* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Hüsrandan Kurtulmanın Reçetesi - ‘Sahih İman ve Salih Amel  (Okunma sayısı 570 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2334
Hüsrandan Kurtulmanın Reçetesi - ‘Sahih İman ve Salih Amel
« : Ağustos 18, 2017, 07:56:57 ÖÖ »
Hüsrandan Kurtulmanın Reçetesi -  ‘Sahih İman ve Salih Amel

İlahi tekliflerin muhatabı olan insanoğlu, yeryüzünün halifesidir. Hilâfet vazifesi sebebiyle, diğer canlılardan farklı olarak yaratılmıştır. İnsan ile diğer canlılar arasındaki farka geçmeden önce, bir inceliğe işaret edelim. İnsanoğlu dünyaya gelirken herhangi bir ilim sahibi değildir. Bu hakikat muhkem nassla haber verilmiştir: “Allah sizi, analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl Sûresi: 16/78) İnsan yavrusu ergenlik çağına girip iyiyi kötüden ayırt etme gücüne kavuştuğu zaman iman ve imana dayalı salih amele sahip olmazsa insanlık onurunu zaman içerisinde kaybeder, hayvandan da geride kalır.
 
Hüsrandan Kurtulmanın Reçetesi: 

‘Sahih İman ve Salih Amel’

İLAHİ tekliflerin muhatabı olan insanoğlu, yeryüzünün halifesidir. Hilâfet vazifesi sebebiyle, diğer canlılardan farklı olarak yaratılmıştır. İnsan ile diğer canlılar arasındaki farka geçmeden önce, bir inceliğe işaret edelim. İnsanoğlu dünyaya gelirken herhangi bir ilim sahibi değildir. Bu hakikat muhkem nassla haber verilmiştir: “Allah sizi, analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl Sûresi: 16/78)

İnsan yavrusu doğduğu zaman hiçbir şey bilmez, hiçbir güce sahip değildir. Ayağa kalkamaz, yürüyemez, giyinemez, üzerini örtemez, soğuktan ve sıcaktan korunamaz. Sadece annesi tarafından ağzına verilen memesini emebilir.

Hayvan yavrusu doğduğu zaman ayağa kalkar, yürür, annesinin memesini bulur, emer, örtünme ihtiyacı da duymaz. Bu hali ile insan yavrusu, hayvan yavrusundan daha zavallıdır.

Ancak zaman içinde hayvan yavrusu bedenen büyümesine, kuvvetlenmesine rağmen yaşayışı hemen hemen aynı kalır. İnsanın terbiye ettiği hayvanlar bile kendisine alıştırılan şeylerin dışında bir şey yapamaz.

Merhum Mehmed Akif, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer: 9) ayetinin açıklamasında;

“Olmaz ya... tabiî biri insan, biri hayvan!

Öyleyse, “cehalet” denilen yüz karasından,

Kurtulmaya azmetmeli baştanbaşa millet” der.

Akif merhum, hayvan hiçbir şey bilmez, cahil insan, hayvandan da aşağıdır demek ister.

İnsan yavrusu ise, bedenen gelişmesine ve kuvvetlenmesine paralel olarak ayağa kalkmaya, yürümeye, koşmaya, konuşmaya, öğrenmeye, etrafında gördüğü şeyleri ve karşılaştığı olayları değerlenmeye başlar. İyiyi, kötüden ayırabilme gücüne erişir.

“İnsan yavrusunu doğuşta en zayıf bir halde iken, zaman içerisinde onu güçlü ve hâkim haline getiren şey, Allah’ın (cc) insanoğluna verdiği akıla, düşünme, keşif ve icadda bulunma kabiliyetlerine sahip olmasıdır.

Hayvan yavrusunun yaşayışı boyunca hemen hemen aynı kalmasına sebep, akıldan, düşünceden ve öğrenme kabiliyetinden mahrum olması, içgüdü ile hareket etmesidir.(1) Merhum Mevdûdî, ayetin açıklamasında şunları yazar:

“İnsan doğduğunda bir hayvan yavrusu gibidir. Hatta onlardan daha zavallıdır. Allah’ın (cc) onlara işitecek kulaklar, görecek gözler ve düşünecek akıllar vermesi, dünyevi işlerini mükemmel bir şekilde yürütmelerine yarayan bilgileri elde etmelerini sağlar. Aynı zamanda bu duyu organları insanın dünyada her şeye hükmetmesini sağlar.”(2)

Merhum Şehid Seyyid Kutub, ayetin açıklamasında şunları yazar:

“İnsanın elde ettiği bilgiler, Allah’ın kendisine ihsan ettiği ilim öğrenme kabiliyetinin eseridir. Bu kadarlık ilimle şu dünya adı verilen gezegen üzerindeki hayatlarını devam ettirmelerini mümkün kılmıştır. Şu mevcudattaki muhit içinde hayatlarını sürdürmelerini imkân altına almıştır. ‘Ve size kulaklar, gözler ve kalbler verdi ki şükredesiniz diye.’

Kur’an-ı Kerim kalb ile insanın idrak unsurlarının hepsini kasdeder. Akıl denilen idrak gücüyle ilgili, gizli ilhamlarla alakalı bütün unsurları ‘kalb’ ve ‘fuad’ kelimeleriyle ifade eder. ‘Size kulaklar, gözler ve kalbler verdi ki, şükredesiniz diye.’ Bu nimetlerin kadrini bilip Allah’ın varlığının delillerini görüp şükredesiniz diye... Şükrün başlangıcı ise yegâne mabut olan Allah’a iman etmektir.”(3)

İnsan yavrusu ergenlik çağına girip iyiyi kötüden ayırt etme gücüne kavuştuğu zaman iman ve imana dayalı salih amele sahip olmazsa insanlık onurunu zaman içerisinde kaybeder, hayvandan da geride kalır.

Allah buyurur:

“Andolsun biz, cinler ve insanlardan; kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (7/179)

Ayette sözü edilen kimseler kendilerine verilen başta akıl olmak üzere bütün yetenekleri kötü kullandığı, Allah’a ve Rasulü’ne isyanı yaşayışının esası yaptığı ve yaratılış gayesine aykırı hareket ettiği için, yaratılış gayesine uygun hareket eden hayvanlardan daha da aşağıda kaldı...

İnsan Günahsız Doğar

Peygamberimiz Muhammed sallallahü aleyhi ve selem de insanın doğumu ve gelişmesinde hakkında şöyle buyurur:

“Her doğan fıtrat üzerine doğar; sonra anası ile babası onu ya Yahudi ya Nasranî yahut Mecûsi yaparlar.”(4)

Hadis’teki fıtrat: İnsanın temiz ve günahsız olarak yaratılması ve doğmasıdır. Konu ile ilgili bir ansiklopedi de yazılanlardan birkaç cümle alıyoruz:

“İslâm’a göre ilk yaratılış durumu, eksiklik ve kusurlardan uzak, temiz ve günahsız, gelişme ve olgunlaşmaya hazır ve elverişli, insan olmanın insanca yaşamanın gerektirdiği bütün imkân ve özelliklerini bünyesinde taşıyan bir potansiyel tamlığa sahiptir. Bütün insanlar aynı ortak ve kusursuz bir fıtrat ile dünyaya gelirler.

İnsan fıtratında Allah’ın varlığını ve birliğini tanımaya doğru tabii bir eğilim vardır. İnsan dine kabiliyetli ve hazır olarak dünyaya gelir. Din duygusu fıtrî bir duygudur ve ilk yaşlardan itibaren gelişmeyi beklemektedir. Bu duyguya şekil veren, gelişmesine, geçici veya bütünüyle körelmesine etki eden, kişinin içinde büyüdüğü çevre, özellikle aile çevresidir.”(5)

Çocuk, ana-babasının yanında büyür, yetişir, ilk bilgileri onlardan alır. Ana-babasının telkini ve yönlendirmesi ile dinsizse dinsiz, müşrikse müşrik, Yahudi ise Yahudi, Hıristiyansa Hıristiyan, Budist ise Budist, Müslümansa Müslüman olur. Dini yönden ana-babasına tabi olur. İnsanlık tarihi boyunca hep böyle ola gelmiştir.

Din, Allah’a inanma ve bağlanma yoludur. Bu yolun emir ve yasakları Allah tarafından peygamberlere bildirilir. Peygamberler de insanlara duyurur, öğretir ve uygulamasında önderlik ederler.

Allah’ı veya peygamberleri kabul etmeyen insanlar, ya dinsiz kalmışlar ya da kendi inanç ihtiyaçlarını karşılamak için uydurma dinler icat emişler, hatta aslı hak din olan Musa (as) ve İsa (as)’nın tebliğ ettiği Allah’ın (cc) dinini tahrif ederek sahiplenmişler, küfür ve hüsran içine düşmüşlerdir. Küfür ise, hem dünyada hem âhirette insanı insanlık şeref ve onurundan uzaklaştıracaktır.

“Onlar (aslı esası olmayan) batıla inanırlar ve Allah’ı inkâr ederler”, “Şüphesiz ki, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü iman etmeyen kâfirlerdir” ayetlerinin muhatapları yapmıştır. (Ankebut Sûresi: 29/52), (Enfal Sûresi: 8/55)

İnsan, Allah’ın kendisine verdiği akıl ve yeteneklerle, Allah’ın gönderdiği peygambere ve O’na indirdiği kitaba inanarak, küfürden kurtulmaya çalışacaktır.

Allah’a ve peygamberine inanmış Müslümanlar da çalışacak, Hak inancına sahip olmayan insanlara doğru yolu anlatacak ve onların küfürden kurtulmalarına yardımcı olacaklardır.

Allah’a inanmayan dinsiz dediğimiz insanlar, Allah diye elleriyle yaptıkları putlara tapanlar, son peygamber Muhammed (sav) ve O’nun bütün insanlara sunduğu İslâm’ı kabul etmeyip, hükmü kalmamış ve tahrif edilmiş Musa (as) ve İsa (as) dinlerine takılıp kalanlar; sadece dünyada küfür bataklığında kalmazlar, ebedî yurt olan âhiret âleminde küfrün kendilerini ittiği hüsranı sonsuz olarak cehennemde azap görerek yaşarlar ve hayvanlardan aşağı derekelere düşerler, “Ya leytenî” derler...(6)

Yâ Leytenî Küntü Turabâ=Keşke Toprak Olaydım

Allah, âhirette mahşer yerinde boynuzsuz hayvanın hakkını boynuzlu hayvandan aldıktan sonra hayvanların toprak olduğunu görünce; küfrü yüzünden ebedî hüsran yeri olan cehenneme girerken, kâfir insanın söyleyeceğini Allah şöyle bildirir:

“Yâ leytenî küntü turabâ=Keşke toprak olaydım.” (Nebe Sûresi: 78/40)

Ayetin açıklamasında müfessirler şunları söyler:

“İnsan olarak yaratılmamış olsaydım ve mükellef tutulmasaydım.

Keşke toprak olsaydım da, ne hesaba çekilseydim, ne de azap edilseydim.

Ah! Keşke dünyaya hiç gelmemiş olsaydım veya toz olsaydım da, yeniden kaldırılmasaydım.

İbni Ömer, Ebu Hüreyre ve Mücahid’den rivayet edildiğine göre, Yüce Allah o gün hayvanları da huzura getirecek, birbirlerinden haklarını alıp ödeştirecek ve sonra onlara “toprak olun” buyuracak, hepsi toprak olacak. İşte kâfir bunu gördüğü zaman onlar gibi toprak olmayı isteyecektir.

Ah, ne olaydı da ben bir toprak olaydım. Dünyada bir toprak olaydım, dileme sahibi insan olarak yaratılmayaydım, yükümlü olmayaydım da bu gün azap görmeyeydim, bugün toprak olaydım da tekrar diriltilmeyeydim.”(7)

Merhum Şehid Seyyid Kutub “Keşke toprak olaydım” sözü hakkında şunları yazar:

“Bu öyle bir tabirdir ki korku ve nedametin son derecesini belirtir.

Hatta var olan insan yokluğu ister.

Ehemmiyetsiz ve değersiz bir şey haline gelmeyi göze alır.”(8)

Allah’ın verdiği akıl ve yeteneklerle dünyada hayvanlara hakim olan insan küfür sebebiyle âhirette onların altına düşmesi, “Ya leytennî küntü turabâ=Keşke toprak olaydım” demesi hazin bir neticedir. İnsanı bu hazin neticeden kurtaracak olan Asr Sûresi’ndeki Allah’ın buyruklarıdır.

Asr Sûresi

Allah, Asr suresinde şöyle buyurur:

“Asra yemin ederim ki, insan gerçekten hüsran içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr Sûresi: 103/1-3)

Sûrede kurtuluşun imana, iyi işler yapmaya, hakkı ve sabrı tavsiye etmeye bağlı olduğu bildirilmektedir

Sûre hakkında bilgi verelim.

Sûre Mekke döneminin başlangıcında inen sûrelerden biridir.

Asr: Çağ, yüzyıl demektir. Peygamber (sav)’in peygamber olarak gönderildiği, Kur’an-ı Kerim’in indirildiği asırdır. Asr-ı saadettir.

Sûre, senin içinde bulunduğun asr’a yemin ederim ki, demektir.”(9)

Asr: İkindi namazı vaktidir.

Ebu’l-leys Semerkandî hazretleri konu ile şunları yazar:

“Allahü Teâlâ ikindi vaktinin faziletinden dolayı ona yemin ediyor. Buna “orta namazı” da denilir. Onun korunması vaciptir. Onun kılınmasında zorluk vardır. Ticaretle uğraşanlar veya başka geçim yollarında çalışanların o vakitte işlerine dalma ihtimali çoktur. Bunun için Rasulü Ekrem (sav): “İkindi namazını Şer’î bir özür olmaksızın kılmaman, dünya ve içindekileri kaybetmenden daha beterdir” buyurarak bu namazın önemini belirtmiştir.”(10) Nüzûl Sebebi:

Peygamberimiz (sav), Allahın peygamberi olduğunu bildirince, müşrik ileri gelenleri, “Muhammed açık bir hüsran içinde, açık bir zarar içindedir” dediler.(11)

E. Semerkandî, “Hz. Ebubekir Müslüman olunca Mekke müşriklerinin kendisine şöyle dediğini nakleder: “Zarara girdin ey Ebubekir! Çünkü atalarının dinini terk ediyorsun.”

Hz. Ebubekir şöyle cevap verdi: Ziyankârlık hakkı kabul etmede değildir. Asıl zarar eden sizsiniz. Hiç görmeyen, işitmeyen, ihtiyaçlarınızı karşılamayan, dünyevi müsibetleri gidermeyen, uhrevi azabı önleyemeyen putlara tapıyorsunuz. Bunun üzerine Cebrail (as) bu sûreyi getirmiş oldu.”(12) Müşrikler, geçmiş peygamberlere de, inananlara aynı şeyi söylemişler; “Bu düşüncenizde devam ederseniz, itibarınızı, zenginliğinizi kaybedersiz” diye tehdit de etmişlerdi. Misal olarak Şuayb (as)’a inanmamaları için halka söylediklerini gösterebiliriz;

“Şuayb (as)’ın kavminden inkar eden ileri gelenler dediler ki (Ey ahali)! Andolsun ki eğer Şu’ayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.” (Araf Sûresi: 7/90)

Allah Şu’ayb (as)’a inanmayan kavminin akıbetini şöyle bildirir:

“Derken onları o korkunç sarsıntı yakaladı da yurtlarında yüzüstü hareketsiz çöke kaldılar.

Şu’ayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Şu’ayb’ı yalanlayanlar var ya, asıl ziyana uğrayanlar onlar oldu.” (7/91, 92)

İmam Şafii Ne Dedi?

İmam Şafii Asr Sûresi hakkında şöyle demiştir:

“Yüce Allah, eğer Asr Sûresi’nden başka bir şey indirmemiş olsaydı bu sûre insanlara yeterdi.”(13)

Mehmed Akif’in Şiiri

Merhum Mehmed Akif Asr Sûresi’ni şöyle şiirleştirir:

Hâlikın Nâ mütenahî adı var, en başı Hakk

Ne büyük şey kul için, Hakkı tutup kaldırmak;

Hani ashâb-ı kiram ayrılalım derlerken,

Mutlaka sûre-i vel-asrı okurmuş bu neden?

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrarı felah,

Başta İman-ı hakiki geliyor sonra Salah,

Sonra Hak, sonra Sebat, işte kuzum insanlık!

Dördü birleşti mi yoktur sana Hüsran Artık...

Ebu Huzeyfe (r.a), “Peygamber (sav)’in ashabından iki kişi karşılaştıkları zaman Asr Sûresi’ni okumadan ve birbirlerine selam vermeden ayrılmazlardı”(14) demiştir.

 Hüsrandan Kurtulmanın Çaresi

Asr Sûresi’nde sonsuz hüsrandan, acı ve azaptan kurtulmanın çaresi olarak dört esas bildirilir.

1- İman

Merhum Mehmed Akif Ersoy iman konusunda şöyle der:

İmandır o cevher ki, ilâhî ne büyüktür...

İmansız olan paslı yürek sînede yüktür.

Kur’an’a göre iman kökü olmayan hiçbir amel(iş), salih amel sayılmaz.

Herhangi bir amel Allah ve Rasulü’nün bildirdiği hidayete uygun işlense de iman olmaksızın salih amel sayılmaz. Onun için Kur’an-ı Kerim’de nerede salih amel söz edilmişse orada iman da zikredilmiş ve salih amel imandan sonra anılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de hiçbir yerde imansız amel zikredilmemiştir.

Aynı zamanda hiçbir yerde, iyi bile olsa imansız bir amele mükâfat ümidi verilmemiştir. Diğer taraftan faydalı ve muteber imanın, amel ile ispat edilmiş iman olduğu belirtilmiştir.

Salih amel olmadan yürütülen bir iman, davasını kendi kendine reddetmiş olur. Çünkü o insan, iman iddiasına rağmen Allah ve Rasulü’nün gösterdiği yoldan başka bir yol takip etmektedir.

İman ve salih amel ilişkisi, tohum ve ağaç ilişkisi gibidir.

Eğer toprakta tohum yoksa ağaç meydana gelmesi söz konusu olamaz. Ama eğer toprakta tohum olduğu halde ağaç meydana gelmiyorsa, onun anlamı tohumun toprakta gömülü kalmasıdır. Onun için Kur’an’da verilen müjdeler, iman etmenin yanında salih amel işleyenler için de geçerlidir.

Bu sûrede de, insanın hüsrandan kurtulması için imandan sonra salih amel işlemesi gerektiği bildirilmiştir. Diğer bir ifadeyle, salih amel olmadan sadece iman ile bir insan hüsrandan kurtulamaz.(15)

 2- Salih Amel

Salih amel: İman ettikten sonra, Allah’ın rızası, emir ve yasakları gözetilerek samimiyetle yapılan iyilikler.

Salih amel: Allah’a saygı için doğru, düzgün, sağlam ve özenle yapılmış her güzel işe salih amel denir. (zd: 1/103)

Salih iş konusunda Allah şöyle buyurur:

“Allah yolunda savaşa çıkanların maruz kalacakları susuzluk, yorgunluk, açlık gibi her tabiî zorluk, ayak basıp da kâfirleri öfkelendirecekleri her bir toprak parçası ve düşmandan başlarına gelecek her bir belâ, kendileri için mutlaka salih bir amel yazılacaktır.” (9/120)

Amel için Mevlana şöyle der:

“Yaşadığın şu zamanda senin üç yol arkadaşın vardır.

Birisi vefakârdır, sana bağlıdır. Diğer ikisi ise gaddardır, yani acımasız ve insafsızdır.

Vefasız ve gaddar olan yol arkadaşlarından biri, sana dost görünen kişidir.

Diğeri malın ve mülkündür.

Vefalı olan üçüncüsü ise ibadetin ve iyi işlerindir.

Öldüğün vakit malın seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkmaz.

Senin vefalı görünen dostun ancak mezar başına kadar gelir.

Fakat ibadetin, iyiliklerin, yaptığın iyi işler vefalıdır. Onlara sarıl ki, onlar mezarın içine kadar seninle gelirler, senden ayrılmazlar.”(16)

 3- Hakka uygun yaşamak ve birbirine hakkı tavsiye etmek

Hak kelimesi hakkında merhum Mevdûdî şunları yazar:

“Hakk kelimesi ‘batıl’ın zıddıdır. Genellikle iki manada kullanılır:

Birincisi, doğruya, adalete uygun ve gerçek sözdür.

İkincisi, insanın yerine getirmesi vacip olan haktır. O Allah’ın hakkı, insanların hakkı veya nefsinin hakkı olabilir.

Hak kelimeyi tavsiye etmenin anlamı, İnananlardan meydana gelen toplumun hakka karşı batılın yayılmasına seyirci kalmayacak kadar duyarlı olmasıdır.

Bu gibi toplumlarda ne zaman ve nerede batıl baş kaldırsa, hak kelimesini söyleyenler seslerini yükseltmelidirler.

Toplumda her fert sadece kendisi hakkı, doğruluğu ve adaleti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye etmelidir. Bir toplumu ahlaki düşüş ve çöküntüden kurtarmak ancak bu şekilde mümkün olur.

Eğer toplumda bu ruh yoksa toplum hüsrandan kurtulamaz. Şahsi olarak hak üzerinde bulunanlar, toplumun bozulmasına seyirci kalmaları sonucu hak üzere de kalamazlar, hüsrandan kurtulamazlar.(17)

Hak: Ferdî ve içtimaî hayatı koruyan temel esastır.

Hak esası ile herkes hakkına razı olacak, herkes hakkına sahip olacak İçtimai hayatta herkes bir birine hakkı tavsiye edecek, hakka uygun yaşamasının dünya ve âhiret hayatı için gerekli olduğunu bildirecektir. Hakkın dışına çıkmak, haksız işler yapmak dünyada da âhirette de insanı perişan edeceğini durmadan hatırlatacaktır.

Hakkın dışında zulüm vardır.

Sapıklık vardır.

Doğru yoldan çıkmak vardır.

Dünya hayatını, içtima düzeni ve huzuru bozmak, perişan etmek vardır.

Allah (cc) buyurur:

“Hakdan sonra da sapıklıktan başka ne olabilir?” (Yunus Sûresi: 10/32)

Hak ile sapıklık arasında bir mesafe yoktur. Haktan ayrılan hemen sapıklığa düşer.

Tevhidden ayrılan sapık inanç çukuruna düşer.

İslâmi konularda tam iman sahibi olmayan kimsenin duracağı yer küfür durağıdır.

Hak ile batıl arasında bir mesafe, tutunacağımız bir dal yoktur.

Haktan ayrılan kendiliğinden sapıklığa düşer.

Allah’tan başka ilah yoktur.

İslâm inancından başka bütün inançlar batıldır, sapıklıktır.

Hakka tecavüz eden hakkı çiğnemiş olur.

 4- Sabırlı olmak ve birbirine sabrı telkin etmek.

Sabır: Ferdî ve sosyal hayatta temel hak ve hürriyetlerin korunması için Müslümanların birbirlerine hakkı tavsiye etmelerinin yanında sabrı da tavsiye etmeleri emrediliyor.

Gerek yaptığımız işlerde başarıya ulaşmamız, gerekse karşılaştığımız zorluklar, dert ve belaların üstesinden gelmek için sabırlı olmamız ve sabırlı olmayı durmadan tavsiye etmemiz lazımdır.

Sabırsız insanlardan başarı beklememiz mümkün olmadığı gibi, zararları ve huzursuzlukları ile karşılaşmamız da kaçınılmazdır. Bunun için Allah bu Sure-i Celile’de hem Hakka uygun yaşamamızı, sabırlı olmamızı, hem de hakkı ve sabrı tavsiye etmemizi emretmektedir.

Geçmiş milletlerden helak olanlar, bu dört esasa riayet etmediklerinden dolayı hüsrana uğramışlar ve helak olmuşlardır.

Asıl hüsran, İnsanın Rabbına ibadetten mahrum olmasıdır.

Allah insanları ve cinleri kendisine ibadet için yaratmıştır.

Bu mahrumiyet hüsranların en büyüklerindendir.

“İnsanın en kıymetli sermayesi ömrüdür. Ömür ise her an zayi olmaktadır. Bu ömür günahla geçirilmiş ise bu şüphesiz bir hüsrandır. Bu ömür bir mübahla geçirilmiş ise, bir sevap ve faydalı bir şey bırakmadığından bu da bir hüsrandır. Ömür ihlâsa ve bilgiye dayalı ibadetlerle ve faydalı işlerle geçirilmiş ise değerlendirilmiş ve boş yere geçmemiş olur.

Hüsrandan kurtulmanın şartı ihlâsla ve bilgi ile yapılan ibadetlerdir ve faydalı işlerdir.(18)

 Buz Satan

Buz satan birisi pazarda şöyle bağırır:

“Sermayesi eriyen bir şahsa merhamet edin.”

İmam Razi buz satanın sesini duyunca “Bu söz Asr Sûresinin anlamıdır” der.

Sözüne şöyle devam eder:

İnsana verilen ömür bir buz gibi hızla erimektedir.

Eğer ömrü ziyan eder veya yanlış yere harcarsa insanın hüsranına sebep olur.

Onun için geçen zamana yemin edilmesinin anlamı, hızla geçen zamanın söz konusu dört özellikten yoksun insanın dünyada ne işle meşgul olursa olsun hayatını harcadığına ve hüsranda olduğuna şehadet etmesidir.

Kârlı çıkanlar ancak bu dört özelliği taşıyanlar ve bu dünyada ona göre davrananlar olacaktır.

Sınav salonunda kendisine belli bir süre tanınan öğrencinin, o süre içinde sorulara cevap vermek yerine başka işlerle uğraşması dolayısı ile, öğrenciye yakınındaki saate işaret edilerek geçen zamanın zararına olduğu ve hüsrana uğrayacağı belirtilir.

Kârlı çıkan öğrenciler ise, kendilerine tanınan zamanın her anını soruları cevaplamak için kullananlardır.

 İnsanın Mutlu ve Bedbaht Olması

Asır Sûresi’nde bildirilen dört esasa sahip olmayanlar ziyan ve kayıptadır.

Bu dört esas; iman, iyi amel, hakkı tavsiye ve sabrı tavsiyedir.

Bu dört şey, faziletin esasları ve dinin esasıdır.

Bu dört esasa uygun yaşayanlar kurtuluşa erenlerdir. Çünkü değerli olana karşılık değersizi satmışlar, geçici arzular yerine kalıcı iyi ameller işlemişler. Birbirine imanı, ibadeti, bütün hayırları tavsiye etmişlerdir. Sıkıntı, musibet, ibadet etme ve haramları terk etme hususunda birbirlerine sabrı tavsiye etmişlerdir.

Allah, bu dört şey iman, iyi amel hakkı tavsiye ve sabrı tavsiyedir. Çünkü insanın kurtuluş ancak onun, iman ve iyi amelle kendisini, öğüt ve bilgilendirmekle de başkalarını hak yolunun yolcusu yapmakla olur. Bu vazifeyi yapan mümin Allah hakkını, hem de kul hakkını yerine getirmiş olur.(19)

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1)   Kur’an Yolu: 3/425, Diyanet Yayını, 2007, Ank. Mehmed Vehbi, Hülâsat’ül Beyan: 7/2971, Üç Dal Yayını, 1968, İst.

(2)   Mevdudî, Tefhimu’l Kur’an: 3/46, Yeni Şafak Yayını, 1996, İst.

(3)   Seyyid Kutub, Fî Zılâl-il Kur’an: 9/223, Hikmet Yayını, 1977, İst.

(4)   Hadislerle İslâm, Serlevha Hadisler, Sh: 17, Diyanet Yayını, Ank.

(5)   İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi 2/44, İfav Yayını, 1997, İst.

(6)   Bakınız: Tahsin Emiroğlu, Esbâb-ı Nüzûl, 14/177, Konya

(7)   Tefhimu’l Kur’an, 7/19, Zeki Duman, Beyânu’l Hak, 2/430, Fecr Yayını, 2006, Ank. M. Ali Sabunî, Safvetü’t- Tefâsîr, : 7/194, Yen Şafak Yayını, 1995, İst. M. Hamdi Yazır, 8/505, Bakınız, 7/14

8  Fî Zılâl-il Kur’an: 15/474

(9)   Beyânu’l Hak, 1/102), Esbâb-ı Nüzûl: 14/171

(10)   Ebu’l-Leys Semerkandî, Tefsirû’l Kur’an. 6/469, Esbâb-ı Nüzûl, 14/170

(11)   Esbâb-ı Nüzûl: 14/172

(12)   Tefsirû’l Kur’an: 6/469

(13)   Beyhakî, Şuabü’l- İman, No: 4676

(14)   Tefsirû’l Kur’an: 6/470, Saffet Sûresi: 3/ 419

(15)   Tefhimu’l Kur’an: 7/227

(16)   Şaban Karaköse, Mevlana’dan Düşündüren Sözler, 56, Yakamoz, 2007, İst.

(17)   Tefhimu’l Kur’an: /228), Beyânu’l Hak: 1/103)

(18)   Tefhimu’l Kur’an: 7/224, Zariyat: 51/56, Esbâb-ı Nüzûl: 14/173, 174

(19)   Tefhimu’l Kur’an: , 7/225, Safvetü’t- Tefâsîr: 3/417-419

N. Mehmet  Solmaz

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]