İmanın Sosyal Boyutu
Öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki, etrafımızdaki her şey âdeta nefsimizin heva, heves, istek ve arzularına göre dizayn ediliyor. Kur’an-ı Kerim’e göre yaratılış gayelerimizden biri yeryüzünü imar etmek, diğeri de ibadet ve kulluk görevlerimizi yerine getirmektir. Dünya hayatı, bu asıl gayeden saptırıldığında Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle oyun, eğlence ve lehviyyattan ibarettir. Ne yazık ki bugün bu gaye göz ardı edilerek dünya hayatı sürekli daha cazip ve çekici hâle getiriliyor. İştahlar kabartılıyor, şehvetler kamçılanıyor, çıkar ve menfaat her türlü maslahatın önüne geçiyor. İnsanlar gittikçe dünyevileşiyor. Dinî ve manevi değerlerden uzaklaşıyor. Günlük hayatın debdebesi arasında kendisini, yaratılış gayesini, inancını, ölümü ve ahiret hayatını unutuyor. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya hayatını sadece madde planında kurtarmak için çabalıyor.
Diğer taraftan inançtan ahlaka, fikirden eyleme, düşünceden ideolojiye kadar birçok ifsat hareketinin, bırakın fertleri ve toplumları, tabiatın ekolojik dengesini sarsacak kadar yaygınlaştığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bugün insanlık, inanç değerlerini yok saymanın neticesinde fıtrata yabancılaşma, fıtratı tahrip etme, çevreyi hoyratça kullanma, bazı sapıklık ve sapkınlıklara meşruiyet kazandırma gibi insanlığın ve diğer varlıkların geleceğini tehlikeye atan pek çok problemle karşı karşıyadır.
Günümüzde Müslümanlar açısından en önde gelen inanç sorunu ise iman-amel bütünlüğünün göz ardı edilmesidir. Oysa Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gelen vahiyde iman, amel ve ahlak bir bütün olarak değerlendirilmiştir. İslam’da halis iman ve sahih bilgi kadar önemli olan bir husus da salih amel olduğu içindir ki Kur’an-ı Kerim, yüzü aşkın yerde salih ameli, imanla birlikte zikretmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadisinde imanın formülü olan kelime-i tevhit ile yolda insanlara eziyet veren bir şeyi kaldırıp atmayı birleştirmiş, her ikisini ve bu ikisi arasında yer alan her anlamlı ve insanlığın yararına olan davranışı da imanın tarifi içinde zikretmiştir. Aynı şekilde Cibril hadisinde geçen iman, İslam ve ihsan kavramları, aslında üç ayrı halka değil, en içte imanın, sonrasında İslam’ın, sonrasında da ihsanın yer aldığı iç içe geçmiş halkalardır. Dolayısıyla iman, bütün yönleriyle bir topluma yerleşmedikçe, yaşanan bir hayata dönüşmedikçe, teorik olarak sadece Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete, kaza ve kadere inanmaktan ibaret kaldıkça, dil ile kalp arasında biten bir akit olarak görülüp vicdanlara mahkûm olduğu sürece, böyle bir imanın, insanlara ve topluma kazandıracağı fazla bir şey yoktur. Gerçekte mümin teorik imanını pratik imanla gösterebilen kimsedir. Şurası iyi bilinmelidir ki Hz. Peygamberin (s.a.s.) bize öğrettiği iman ilkeleri, sosyal hayata yansımak, mümini eyleme ve salih amel işlemeye sevk etmek için vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hadislerinde tevhit, sadece Allah’ın varlığına ve birliğine iman değildir. Tevhidin, aklın ve kalbin birliği, ruhun ve bedenin birliği, ferdin ve toplumun birliği gibi bireysel ve toplumsal boyutları ve yansımaları vardır. Onun sünnetinde iman, en çok Allah’ı ve Rasulü’nü sevmektir. Sevdiğini Allah için sevmektir. Kendisi için istediğini mümin kardeşi için de isteyebilmektir. Komşusu açken tok yatmamaktır. Niyet, düşünce ve davranışlarda dosdoğru olmaktır. Güvenilir insan olmaktır. İyiliğe sevinmek, kötülüğe üzülmektir. Güzel sözdür, insanlara yedirmektir. Hoşgörüdür, sabırdır. İnsanı dünya hayatında mesut yaşatacak bir ahlaktır. Allah’ın haram kıldıklarından vazgeçirecek bir takvadır. Cahillerin cehaletinden uzak tutacak bir hilmdir. Ölümü çokça hatırlamak ve ölümden sonrası için hazırlanmaktır.
Bu nedenlerle bugün insanımıza, çocuklarımıza, gençlerimize imanın teorik anlamından ziyade pratik değerini öğretmek ve pratik imanı tüm eğitim süreçlerine dâhil etmek durumundayız. Çünkü sadece inandım demenin, imanın göstergesi olarak yeterli olmadığını yine Kur’an-ı Kerim bizlere bildiriyor: “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannediyorlar? Andolsun biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik.” (Ankebut, 29/2-3.) İmanın yüzlerce göstergesi, sosyal boyut ya da pratik iman denilen alanlardadır. İman, sosyal boyutunu kaybettiği zaman Müslümanlar toplumsal dinamiklerini kaybetmeye, dolayısıyla da çökmeye başlar. Günümüzde iman algısı, sosyal hayat boyutundan yoksun kalmakta ve vicdanlara mahkûm edilmektedir. O zaman da İslam’ın birey ve toplum üzerindeki ahlaki, sosyal ve kültürel yansımasının önü baştan kesilmiş olmaktadır.
Netice itibarıyla iman, bir bütün olarak Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ederek yaşamak ve onun kendisiyle, insanlarla ve tabiatla ilişkilerini düzenleyen bütün emir ve yasaklarına uymaktır. İman, tevhit gibi tam mücerret bir gerçekten ahiret hayatı gibi tecrübe edilemez bir âleme kadar uzanan gönle ait bir kabul ve yöneliştir. İman, sadece dil ile kalp arasında biten bir akit değil, bütün bir varlığı yorumlayan temel bir disiplindir. Bu disiplinin mihveri Allah inancıdır. Allah inancı ile başlayıp ahiret inancı ile tamamlanan “amentü” dünyasında insanın varlığı anlam kazanır. İnsan yaratılışın, yaşayışın ve ölümün anlamını ancak imanla bulur. İman, her ne kadar dil ile ikrar kalp ile tasdik diye tarif edilse de onun en büyük göstergesi ameldir yani davranışlardır. Zira insan, ahirette defter-i akvale göre değil defter-i amale göre hesaba çekilecektir.