İman Amel Teslimiyet
Günlük hayatta sıklıkla kullandığımız ancak anlamını tam olarak idrak edemediğimiz, gereğince yaşayamadığımız bir kavramdır tevekkül. Dinî bir terim olarak tevekkül, “kişinin sadece Allah’a dayanıp O’na teslim olması, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilmesi” demektir. Bu anlamda tevekkül, acziyetin ve başkasına olan ihtiyacın da bir ifadesidir. (Ragıb, el-Müfredat, “vkl” md.; İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “vkl” md.) Öyle ki insan ne kadar güçlü de olsa, bir şeyin olmasını ne kadar arzu da etse her zaman istediği sonucu elde edememektedir. Zira her şeyi yaratan, dilediğine bol dilediğine ise az veren bir yaratıcı vardır. (İsra, 17/30.) Ve insan Allah’a muhtaçtır. (Fatır, 35/15.)
Yüce Allah’ın isimlerinden birinin “el-Vekil” olduğunu da burada hatırlamakta fayda vardır. Tevekkül kelimesiyle aynı kökten türeyen vekil “işin havale edildiği kimse” demektir. Terim olarak ise “bütün yaratıkların işlerinin görülmesinde güvenilip dayanılan, bu konuda tam yeterli olan varlık” manasına gelir. (Bekir Topaloğlu, DİA, Vekil md.) Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ı niteleyen “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.” (Âl-i İmran, 3/173.), “Rabbin sana vekil olarak yeter.” (İsra, 17/65.) mealindeki ayetler O’nun, kendisine itimat edilecek en güzel varlık olduğu hakikatinin ifadesidir. Zira Yüce Allah bize yardım eden, bizi koruyan ve bütün işlerimizde kendisine güvenebileceğimiz gerçek varlıktır. (Matüridi, Te’vilat, 7/82.) Allah’a tevekkül eden kimse, O’ndan başkasına muhtaç değildir. (Talak, 65/3.)
O hâlde, her an hayatın farklı bir problemiyle karşılaşabilen insanın yılmadan, yıkılmadan ayakta durabilmesi, enerji ve heyecanını kaybetmeden geleceğe yürüyebilmesi için Allah’a güvenmek gibi büyük bir gücü vardır elinde. Bu gücün bilincinde olan ve gereğince yaşayan bir mümin “kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyebilecek bir olgunluğa erişecektir. Çünkü o, bir Müslüman olarak üzerine düşeni yapmış, gerekli çabayı göstermiştir. Sonunda da Allah’ı vekil kılmış, O’na tevekkül etmiştir. Böylece o, “De ki: Allah bize ne yazmışsa başımıza ancak o gelir, O bizim Mevlamızdır. Müminler yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.” (Tevbe, 9/51.) ayetinde beyan edildiği üzere, ortaya çıkacak sonucun kendisi için takdir edilen olduğunun idrakine varacaktır. Bu açıdan bakıldığında tevekkül; imandan teslimiyete, sabırdan şükre, kanaatkârlıktan rızaya kadar pek çok değerle bağlantılı bir haslettir. Aynı şekilde tevekkül, iman zayıflığından teslimiyet eksikliğine, acelecilikten şükürsüzlüğe, tamahkârlıktan hasede varıncaya dek birçok kötü hasletten de koruyacak bir kalkandır. Hz. Musa’nın (a.s.) “Ben durumumu Allah’a havale ediyorum; kuşkusuz Allah kullarını çok iyi görmektedir.” (Mümin, 40/44.) şeklindeki niyazında; biricik oğlu Yusuf’tan ayrı düşmesi neticesinde “Ben acımı ve kederimi ancak Allah’a arz ediyorum.” (Yusuf, 12/86.) diyen Hz. Yakub’un sabrında ifade bulduğu üzere, işlerimizin sonucunu Allah’a havale etme ve O’na güvenip teslim olmanın ifadesidir tevekkül. Yine, başına gelen felaketlerden dolayı sızlanan, elde ettiği nimetleri ise kendinden bilerek bencillik ve cimrilik eden insanı (Mearic, 70/20-21.), iman zafiyetinden ve şükür eksikliğinden kurtaracak bir erdemdir aynı zamanda. Bu bağlamda olmak üzere tevekkül, sağlam bir Allah inancıyla doğrudan ilişkilidir. Zira kişinin, kendini her durumda Allah’ın irade ve takdirine teslim ederek O’ndan gelene rıza göstermesi tevekkülün özünü meydana getirir. (Mustafa Çağrıcı, DİA, Tevekkül md.)
Tevekkül, “Nasılsa her şey olacağına varır.” düşüncesiyle tembellik etmek, bir çare bir çıkış yolu aramadan başa gelen her türlü şeye katlanmak değildir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.), nasıl tevekkül edeceğini soran bir sahabiye, “Deveni bağla, öyle tevekkül et.” (Tirmizi, Kıyamet, 60.) buyurduğu üzere, gerekli tedbirleri almadan, sorumlulukları yerine getirmeden istenilen sonucun beklenmesi doğru bir tevekkül anlayışı değildir. Toprağa tohum ekmeden ürün beklemek, çalışıp gayret etmeden sonuç beklemek anlamsızdır. Zira Kur’an-ı Kerim’de buyrulduğu üzere, “İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.” (Necm, 53/39.) İstenilen sonuca ulaşmak için çalışmak gerektiğini ifade eden bu ayet yanında, Yüce Allah’ın gereğince tevekkül edenleri kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandıracağını (Tirmizi, Zühd, 33.) ifade eden Hz. Peygamber’in (s.a.s.) beyanı da çalışmak, tevekkül ve rızık arasındaki ilişkiyi gösteren örneklerdir.
Ne var ki bu gerçeğe rağmen çalışmadan, emek sarf etmeden, kısa yoldan sonuca ulaşmak gibi yanlış bir anlayış içerisinde olanların her geçen gün arttığına şahit olmaktayız. Bu anlayışın, Kur’an ve sünnetin sınırlarını çizdiği tevekkülle örtüşmediği muhakkaktır. Ayrıca, emeksiz sonuç elde etmeyi hedefleyen bu yaklaşım insanı rahatlıkla hata yapmaya sevk edecektir. İnsanın, helal-haram hassasiyetinin kaybolmasına, başkasının hakkına göz dikmesine yol açacaktır. Bencillik, açgözlülük, doyumsuzluk ve haset gibi kötü huyların pençesine düşürecektir insanı. Daha fazla kazanma, biriktirdikçe biriktirme hırsına kapılmasına sebep olacaktır. İslam, elbette ki çalışıp kazanmayı, güçlü olmayı yasaklamaz. Aksine, dünya ahiret dengesini kurabilmeyi, birini diğerine feda etmemeyi ister. Ancak çok kazanmaktan, servet sahibi olmaktan daha önemlisi alın teridir, helal kazançtır. Eldeki nimetlerin değerini bilip şükrüne erebilmektir ve onu ihtiyacı olanlarla paylaşabilmektir. Emek vermeden elde edilen, içerisinde haram bulunan çok maldan ziyade az ama helal ve temiz olana razı olabilmektir. Çalışmaktır, terlemektir. Dua edip sonucunu Yüce Allah’tan beklemektir. Olmayınca sabretmek, olunca şükretmektir.
Millî şairimiz Mehmet Akif’in şu dizeleri tevekkülü nasıl anlamamız gerektiğinin veciz bir ifadesidir:
“Allah’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan
Manayı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan!
Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?