Ecel
Ecel, ileri ve geri gitmez. İnsanın ömrü değişmez. Çok olur ki, kaçmak ölüme sebep olur. Her insanın eceli için yazılmış, takdir edilmiş bir vakit vardır. Ecel geldiği zaman, feryat etmek, üzülmek faydasızdır. İnsanın ömrü, her ân geçmekte, ecel ise yaklaşmaktadır. Verilen bu kısa zamanı, fırsatı, yerinde kullanmalıdır.
İmâm-ı Gazâlî hazretleri, nefsine hitaben buyuruyor ki:
“Ey nefsim! Benim sermâyem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermâye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrâr ele geçemez ve nefesler de sayılıdır, azalmaktadır. Bu dünyâ günleri, o kadar kıymetlidir ki, ecel gelince, bir gün izin istenir, fakat ele geçmez. Bugün, bu ni’met elimizdedir. Aman nefsim, çok dikkat et de, bu büyük sermâyeyi elden kaçırma! Sonra ağlamak, sızlamak, fayda vermez.
Ey nefsim! Ecel sana yaklaşmakta, Cennet ve Cehennemden biri, seni beklemektedir. Ecelinin, bugün gelmeyeceği ne ma’lûm? Bugün gelmezse, bir gün elbette gelecek. Başına gelecek şeyi, geldi bil! Çünkü ölüm kimseye vakit tâyîn etmemiş ve gece veyâ gündüz, çabuk veyâ geç, yazın veyâ kışın gelirim dememiştir. Herkese ânsızın gelir ve hiç ummadığı zamânda gelir...”
ÖLÜM YAKLAŞIYOR!.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Ecel gelince, insanı uyandıracaklar. Fakat, o zamân pişmânlık işe yaramayacak. Rezîl olmaktan başka, ele bir şey geçmeyecektir. Hepimize ölüm yaklaşıyor. Âhıretin çeşit çeşit azâbları, insanları bekliyor. İnsan öldüğü zamân, kıyâmeti kopmuş demektir. Ölüm uyandırmadan ve iş işten geçmeden önce uyanalım!
Bugün aklımızı başımıza toplamazsak, yarın âh etmekten ve pişmânlıktan başka elimize bir şey geçmez. Bu birkaç günlük sağlık zamânında, parlak dîne uygun yaşamaya çalışmalıyız! Ancak böylece kurtulmamız umulur. Dünyâ hayâtı, iş yapacak zamândır. Keyif yapacak, eğlenecek zamân ileride gelmektedir. Orada, dünyâda yapılan işlerin karşılığı ele geçecektir. İş zamânını eğlence ile geçirmek, çiftçinin tohum ekmemesi ve mahsul almaması gibidir.”
Bir gün Behlül Dânâ hazretlerinin evine hırsız girmiş ve evde de ne bulduysa alıp götürmüş. Behlül Dânâ hazretleri, eve gelip durumu öğrenince, doğruca kalkıp kabristâna gitmiş ve mezarlığın kapısının önüne oturmuş. Onu mezarlığın kapısında görenler, yanına gelip beklemesinin sebebini sorarlar.
Durumu öğrenince de;
-Niçin hırsızın peşinden gitmedin de buraya geldin diye sorarlar. Onlara;
-Yolunu şaşırmış olan o adamcağızı burada bekliyorum, diye cevap verir. Bu söze oradakiler kahkaha ile gülerler ve;
-Hay Allah iyiliğini versin, o adamın burada işi ne, derler. Bunun üzerine Behlül Dânâ hazretleri;
-Siz hiç merak etmeyin, o adam mutlaka bu kapıya gelecek. Ecel, onu buraya getirecektir, buyurur. Behlül Dânâ hazretlerinin bu sözleri üzerine, orada bulunan herkes derin düşüncelere dalarlar...
“EY BİÇÂRELER!..”
Muhammed bin Kutbüddîn-i İznîkî hazretleri de;
“Ey biçâreler, siz ölümden kaçarsınız. Falân öldü, ben dahî onun yanında bulunacak olursam, bana dahî, bulaşır dersiniz. Bulaşıcı hastalık filân mahalleye geldi diyerek, başka yere kaçarsınız.
Ey biçâreler, nereye kaçarsınız! Ölüm size vâdolunmuştur. Ecel ileri gitmez! Allahü teâlâ size, eceliniz geldikte, göz açıp yumuncaya kadar vakit vermez. Mukadderden ne ziyâde ve ne eksik olur.
Hak teâlâ, emrini, her nerede hükmettiyse, o kişi, malını, evlâdını ve âilesini, cümleten bırakıp, o mahalle gider. Toprağı olan memlekete varmayınca, canını almaya emir olunmaz. Herkes, eceli geldikte ölür.
A’râf sûresinin 33. âyetinde meâlen; (Ecelleri geldiği zamân, onu az zamân ileri ve geri alamazlar) buyuruldu” buyurmaktadır.
Netice olarak insan, ölüm meleğinin gelip cânını zorla alacağı, ecel arslanının pençesini takacağı, can verme acılarının başına geleceği, şeytânın, îmânını çalmak için kastedeceği, dostlarının, vah vah öldü, siz sağ olun, diye evlâdına tâziye edecekleri vakti düşünmeli ve kendisine verilen ömrün kıymetini iyi değerlendirmelidir.