Kalbin Ameli İhlâs
Sözlükte, bir şeyi halis kılmak, halis olmak, özünü almak ve seçmek manalarına gelen ihlâs, dini ıstılahta iman, ibadet, itaat, ahlak, amel ve dua… Gibi her türlü dini görevleri, halkın övme ve beğenmesini, yerme ve kınamasını düşünmeksizin sırf Allah için iyi ve halis bir niyetle yapmak, şirk, nifak, riya (gösteriş) ve sum’a (duyurma) vb. Şaibelerden uzak durmak, söz fiil, fiil ve davranışlarında samimi ve dosdoğru olmayı ifade eder. (D. kavramlar sözlüğü- Diyanet)
İhlâs, Allah ile kulu arasında bir sırdır; melek bilip yazamaz, şeytan bilip ifsat edemez. İhlâs kalbin ameli olduğundan zahiri amellerde ki arı ve duruluğu saf ve temizliği de temsil eder. Azda olsa, ihlâsa bulaşan farklı kötü düşünce ve niyetler onun saflığını ve temizliğini hemen bozuverir.
Zünnun-i Mısri şöyle demiştir: “Şu üç şey ihlâs alametlerindendir: insanların övmelerinin ve yermelerinin kulun gözünde eşit olması, yapılan amellerde bu amellere kıymet vermeyi terk etmek (yaptığın ameli gözünde büyütmemek) ve bu amellerin ahrette seni kurtaracağını unutmak”
Başkalarının övgüsünden memnuniyet, yergisinden üzüntü ihlâslı olunmadığının göstergesidir. Zira muhlis bir insan, sırf Allahın rızasını düşündüğünden O’nun emirlerini yapmadığında üzülür, yaptığında sevinir fakat amellerine de güvenmez; Allah’tan gayrisini dikkate almaz. İhlâs öyle bir erdemlilik ve öyle bir derecedir ki, onu her türlü tehlikeden muhafaza etmek çok gayret ve mücadele gerektirir. Aksi taktirde ihlası muhafaza etmek mümkün olmaz.
Amellerde nefse pay çıkarmakta ihlâssızlığın göstergesidir. Çünkü ihlâsta nefse yer yoktur. Bu nedenle nefse en ağır gelen şey ihlâstır. Benlik ve enaniyet devreye girdimi orada riya hükmünü geçerli kılar. İhlâs riyayla zıt olan şeylerdir; riyanın olduğu yerde ihlâs, ihlâsın bulunduğu yerde ise riya ve gösteriş bulunmaz.
Ebu Osman el- mağribi şöyle demiştir: “İhlâs işlenen amelde nefsin en ufak pay sahibi olmamasıdır. Ancak bu avamın ihlâsıdır. Havasın ihlâsı ise, Allahın kendileri üzerinde takdir ettiği amellerdir. Bu sayede onlarda ibadetler zuhur eder ve onlar bu amelleri kendilerinden bilmezler. Amellerine değer vermezler. İşte havasın hali budur.”
İhlâslı insanın içi dışına, kalbi kalıbına, özü sözüne uyar. Böyle olunca da o insan için yapılan amellerin açık ve gizli yapılması arasında fark yoktur. İhlâslı insan öyle bir zirveyi tutmuştur ki, ne cehennemden korktuğu için amel eder ne cennete girmek ümidiyle ibadetlerine devam eder. Onun tek gayesi ve niyeti vardır oda Rıza-i ilahiye ulaşmak. Bu niyet, muhlis olan insanı hem bu dünyada itidalli ve uyanık olmaya yöneltir hem de ahrette mükâfat kazanmasına vesile olur. Diyor ki cennet için kulluk yapanın düşüncesinde yine nefsi ve rahatı söz konusudur buda o insanı midesinin ve arzularının kölesi durumuna getirir. Cehennemden korktuğu için ibadet eden kötü köle gibidir. Halis niyetli muhlisler ise zoraki ve beklenti içerisinde olarak değil, severek ve zevkle ibadetlerini yaparlar.
Niyet Neyse Akıbet de O dur
İnsanlar niyetlerine göre yaşar ve niyetlerine göre haşredilirler. Niyeti dünya olanın akıbeti berbat olu. Niyeti Allah rızası olanın ise hem dünyası hem de ahreti huzur ve saadetle dolar.
Bir hadis-i şerife göre kıyamet gününde ilk defa bir şehit hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne yaptığını sorduğunda:
- Senin uğrunda çarpıştım, şehit edildim, diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona:
- Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.
- İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’an okudum, diyecek.
Allah Teâlâ ona:
- Yalan söyledin. İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı ise, güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Hadis-i şerifin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam” desinler diye malını sarf ettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir. (Müslim, İmâre 152).
Hadis-i Şerifde “Kimin niyeti Allah’a ve Resulü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resulü’ne hicret sevabıdır” buyruluyor. Hicret, bir şeyi terk etmek demektir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri terk edip yapmamak da genel manada hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz:
“Muhacir, Allah’ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir” buyurur ( Buhari,iman, 4; Müslim, iman,64)
Peygamberimiz(s.a.v.) başka bir hadisinde de şöyle buyuruyorlar:
“İnsanlar helak olur, âlimler kurtulur. Âlimler helak olur, amel sahibi âlimler kurtulur. Amel sahibi âlimler helak olur, ancak ihlâs sahibi olanlar kurtulur, ancak bu ihlâs sahipleri de büyük bir tehlikeyle karşı k karşıyadır.” (Acluni, keşfü’l- Hafa , II)
Yüce Allah bir ayetinde buyuruyor ki;
“Kim Rabbin(in rızasına ve onun nimetlerine) kavuşmayı arzu ediyorsa, ihlaslı ameller yapsın ve Rabbine ibadette hiç bir kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmasın”( Kehf, 324)
Nimetlere kavuşmak, hak rızasına ulaşmak için her ibadet ve davranışı hakkın rızası için yapmak gerekir. Ne inançta nede amelde Allaha hiçbir şeyi ortak koşmamalı. Dini sadece Allah’a has kılmalı, Allah’ın vahdaniyetini anlatan kur’an’ın 112. surenin ismi de “ihlas”tır.
Halis bir imanın neticesi halis bir ameldir. Şirke bulaşmış bir iman nasıl kabul edilmiyorsa nifak, gösteriş ve riya için yapılan amellerde makbul değildir.
Her işe niyetle başlanır o işin semeresi de samimiyet ve ihlas neticesinde elde edilir. İyi ve hayırlı bir işe bir insan niyet etse onu herhangi bir sebeple yerine getiremese yinede mükâfat alır. Kötü bir işe niyet etse onu terk etse yapmasa da günah kazanmaz.
Peygamberimiz (s.a.v.) “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır” ve yine “Bütün işler ve ameller niyetlere göredir” buyuruyor.
Bu nedenle niyet her davranışın ibadete dönüşmesine vesiledir. Farz olan ibadette bile niyet bozuk olunca fayda elde etmek mümkün değilken Allah rızası gözetilerek yapılan mubah bir iş bile mükâfata vesile olunur.
Yapılan amellerin dış görünüşü ne kadar mükemmel olursa olsun o amellerin faydası ihlâs terazisinde ölçülür. İhlâsın ölçü birimi neyi gösterirse insanın elde ettiği de o olur. Dışı güzel içi bozuk olanın mükâfatı şekilden ve gösterişten öteye geçmez. Mümin içinin güzelliğiyle dışını düzene soktuğunda anlamlı ve kıymetli olur. Bir cevher güzel bohçalara sarılır çünkü içte güzellik olunca muhafaza etmek onu korumak önem arz eder, bu da o cevherin değerini ifade eder. Yoksa paslı bir demirin altın yaldızlı sandıklarda süslenmesi demire değer vermez. Belki bu aldatmaya ve aldanmaya vesile olur. Allahtan insanı kalbiyle muhatap alıyor oradaki değere göre kıymet biçiyor. O kalpteki en önemli cevher iyi niyet ve ihlâstan başkası değildir.
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyuruyor:
“Allah sizin suretinize ve mallarınıza değil, kalplerinize bakar”
İhlâs Bedende ki Ruh Gibidir
İhlâs özdür, özeldir, özdendir, cevherdir, hazinedir. İhlâs ibadetlerin ruhudur. Bedenin hayatiyeti nasıl ki ruhun varlığıyla mümkünse ibadetin faydası da ihlâsla mümkündür. İhlâs kurumuş topraklara can suyu, çölleşmiş gönüllere gülistan bahçesi sunar. İhlâsın olmadığı yerde ibadetin ölümü, hem de insandan davacı olacak kokmuş, kulun yüzüne çarpılmış boş ceset vardır. İhlâs insanı yakin ve ihsana ulaştırır. İhlâsla yol kat etmek çok kolayken riya ve gösteriş kirine bulaşmış amellerle derece elde etmek, Rıza-i ilahiye ulaşmak mümkün değildir. İhlâslı insanda hikmet pınarları kaynar; kalbi dilinin değil, dili kalbinin hükmüne boyun büker. Muhlisler gönülden yaptığından her ameli, gönül ehli ve gönül adamı olurlar; kalbi olgun ve mutmain olduğundan zahiri güzellikler yumağı haline gelir, konuştuklarında dinlenir sözü tesirli, bakışı anlamlı olur, yaptığı her işte insanlara örnek olurlar.
İhlâsın önündeki en büyük engellerin başında dünya sevgisi, Şeytan ve Nefis gelir. Dünyaya meyleden onu gönülden seven insanın Allah’a yüzünü dönmesi, O’na samimi bir şekilde ibadet etmesi mümkün olmaz. İhlâs madem kalp işi o zaman o kalpte hem dünya hem de ukba bir arada olmaz. Dünyaya meyledenlerin ibadetleri yorgunluk ve zahmetten başka bir anlam ifade etmez. Böylelerinin tercihi hep dünyadan yana olduğundan ameller, ya o dünyalığa ulaşmak için bir basamak olarak kullanılır ya da ibadetler yüzeysel olarak yerine getirilir. Bu nedenle ihlâsı kalbe yerleştirmenin ilk şartı; o kalpte bulunan mal mülk, makam mevki sevgisini çıkarıp atmak olmalı. Şeytanın bu yolunu kapattığımız anda işimiz kolaylaşır, yolumuz açılır, gönlümüz rahatlar.
Şeytan aleyhillaneh kibirlendi niyetini bozdu, benliğini ön plana çıkardı, Allah’ın dergâhından kovulduğunda ise müsaade istedi insanları Allahtan uzaklaştırmak için.
Allah samimi ve ihlâslı kullarına güvenerek buyurdu ki:
“Şüphesiz benim kullarımın üzerinde senin hiçbir hâkimiyet (ve nüfusun) yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar hariç.” (Hicr, 41-42)
Başka bir ayeti kerimesinde ise şöyle buyuruyor:
“Elbette benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir tesirin olmayacaktır. (zira onları) koruyucu olarak Rabbin yeter” (İsra,65)
Ulûhiyette Allah’ı birleyen müminin ubudiyette bu sözünü yerine getirmesi gerekir. Allah bizi uyarıyor:
“Dikkat edin! Halis din Allah’ındır”(Zümer, 3)
Samimiyetin olmadığı, ihlâsın bulunmadığı yerde dinden söz etmek mümkün olmaz. Bu samimiyeti üçe ayırarak , “Allaha, Resulüne Müslümanların idarecilerine ve bütün Müslümanlara” diye ifade etmiştir peygamberimiz.
İslam dini hem inançta hem amelde tevhit dinidir. Rab’inin Allah olduğuna inanan bir insan nasıl olurda onun rızasının dışında hal ve hareketlere girer. Peygamberimizin ihlâs tarifinde de bu vardır. Buyuruyorlar ki:
“İhlâs, Rabbimiz Allah’tır deyip hayatı Allah’ın rızasına dönük olarak emrolunduğumuz üzere dosdoğru yaşamaktır.”
Her gün beş vakit namazda günde kırk kere böyle bir istikamet üzere olmayı talep ediyoruz Rabbimizden. Bizi sırat-i müstakimden ayırma, diye. Bundan önce ihlâslı olmanın sözünü vermek gerek, onu da veriyoruz. Sadece ibadeti ona has kılmak, yardım istenecekse de ondan istemek için rabbimize “ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz diye ahdediyor, fatiha suresinde söz veriyoruz. Allah sözünü tutan ahde vefa gösteren kullarından eylesin (Âmin)
Evet, yaratan, yaşatan hesap soracak olan, her şeyin sahibi, mutlak hâkimiyeti elinde bulunduran Allah, hazinesi sonsuz olduğu kadar merhameti ve cömertliği de sınırsızdır. Ebedi âlem karşılığında üç günlük dünyaya bel bağlayan, insanların iltifatının peşinde sürüklenenler ne kadar bedbaht ve talihsiz insanlardır değil mi? Böyle insanların durumu zengin, cömert ve adaletli, merhametli olan bir padişahı unutup Onun hizmetçisinin gözüne girmeye çalışan, Onun iltifatına mazhar olmak için köçeklik, dalkavukluk yapan insanın durumuna benzer.
Kula kul olup gerçek mabudu unutanlar Allah’ın ikramından ve iltifatından mahrum olacaklar. Cennet nimetlerine büyük bir özlemle ve hasretle bakadururken, bir an kendilerini bekleyen en acıklı azapla yüz yüze kalacaklar. Öyle ya niyet neyse akıbet de o olur. Tutuğun yol nereye gidiyorsa varacağın yerde oradan başkası değil. Hicretin Allaha ise mükâfatında ona aittir. Dünya ise de eline geçende sadece o olur. İnsan neyi severse bu dünyada ne ile beraber ise, neye muhabbet besliyorsa ahrette de onunla olur. Allah tan gayrisinden medet umanlara yarın Allah. “Gidin kimin için dünyanızı geçirdiyseniz mükâfatınızı da ondan isteyin” diyecek. O zaman nereye gidecek kimden ne koparabileceğiz.
İhlâs Ve Riya
Ebu Bekir ed- Dekkak şöyle demiştir:
“İhlâs sahibi herkesin kusuru, ihlâsını görüyor olması, ihlâslı olduğunu düşünüyor olmasıdır. Allah bir kulun ihlâsını halis kılmak istediği zaman, onun kendi ihlâsını görmesini engeller. O zaman kul muhlis (ihlâs sahibi) değil, muhlas (ihlâs sahibi kılınan kimse) olur.”
Yusuf b. El- Hüseyin (Rahmetüllahi aleyh) de bunu başarmanın zorluğunu kendi hayatından verdiği örnekle şöyle anlatır:
“İhlâs, dünyada bulunması en zor şeydir. Ben bütün gücümle kalbimden riyayı söküp atmaya çalışıyorum, ama bakıyorum ki o yine kılık değiştirip kalbime girmiş.”
Onun için Peygamberimiz(s.a.v.), varlığıyla ihlâsı alıp götüren riyayı, gizli şirk olarak görmüş, en korkulan şey olarak nitelendirmiştir:
“Ümmetim hakkında korktuğum şeylerin en korkuncu, Allaha şirk koşmaktır. Dikkat edin, ben, güneşe taparlar, aya taparlar, puta taparlar demiyorum, Ancak Allahtan başkası için yapılan ameller ve gizli şehveti (kastediyorum)” (ibni Mace c.1,s. 286)
Fudayl b. İyaz şöyle emiştir:
“İnsanların rızası için bir şeyleri terk etmek riya onların rızası için ibadet etmek ise şirktir. İhlâs ise Allah’ın seni bu iki şeyden muhafaza etmesidir.”
Riya bir insanda çeşitli şekillerde meydana çıkar. Her riyanın tedavi yöntemi farklılık arz etmesine rağmen bütün bu hastalıkların esas memba-ı kalptir zira kalpte ihlâs olmadı mı azalardaki riya son bulmaz. Riya bazen bedende, bazen kılık kıyafette bazen sözde bazen amellerde meydana çıkar.
Riya hastalığı ihlâsı saran kanser hücreleri gibidir. Bir defa yakalandınız mı, kolay kolay sıhhat ve afiyeti yakalayamaz, saf ve duruluğa ulaşamazsınız. Bir yanınız “Allah için” dem vururken öteki yanınız başkalarının alkışlarını gözetler. Bir gözünüzü hakka dikerken öteki gözünüzle halkın “demelerine” ve iltifatlarına hasretle bakarsınız. Kalbinizde sadece “Allah var” diye düşündüğünüz zamanda bile yaptığınız bir hayır nedeniyle insanlar övdüklerinde sizi, kalbinizin memnuniyetine şahit olursunuz. Bu memnuniyet Allah’ın değil aslında nefsinizin memnuniyetidir. Sizi takdirle işaret eden parmakların inmesini istemediğiniz zamanlar olur. Belki ihtiyaçları nedeniyle, elinizi uzattıklarınız, size hiç iltifat etmediklerinde, başa kakar, bu hareketinizle yaptığınız iyiliklerin mükâfatını burada ve Allahtan başkalarından beklersiniz.
Örnek olarak diyelim ki bir cami yaptırmış, han hamam inşa ettirmişsiniz. Bir sohbet esnasında, yeri geldi zannına kapılıp “Ben yaptırdım” dememek için nefsinizi zorlarsınızda, başaramazsınız o sözleri söylememeyi yani ihlâsınızı kirletmemeyi. Serbest bıraktığınızda kendinizi dilinizi zorlayan, “ben ettim, ben yaptım” kelimelerini ağzınızdan bir an döktürüverirsiniz, suni bir rahatlık hissedersiniz, ancak aldanırsınız. Yaptığınız o hayırlara isminizi yazdırmanın mazeretlerini bulursunuz kendinizce. Ya da Birçok talebe okutmuşsunuzdur hayrıma deyip. Bir gün okuttuğunuz o talebelerden birisizi görse, siz hemen beklentiye mi giresiniz, gelip elinizi öpmesi gerekir diye. Ya da çok fakir duruma düşmüş bir insanın bu sıkıntısını giderseniz, elinden tutup iş, eş sahibi etseniz, zamanla bu insan sayenizde çok zengin olsa bu sefer siz aynı duruma düştüğünüzde vefa göstermesi gerekir kılıfıyla, onu borçlu, kendinizi alacaklı mı olarak görürdünüz? Eğer “evet” dediyseniz riya var demektir. Riya hastalığına müptela olmuşsunuz demektir. O zaman Allahtan mükâfat beklemeyin.
Yüce Allah gerçek bir müminin ihlâs ve samimiyetini şöyle ifade buyuruyor:
“Zaten siz(müminler) ancak Allah’ın rızasını dileyerek verirsiniz.”(Bakara, 272)
Evet, Hayır hasenat yapıldığında yapılan o iyilikleri hemencecik orada unutmaktır asıl olan, işlediğiniz günahı da unutmamaktır ihlâs.
Namazı yalnız kıldığımızda, alelacele kılıyor, aynı namazı insanlar içerisinde eda ederken rükûsunu uzatıyor, secde de daha fazla duruyorsak; duamızı, tespihimizi çekmeyi kınanmaya sebep olarak görüyor isek bu namazı kimin için kıldığımızı kontrol etmeliyiz. Bir günah işlemeye niyetlendiğimizde, hazır o anda kimse yok diye bunu fırsat bilerek, Allahın görmesi ve meleklerle o günahı yazacağını unutup, o günahı işlemekten ızdırap duymuyor isek, kimden korktuğunuzu, kime ortak koştuğumuzu ve kime değer verdiğimizi düşünmeli, bir an önce tövbe etmeliyiz.
Yüce Allah bu hususta, maun süresinde namazla irtibatlandırarak samimiyetten uzak, münafıkane davranışlar sergileyenlerle ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Ey Muhammed! Dini yalan sayanı gördün mü? Öksüzü kakıştıran, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur. Vay o namaz kılanların haline; onlar ki kıldıkları namazdan gafillerdir. Onlar gösteriş yaparlar. Onlar basit şeyleri dahi vermezler” (Maun,1-7)
İhlâslı insanlar ibadetlerinden haz ve lezzet alırlar, imanları kalplerine tam anlamıyla yerleşmemiş, taklidi olarak inanan insanlar ise ibadetleri sırtlarında bir yük olarak görür, alelacele ödenmesi, kusturulması gereken bir borç edasıyla yerine getirirler.
Yüce Allah buyuruyor ki bir ayetinde:
“Onlar namaza kalktıkları vakit üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı (başka değil) birazcık hatıra getirirler.” (Nisa, 142)
Özet olarak: İnsan Mevlana’nın ifadesiyle “ya olduğu gibi görünmeli yâda göründüğü gibi olmalı” insanları aldatmamalı Allaha karşı samimi davranmalı. Şunu unutmamak gerekir ki Allah kalplerde olanı en iyi bilendir. Kimin ne niyet taşıdığına aşinadır. İlk önce kalplerin riyasını tedaviden başlamalı, her işimizi ve niyetimizi hakkın rızasına ayarlamalıyız. Riyanın çeşitli şekil ve suretlerde karşımıza çıkacağını bilmeliyiz. Her amelde riyaya girme tehlikesi söz konusu olduğu gibi bazen ihlâs ve sadakat kılıfında da riya tehlikesine düşmek söz konusudur.
Allah bizi dosdoğru yol üzere olanlara ilhak eylesin.
Amin