İman ve İhtisabın Meyvesi AF
İnsan olup da hatadan ari olan kul yoktur. “Kul” (abd-köle), zaten acizliktir; gücü, imkanı kısıtlı olan demektir.
İnsan, dayanağı olmadığında böyledir. Dayandığı, sığındığı merci-makam itibariyle gücü de makamı da değişiyor. Kendisi gibi biçare bir kula sığındığında mesela zafiyeti daha da artıyor.
Ancak, gücü sınırsız olan Rabbine sığınırsa işte o vakit “ La Galibe İllallah” oluveriyor. “Allah’tan başka galip yoktur”. Allah’a dayandığından o da kuvvet iktisap ediyor.
Bu bakımdan Allah’ın emanet verdiği ömrü O’nun rızasına muvafık olacak şekilde tasarruf yetkisine sahip bizler, hata ve kusurlarımızla her daim yine O’nun lütfu keremine muhtacız.
Bazen insanlığımızdan çıkıp, en şerefli varlık olma meziyet ve yetimizi kaybedebiliyoruz. Celle Celaluhu’nun koyduğu sınırları kimi zaman aşıyoruz.
Kulluğumuzu -yeri geliyor- unutuyoruz. Doğru.
Ama keremi, rahmeti, af ve mağfireti sınırsız olan Rabbimiz bizi asla unutmuyor.
Unutmuyor; kahrıyla, intikamıyla değil, merhametiyle, şefkatiyle bizim O’nu unuttuğumuzu hatırlatıyor bize; kapısına kilit vurmadığını bildiriyor mükerreren.
Ve bizden tek isteği, katıksız bir iman… Samimiyet ve ihlas ile sadece O’a yönelme, O’na dayanma ve O’na güvenme…
Bunu yaptığımızda Rabbimiz, engin mağfiretiyle kapılarını sonuna kadar aralıyor bizlere.
Esasında Rabbimiz, bizim aciz, biçare olduğumuzu zaten bilmektedir. Kapısına yöneldiğimizde kapısına kilit vurmadığını bizim de bilmemiz gerekiyor.
Bugün, ramazan orucunun altıncı günü.
Ramazan ayının af ve mağfiret çemberi ölçülemeyen derecede geniştir.
Bu fırsatı, hakkını zayi etmeden lehimize çevirmek icap ediyor.
Aslında bilirsek orucun kendisi, onu tutanlar için zaten koruyucu ve kollayıcı bir ibadettir.
Zira Yüce Rabbimiz orucun farziyet ve hikmetini beyan ederken, “Umulur ki takva sahibi olursunuz.” (2-Bakara 183) diye belirtiyor.
Kulun kendini günahlara karşı koruması, ahirette utanç vesilesi olabilecek hal ve hareketlerden sakınması da “takva” diye tanımlanıyor.
Peygamberimizin “Oruç bir kalkandır” İfadesi de bu yönde olsa gerek.
Dolayısıyla Müslüman bir kul için oruç ibadeti, muhteşem bir af ve mağfiret vesilesidir. Ve hatta günahlarla kararmış ruhlarımızı fıtratına/özüne döndürme aracıdır. Öyle olmalı.
Bir bilgisayarı, elektronik cihazı tekrar eski haline döndürmek (sıfırlamak) için kullanılan “resetleme” ifadesi bile burada yetersiz kalır.
Nitekim ramazan orucu vesilesiyle Rabbimizin affına mazhar olduğunda kulun sevaplarına dokunulmadan, sadece kötülükleri siliniyor!
Diğeri öyle değil, olduğu gibi silinip yenileniyor.
Yalnız bu affı yakalamanın bir bedeli var… O bedeli vererek onu yakalamalı!
Kadir gecesinin ihyası, teravih namazının edası için de ayrıca zikredilen hadisin bir rivayeti ramazan için şöyle:
“Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân)
“İmanen” ifadesi, “her ibadetimiz gibi oruç ibadetini de şirkten, şüphe ve tereddütten uzak inanarak eda etmek” oluyor.
Allah’ın mabudumuz olduğunu, bizim O’nun aciz kulları olduğumuzu kabul ederek…
Her ibadet gibi orucun da bizim asli görevimiz olduğunu düşünerek, yapmamızın gerekli olduğunu bilerek tutmamızın gerekliliğini ifade ediyor.
O’nun haddı zatında bizim ibadetimize bir ihtiyacı yoktur; bizim O’na ibadete, duaya; O’ndan af dilemeye muhtaç olduğumuzu bilmeyi gerektiriyor.
“İhtisaben” deniliyor hadiste. “Karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek…”
Hiç başka bir amaç gütmeden (sağlığa faydalıdır, insanlar benim hakkımda farklı zeheba kapılmasın değil!) sadece O’nun emri oldu için, yalnızca Ondan mükafat bekleyerek oruç tutarsa” demektir.
İşte bu şuurla tutulduğunda ramazan orucu geçmiş günahlara kefarettir.
Bu bilinci korumazsa insan, orucun manasına, ruhuna uygun davranış sergilemezse Allah muhafaza açlık ve susuzluğuyla kalır.
Bir hadis-i şerifte buyruluyor:
“Ramazan girip çıktığı hâlde günahları affedilmeyenin burnu sürtülsün!..” (Tirmizi)
Rabbim lütfuyla bizi, ramazan vesilesiyle affına mazhar eylesin, cennetlik kullarının arasına katsın inşaallah.
Nusret Reşber.