu ki yüce Rabbimiz Zuhruf suresinde; “Andolsun onlara: Kendilerini kim yarattı? diye sorsan, elbette Allah derler. O halde nasıl (haktan) çevriliyorlar?” (Zuhruf–87) diyor. Yalnızca Allah’a inanıyor olmamız iman ettiğimiz anlamını taşımıyor. İman etmek sadece lafızda kalan kuru bir laf gibi söylenecek bir sözcük değildir. Bunu zaten ayette de belirtildiği gibi müşriklerde söylüyor.
Anlaşılan İslam tarihi süresinde İman ile ameli ayrı şeylermiş gibi gösterilmesi çabaları başarıya ulaşmış gibi görünüyor. Aslında Kur’an’da iman ile ameli ayrı iki alan gibi gösteren hiç bir yaklaşım/ayet bulunmamaktadır.
“Rasulullah dönemi ve O’ndan sonra kısa bir süre devam eden saf islam toplumuna egemen olan Tevhidi/Kur’ani düşünce yerini, kendisine musallat olan cahili ve beşeri düşüncelere bırakınca, müminler topluluğu, içinde bulundukları ‘dini gereğince yaşayamama’ hallerine çözümler aramaya başladılar. Bu çözüm arayışları ve sonuçları bugün hepimizin malumudur: isyanlar, cinayetler, savaşlar, sürgünler, katledilmeler… insanlar inançları uğruna savaşmaktan çekinmiyorlar; Kur’an’ın bize aktardığı geçmiş ümmetlerin mücadeleleri aynen tekrarlanıyordu, işte bu sırada islam ümmetine egemen olan zalim iktidarlar, yanlarına aldıkları ‘Din adamları’ vasıtasıyla, şeklen tahrif edemedikleri vahyi, manen kendi heva ve çıkarları doğrultusunda yeniden yorumlamaya başladılar. Vahyin mesajını asıl kimliğinden ve bütünlüğünden tecrid ederek yeniden biçimlendirdiler. Öncelikle kendi varlıklarını ve konumlarını meşrulaştırdılar. Sonra da ‘iman Nedir?’ sorusunu sorarak onu salt zihinsel bir ‘bilme’ olarak formüle eltiler. Kur’an’da ‘kafir’ ile eşanlamlı olan ‘zalim’ ve ‘fasık’ tabirlerinin müminler için de kullanılabileceğini iddia ettiler. Kur’an’a, Kur’an’ın istediği biçimde yaklaşan hiç bir kimsenin kabul edemeyeceği mümin-müslim ikilemini izafe ettiler. Artık ‘iman’, pratik boyutundan koparılmış, amelsiz bir olguya dönüşmüştü. Tüm bunları yaparken, heva ve heveslerince yorumladıkları ayetleri delil getirmekten de geri kalmıyorlardı.” (Fevzi Zülaloğlu)
Günümüz ve geçmişte yaşanan tüm bu olaylar aslında hep mahrum bırakılmışların kendilerine reva görülen zulümlere ses çıkarmamalarından dolayıdır. Kendilerine verilmiş kimi ayrıcalıkları ellerinden kaybetmemek adına İslam’ın böylesi tahrif edilmesine sebep olmuşlardır. Hâlbuki Kur’an onlara “Allah müminlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe–11), “Gerçek mü’minler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanlardır. İşte iman sözlerinde doğru olanlar onlardır.” (Hucurat–15) uyarısında bulunuyordu.
Ve artık müminlere, yani iman edenlere düşen imanlarının gereği malları ve canlarıyla Allah yolunda savaşmak olmalıdır. Bu ayette hiçte İman ile amel ayrı tutulmuş gibi görülmüyor. İman etmenin sonrasında yapılması gereken eylem ya da eylemler söz konusudur.
Günümüzde tüm bu hususlar çokta değişmiş gibi görülmüyor. ‘Din adamları’ vasıtasıyla daha önceki yıllarda şeklen tahrif edemedikleri vahyi, manen kendi heva ve çıkarları doğrultusunda yeniden yorumlanması çalışmaları hala devam etmektedir. Vahyin mesajı asıl kimliğinden ve bütünlüğünden tecrid edilerek yeniden biçimlendirilmektedir. Toplum da bu tarz tahrifatların din adamları olarak gördükleri kimseler tarafından yapılıyor olmasından dolayı farkına varamamaktadır. Hem bazı din adamlarının hem de kendilerine dindar diyen büyük bir halk topluluğunun bir türlü yenemediği korkuları mevcut. Bu korkular makam mevki dünyaya dair geçimlik korkuları olduğu gibi can korkusu da buna eklenebilmektedir. Mevcut tagutu yönetimleri güçlü görerek sahih İslam’ın yanında yer alamayan dindarların durumu çok acınası bir durumdur. Bu hali ile baktığımızda “ne garip ne hazindir ki dünyadaki sömürü çarklarını sömürenler değil, sömürülenler çevirmektedir. Çağdaş firavunları güçlü görerek bu firavunlara itaat eden ve kulluk yapan bu zavallılar, firavunlarda gördükleri ürktükleri gücün, kendi kulluklarından kaynaklandığını idrak edemezler. Hâlbuki firavunların sahip oldukları güç, bu kölelerin gücüdür. Çağdaş firavunlar hükmettikleri bu kölelerin gücü ile ayakta durmakta ve kölelerden aldıkları bu güç ile kölelere hükmedebilmektedirler. Firavunluğu yaşatan ve firavunları güçlendiren bu kölelerdir. Sonra, sonra da kendilerinin verdiği bu güçten korkarak kulluğa devam edenler, yüne bunlar, yine bu şaşkın ve zavallı kölelerdir.” (Mehmed Alagaş)
Dış görünüşleri cesaretli gözükse de kalplerini korku salmış kendilerini Müslüman olarak lanse eden bu kimseler gerçekten iman etmiş Allah’tan başka kimseden korkmayan müminlerden korku duymaktalar onlar ile anılmaktan çekinmektedirler. İstiyorlar ki Allah katında hem Müslüman sayılsınlar hem de tagutlar ile iyi geçinsinler ve böylelikle dünya hayatı boyunca kendilerine hiç zarar dokunmasın. Böyle bir ayrımın Allah katında kabul görülmesi asla mümkün değildir. Çünkü Yüce Allah aramızı müminlerle değil kâfirlerle ile ayırmamızı sonu ne olursa olsun müminlerle bir arada olmamızı istiyor. İnşallah ne o tarafa ne bu tarafa yar olamayan münafıklar gibi hareket etmekten bir an önce kurtuluruz. Allah hepimizin Müslümanlar olarak kalmamızı hepimizin Müslümanlar olarak can vermesini nasip etsin. Bu zavallı halkımıza da bilinç nasip etsin.
AMEL DEFTERİ
Amel Defteri; insanın dünya hayatında yaptığı iyi ve kötü bütün işlerin, sözlerin kayıt edildiği deftere verilen addır. Aslında Kur’ân’da “amel defteri” tabiri geçmez. Ancak bu anlamda kitap ve suhuf kelimeleri geçmektedir. Kur’an’da geçen isimler yerine kendimizin neden farklı isimler türettiğimiz konusu da ayrı bir konu. Kur’an’da, insanın dünyada yaptıklarının, kıyamet günü açılmış bir kitapta kendisine
Amel Defteri; insanın dünya hayatında yaptığı iyi ve kötü bütün işlerin, sözlerin kayıt edildiği deftere verilen addır. Aslında Kur’ân’da “amel defteri” tabiri geçmez. Ancak bu anlamda kitap ve suhuf kelimeleri geçmektedir. Kur’an’da geçen isimler yerine kendimizin neden farklı isimler türettiğimiz konusu da ayrı bir konu. Kur’an’da, insanın dünyada yaptıklarının, kıyamet günü açılmış bir kitapta kendisine gösterileceği ve her fertten kendi kitabını okumasının isteneceği (İsrâ, 17/13–14) açıklanmaktadır. Bu işle görevli meleklerin yazdığı (Enbiya, 21/94; Kâf, 50/18; Zuhruf, 43/80) bu kitap, insanın hak-batıl, doğru-yalan, iyi-kötü bütün inanç, düşünce, söz ve eylemlerini içerecektir. (Kehf, 18/49) Amel defterleri cennetliklere sağdan, cehennemliklere soldan veya arkadan verilecektir Defterleri sağdan verilenler, Kur’ân’da “ashâbu’l-yemîn”; soldan veya arkadan verilenler “ashâbu’ş-şimal” olarak zikredilir (Hâkka, 69/19,25; İnşikâk, 84/7,10) Defterin sağdan verilmesi bir müjde, soldan veya arkadan verilmesi ise bir korku ve azap işaretidir Kur’ân’da sadece fertlerin değil, ümmetlerin ve toplumların da “kitap” diye anılan amel defterlerinin bulunduğu ve hesap gününde her ümmetin kendi kitabını okumaya çağırılacağı belirtilir. (Câsiye, 45/28–29) (F K)
Kur’an-ı Kerim’de;
“Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minun, 23/115)
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder” (Kıyamet, 75/36)
buyrulmakta ve insanların sorumlu oldukları vurgulanmaktadır. İnsanlar, inanç, ibadet ve yaptıkları bütün islerden sorumludurlar.
“Amel defteri”, insanların isledikleri her şeyin yazıldığı, hesap gününde her kişinin eline verileceği bildirilen defterin/kitabın adıdır ve bu defterin nitelikleri, ayet-i kerimede;
“Kitap ortaya konur.. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün… ‘Eyvah bize! bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!’ derler.. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez”…(Kehf, 18/49) şeklinde anlatılmaktadır…
İnsanların bu dünyada yaptıklarının yazılı bulunduğu kitap, kıyamet gününde onların ellerine verilecek ve her birinden o kitabi okumaları, istenecektir. (İsra, 17/13–14)
Bu ve benzeri ayetlerde amel defteri anlamına gelecek şeylerden bahsedilmektedir. Fakat Kur’an’ın hiçbir yerinde bu dünyada yaptıkları güzel eserlerinden ötürü ölümden sonrası sevabının işlediği varsayılan amellerin olduğundan bahsedilmemektedir. İşin daha tuhaf tarafı ise Kehf suresinde öldükten sonra kıyametin kopması ile dirilen bu kimselerin şaşkınlıklarıdır. Çünkü yine geleneğin ürettiği kimi kaynaklara göre bu kimselere kıyamet kopmazdan önce kabirlerinde cennetlik mi cehennemlik mi oldukları söylenmiş olmalıydı. Üstelik orada sorguya çekileceklerdi. Fakat bu ayetlerde bu kimseler bu tarz şeylerden haberdar görünmüyorlar. Çok normal bir şekilde Kur’an’ın kendi bütünlüğünde anlatılan bu gibi hadiseler sonradan uydurulan bir takım sözlerin eklenmesi ve yeni isimlendirmeler yapılması ile içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Çünkü Peygamber söyledi diye başlayan bu sözler Kur’an ayetlerini birbirleri ile çelişkili gibi gösteriyor. İş o hale geliyor ki Kur’an ayetleri ile Peygambere söylettirilen bu sözler arasında bir seçim yapmamız gerekiyor.
Bir örnek vermek gerekir ise;
Fatıma bint Kays’ın, eşinden boşandığında Allah Rasulü’nün kendisine mesken ve nafaka hakkı uygun görmediği yönündeki haberi karşısında Hz. Ömer’in cevabı “Unutup unutmadığı bilmediğimiz bir kadının bir sözü için Allah’ın Kitabı’nı terk edemeyiz” şeklinde olmuştur.
Ebu Hureyre’nin ortaya attığı belirtilen “Ailesinin ağlaması sebebiyle ölünün azap göreceği” rivayeti Hz. Ayşe’ye sorulduğunda, o Necm Suresi 39. ayeti hatırlatmıştır.
“Ki, hiç kimse başkasının günah yükünü taşımaz”, “İnsan ancak kendi çalışmasının karşılığını elde edebilir.” (Necm, 38–39)
Önüne sürülen bu gibi haberde de kesinlikle Kur’an’ın hükümlerine uymuştur. Burada hadisi getirenin güvenilir mi güvenilir değimli olduğuna da bakmamıştır. Bu rivayeti de kesin bir şekilde ret etmiştir.
İbn Abbas’ın dile getirdiği bildirilen “Allah Rasulü’nün Yüce Allah’ı gördüğü” yönündeki rivayet yine Hz. Aişe’ye sorulduğunda, En’am Suresi 103. ayeti hatırlatarak söz konusu haberi de reddetmiştir.
“Gözler O’nu görmez, fakat O gözleri görür. O lâtıftır (algılanamaz) ve her şeyden haberdardır.”(En’am, 103)
Dikkat ederseniz Hz. Ayşe Peygamber efendimizin eşi ve onu en yakından tanıyan birisi. Ve o dönemin sahabelerine Kur’an’a bakmalarını tavsiye ediyor.Bu kadar yakın bir zamanda Peygamberin ağzından çıkanların bu kadar yanlış anlaşılması bize şunu gösteriyor ki o dönemin sahabelerinden bir kısmı da hep başkalarından duydukları kimselerin sözü ile hareket etmişler bu gibi konularda acaba Kur’an ne diyor diye bakmamışlar. Bu dönemden yaklaşık 100–150 yıl sonra ise hadisler derlenir iken senet zinciri diye bir yönteme başvurulup Kur’an’ın devre dışı bırakılması ise çok büyük bir hata olmuştur. Bu tasnifte güvenilir olmak baz alınmıştır. Hz Ayşe dönemi gibi yakın bir tarihte bile güvenilir sahabelerin bu konuda yanıldıkları düşünülürse bu kadar yıl sonra böyle bir yönteme güvenmek çok sakıncalı olsa gerek.
Günümüzde avam diyebileceğimiz insanımız artık hadis ile ayet arasındaki ayrımı da yapamaz hale gelmiştir. Peygamberimize söylettirilen birçok söz ile artık yeni bir din oluşturulmuştur. Şimdilerde Hz Ayşe gibi bu sözlerin yanlışlığı konusu Kur’an ayetleri ile açıklanmaya çalışıldığında muhatabınız sizi fitne çıkarmakla suçlayabiliyor. En basitinden de hadis inkârcısı oluyorsunuz.
Biz yine de konumuzla ilgili birkaç hadis aktaralım. Fakat bu hadislerin yorumunu ise Hz. Ayşe annemize bırakalım.
“Bir mümin vefat edince her ameli kesilir. Yalnız üç amelinin sevabı, amel defterine yazılmaya devam eder. Bunlar, sadaka-i cariyelerinin, faydalı kitaplarının ve salih çocuklarının kendisi için ettikleri dua ve istiğfarların sevaplarıdır.” [Ebuşşeyh]
“Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir.” [Deylemi]
“Defnedilen kardeşiniz, şimdi sorguya çekiliyor, ona dua edin!” [Ebu Dâvud]
“Oruç, namaz, sadaka ve diğer ibadetlerin sevabını başkalarına bağışlamak caizdir.” (Hidaye)
Hz Ayşe’nin yukarıdaki hadisleri duyduğunda Ebu Davud’a ya da diğer hadis nakilcilerine söyleyeceği sözü tahmin edebiliyorsunuzdur herhalde! “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz?” diye başlayacak söze ve yukarıdaki söylediği ayetleri onlara tekrar edecektir. Hemen bu ayetleri hatırlayalım.
“Ki, hiç kimse başkasının günah yükünü taşımaz”, “İnsan ancak kendi çalışmasının karşılığını elde edebilir.” (Necm, 38–39)
İlk hadiste belirtilen, yapılan çeşme cami okul vb. şeylerle hayır ve sevapların devam ettiği ile ilgili ise Kur’an’da bir bilgi bulunmamaktadır. Belki bu hadis olarak öne sürülen şey bu kimseleri hayır konusunda isteklendirmek amaçlı söylenmiş olabilir. Çünkü Allah yaptıkları hayırlı şeylerin sevabını ne kadar olacaksa bu dünyada verir. Bunu erteleyip öteki dünyada devam ettirmesi söz konusu olamaz. Bonus ya da taksitlendirme söz konusu değildir. Bu tür inançlar yanlış bidat hurafe şeylerden beslenebiliyor. Mesela yukarıdaki Kehf suresinde bahsettiğimiz gibi kabir azabı Kur’an’da olmamasına hatta insanlar ansızın dirilecekleri söylenmesine rağmen varmış gibi gösteriliyor. Kabir azabının varlığını kabul etsek bu sefer de hemen cezalarının kabirlerde görüleceği söylenen bu hadise yukarıdaki hadisle çelişecektir. Çünkü bu yaptırmış oldukları şeylerden alacakları sevaplar için zaman kalmayacak, hemen sorguya çekilip cezalandırılacaklar hatta cennetlik mi yoksa cehennemlik mi oldukları kendilerine söylenecek. Halbuki doğru olan ansızın kopan kıyametle diriltilen bu insanlara ayetlerde belirtildiği üzere hesap defterleri verilecek ve insanlar durumlarına göre ya ebedi cehenneme ya da ebedi cennete konulacaklar. Böyle bir bekleme süresi söz konusu olmayacak. Üstelik oradaki zaman dilimi ile ilgili herhangi bir bilgimizde bulunmamaktadır. O yüzden ayetlerde anlatılan bir konunun arkasından Allah’ın bizlere bildirmediği konuları ek yapma huyumuzdan vazgeçmeliyiz. İnsanlar öldükten sonra amel defterleri kapanır. Onlara okuyacağımız Kur’an ayetlerinin ya da onların yaptırmış oldukları hayırlı eserlerin onlara her hangi bir faydası olmaz.
Günümüzde ise bu olayın kullanım alanı tamamen kimi cemaatlerin hayır işlerinin finansmanı haline dönüşmüştür. Bu cemaatler hayırsever diye tabir edilen kimselerin İslam adına yanlışlarını görmeksizin kendilerine yapılan yardımlardan dolayı yukarıdaki hadisleri delil göstererek onlara cennetten köşkler vaat etmektedirler. Çoğu zaman okul vb. hayır yapan bu kimselerin İslam’a karşı olduklarını tagutları desteklediklerini de görüyoruz. Fakat tüm bu durum bu kimseler adına muhataplarını uyarıya dönüşmemekte onların ne kadar iyi Müslüman oldukları hususunda methiyeler düzülmektedir. Tagutları ret etmeden bir inanç sistemi kuran bu kimselerin amelleri öteki dünyada bu kimselerin işlerine yaramayacaktır. Olsa olsa Allah dilerse bu dünyada onların hidayet bulmalarına yarayabilir. Hiç kimse de hiç kimsenin yaptıklarından ötürü af edilemez ya da sorumlu tutulamaz.
Son söz; “Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür.” (Zilzal, 7-8)