* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İman  (Okunma sayısı 1411 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İman
« : Ocak 29, 2015, 08:40:28 ÖS »
İman
 
"Asra yemin olsun ki, insan ziyan içindedir. Ancak iman edip, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (onlar, ziyandan/hüsrandan kur­tulmuşlardır.)" [1]

Bunalım çağı, stres çağı derken insanlık âleminin toptan zarara doğru koşarcasına gitmekte olan as­rımızda, kurtuluşun tek çaresi: Gerçek iman, salih amel, iyiliği emr, kötülükten alıkoyacak bir otorite oluşturma ve Allah yolunda cihad etmektir. Hakla tavsiye, İslâm'ı tüm gerçeğiyle yaşamak, taviz ver­memek ve insanlara anlatmaktır. Sabrı tavsiye ise, Allah yolunda cihad ederken, yoldaki engelleri kal­dırma çabası ve bu çalışma sırasında direnmek fa­aliyetidir.

İman, (e.m.n) kökünden ifâl ölçüsünde bir mas­tardır. Lugatta, bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, söylediğini kabul etmek, gönül huzuru ile be­nimsemek, karşısındakine güven vermek, şüpheye yer vermeyecek şekilde kesin olarak içten ve yü­rekten inanmak demektir. [2]

Lugatta bu manaya gelen iman, ıstılahta işe, Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat âlimlerince şöyle tarif edil­miştir:

"Hazreti Peygamber Aleyhisselâm'm Allah Teâlâ'dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde (zarurat-ı diniye'de) O'nu tasdik etmek, O'nun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip, bunların ger­çek ve doğru olduğuna gönülden inanmaktır.[3]

İslâm'a giriş, kelime-i tevhidin mana ve mahiyeti bilinerek kalb ile tastik, dil ile ikrar etmekle ger­çekleşir. Yani, "Eşhedu enla ilahe illallah ve Eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Rasulühü" cüm­lesine inanmak ve söylemek, imanın rüknüdür. İman da, ancak amel etmekle kuvvetlenir ve ol­gunlaşır. Amel, iman etmenin pratikteki gö­rüntüsüdür.

"La ilahe illallah", Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah'tan başka hiç. bir ilâh kabul et-, miyorum. Batıla sapan, müşrik ve kâfir insanların yanlarından çıkardıkları tüm yalancı, vydurma put­ları, tağutları ve ilâhları red ediyorum. Tağutların hangi isimle isimlendirirlerse isimlendirsinler, her türlü ideolojilerini, felsefelerini, siyasî, ekonomik, hukukî ve sosyal düzenlerini red ve inkâr ediyorum, demektir.

Yönetim yani hakimiyet hakkı yalnız ve yalnız Allah'ındır. Allah'tan gayrı bütün hüküm ko­yucuları, kulları kendilerine kul edip, neva ve he­veslerinden kaynaklanan kanunlarla yönetenleri,. böylelikle Allah'ı inkâr etmiş ve Allah'a isyan etmiş olanları red ediyorum.

Egemenlik konusunda yalnız Allah'ı ve O'nun hü­kümlerini kabul ediyorum.

Ekonomi konusunda yalnız Allah'ı ve O'nun hü­kümlerini kabul ediyorum;

Sosyal meselelerde yalnız Allah'ı ve O'nun hü­kümlerini kabul ediyorum.

Hukuk konusunda yalnız Allah'ı ve O'nun hü­kümlerini kabul ediyorum.

Hayatın tüm birimlerinde yalnız Allah'ı ve O'nun hükümlerini kabul ediyorum.

"La ilahe" bir; kesin reddiyedir, "İllallah" ise bir; kesin kabul etmektir.

"La ilahe", bütün şeytanları, tağutları ve onların şeytanî, tağutî düzenlerini her şeyiyle red etmek, "İl­lallah" ise, yalnız ve yalnız Allah'ın nizamını kabul  etmektir. Allah'ı Rabb, ilâh ve hakim, Rasulullah Aleyhisselâm'ı önder ve örnek bilip, itaat etmektir.

"La ilahe illallah", tek başına iman etmeye yet­mez. Sadece "La ilahe illallah" demekle iman edil­miş sayılmaz. Mutlaka "Muhammedu'r-Rasulullah" demek şarttır. Yani "Allah'tan başka ilâh yoktur" deyip, Rasulullah Aleyhisselâm'ın risaletini ve nü­büvvetini kabul etmeyenler Mümin ve Müslim ola­mazlar. Dolayısıyla kelime-i tevhid, "Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Aleyhisselâm O'nun Ra-sulü'dür" demektir. Çünkü Allah'a itaat farz kı­lındığı gibi, Rasulullah Aleyhisselâm'a da itaat farz kılınmıştır. Kim Rasulullah Aleyhisselâm'a itaat et­mezse, Allah'a itaatsizlik etmiş, yani Allah'a karşı isyan durumuna düşmüş olur.

Şimdi iman konusunda Kitap ve Sünnetteki de­lillere bakalım.

Rabbimiz Allah buyuruyor:

"Allah dedi ki: İki ilâh edinmeyin, O, ancak tek bir ilâhtır. Öyleyse benden, yalnızca benden korkun. Göklerde ve yerde ne varsa Onundur.

İtaat/kulluk da (din de) sürekli olarak O'nundur. Böyleyken Allah'tan başkasından mı korkup sa­kınıyorsunuz?[4]

Rabbimiz Allah Celle Celalühü, iman etmek ve imanın gereği olan salih amel işlemek hususunda yalnızca kendisine itaat edilmesini emrediyor. İtaat noktasında bazı konularda Allah'a, bazı konularda tağutî güçlere itaat etmenin iki ilâh edinmek ve bunun da Allah'a ortak' koşmak olduğunu, do­layısıyla bu şekilde davrananların İslâm dininden çıktıklarını yine Rabbimiz Allah beyan bu­yuruyorlar:

"Şüphesiz kendilerine hidayet açıkça belli ol­duktan sonra gerisin geri (küfre) irtidad eden (dönen)leri şeytan kışkırtmış ve uzun emellere kap­tırmıştır. İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ın indirdiğini çirkin karşılayanlara dediler ki; "Size bazı işlerde itaat edeceğiz." Oysa Allah, onların sak­lamakta olduklarını (sır olarak konuştuklarım) bi­liyor. Öyleyse melekler, onların yüzlerine ve ar­kalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? İşte böyle, çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri, çirkin karşıladılar, bundan dolayı (Allah), onların amellerini boşa çıkardı.[5]

Demek ki, Allah'ın dinini tamamen veya kısmen hoş görmeyenler, kabul etmeyenler, karşı çıkanlar, 'zamanımıza hitab etmiyor ve çağımıza uymuyor, çok gerilerdedir' deyip red edenlere Müslümanlar, 'hayatî bazı meselelerde isteyerek size uyacağız1 der­lerse, bu sözler kendilerini İslâm dairesinin dışına çıkarıyor. Hele hele bir de söylediklerini pratikte ya­şarlarsa bu, tam bir irtidad olur. Dolayısıyla an­laşılıyor ki, Müminler kâfirlerle İslâm'dan taviz ver­mek suretiyle hiç bir anlaşma yapamazlar. Kâfirlere küfür üzere hiç bir zaman uyum sağlayamazlar.

Bütün anlaşmalar ve savaşların ölçüsü İslâm ol­malıdır. İslâm'ın prensiplerine göre kâfirlerle an­laşma yapılır ve ya savaşılır. Kâfirlere uyma, itaat etme ve İslâm'dan taviz verme hususunda Müs­lümanlara verilmiş bir yetki yoktur.   

"Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Rasulü'ne iman ettiler, sonra hiç bir şüp­heye düşmeden Allah yolunda mallarıyla ve can­larıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olan­ların ta kendileridir.[6]

Mü'minler, Allah'a ve Rasulullah Aleyhisselâm'a kendilerinden hiç bir katkıda bulunmadan nasıl iman edilmesi gerekiyorsa öylece iman ettiler. Ger­çekten iman etmiş olduklarını da yaşayarak ortaya koydular. Rabbimiz Allah, onların imanına ve salih amellerine şahid olduğu gibi, insanlar da şahid ol­dular.

Önderimiz ve örneğimiz Rasulullah Aleyhîsselâm buyurdular:

"Sizden herhangi birinin gönlü, benim getirdiğim dine tamamen tabi oluncaya kadar hakkıyla iman etmiş olamaz. [7]

Hakkıyla iman etmenin yegane şartı, Rasulullah Aleyhisselâm vasıtasıyla bizlere ulaşan hayat ni­zamı olan İslâm'a tabi olmaktır. Bütün isteklerin, İslâm'a tabi olması lazımdır.

İsteklerin ve heveslerin İslâm'a uymadığı ve ya İslâm'ın hayat nizamı devlet düzeni olarak kabul edilmediği vakit, Onun zıttı olan tağutun kabulü, hevaü hevesin ilâhlaştınldığı görülür.

"Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık ve tutkulara (nevaya) uyma, sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yo­lundan sapanların, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır.[8]

Hazreti Davud Aleyhisselâm, yeryüzünde bir ha­life kılındığı gibi, bütün gerçek Mü'minler, Mut-takiler ve Müstez'af Muvahhidler de yeryüzünün ha­lifeleri[9] ve varisleri kılınmışlardır. [10] Sünnetuîlah'm hikmeti ve gereği budur.

Bu ilâhî veraset ve hilafetin şartı da: Her şeyiyle Allah'a ve O'nun dinine teslim olup Rasulü'nün izin­den gitmektir. Ancak Mü'minler bu hilafete layıktır ye bu mukaddes mirasın sahibi olabilirler. Eğer İslâm'dan sapılıp hayatî meselelerde İslâm'ın zıttına heva ve hevese uyulacak olursa, ne yeryüzünün hi­lafetine yükselinebilinir, ne de yeryüzünün varisleri olunabilinir. Böyle nevasını ilâh edinenlerin hakkı zillet içinde ve tağutların esareti altında ya­şamaktır.

İşte bir başka ilâhî düstur:

"Kim Rabbinin azametinden korkup nefsini, he­veslerin sevkettiği kötülükten alıkoymuşsa, va­racağı yer elbette Cennettir." [11]

Kim de Rabbimiz Allah'a tabi olmaz, O'nun emir­lerine itaat etmez, Rasulullah Aleyhisselâm'm sün­netini yaşamaz da, heva ve hevesine tabi olursa elbette ki, tamamen zarar etmiş, çok alçak ve zelil bir duruma düşmüştür:

"Kendi istek ve tutkularını (hevasım) ilâh edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklım kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gi­bidirler, hayır, onlar yol bakımından daha da şaşkın (ve aşağı)dırlar.[12]

Ve Rabbimiz Allah Celle Celallühu, kendisine hiç bir şeyi ortak kılmadan iman etmemizi emrediyor. Şeytanın, tağutun ve nefs-i emmarenin isteklerinin, kanunlarının ve düzenlerinin tamamen red edil­mesi, Rabbimiz Allah'ın emridir. Eğer şeytanın, ta­ğutun ve nefs-i emmarenin arzularına, düzenlerine, ideoloji ve felsefelerine tabi olunur, hayat da onların kanunlarına uydurulacak olunursa iman iddiası boş olur.

"Ey Ademoğulları, ben size and vermedim mi ki, şeytana kulluk etmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin, doğru olan yol budur. [13]

"Sana indirilene ve senden önce indirilene ger­çekten inandıklarını öne sürenleri (boşuna iddia edenleri) görmedin mi? Bunlar tağutun önünde mu­hakeme olmayı istemektedirlerl. Oysa onlar, onu (tağutu) reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister. [14]

"Buna rağmen sana icabet etmeyecek olurlarsa, artık bil ki, onlar, gerçekten kendi heva (istek ve tutku)larına uymaktadırlarl. Oysa Allah'tan bir kı­lavuz (doğru .yol gösterici) olmaksızın, kendi istek ve tutkularına (nevalarına) uyandan daha sapık kim­dir? Hiç şüphe yok ki, Allah, zulmetmekte olan bir kavime hidayet vermez.[15]

Bu ayet-i kerimelere dikkat edilecek olursa bu­günkü islâm Dünyası'nın durumu apaçık ortaya çıkar. İslâm Dünyası işgal altındadır. Şeytanın ta­raftarları olan tağutlar, hevaü heveslerini ilâh edin­miş ve yanlarından çıkardıkları hükümlerle, ha­kimiyetlerini ele aldıkları insanları yönetip, yönlendiriyorlar. Bu müstekbir müşriklere itaat edi­lemeyeceği gibi, onlara karşı cihad etmek ve sa­vaşmak farz-ı ayndır.

"Ey iman edenler, hepiniz İslâm'a topyekün ve tam olarak giriniz, şeytanın adımlarını izlemeyiniz. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. [16] diye bu­yuran Rabbimiz Allah Celle Celalühu kime ve nasıl itaat edeceğimizi şöyle beyan buyurmuştur:

"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasulu ne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve Rasulü'ne döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. [17]

Müslümanlar, gerek fert planında, gerek devlet planında, gerekse toplum planında olsun mutlaka Allah'a, Rasulullah'a ve Mü'min/muttaki olan emir sahiplerine itaat etmek zorundadırlar.

Ayetteki hitaba dikkat edilecek olursa Rabbimiz Allah, "ey iman edenler" diye buyuruyor. Ey ger­çekten Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına, Pey­gamberlerine,   Ahiret   gününe,   Hayır   ve   Şerrin Allah'tan olduğuna yani Kadere hiç bir şüphe duy­madan iman edenler. Alemlerin Rabbi olan Allah'ı yegane Rabb, İlâh ve Melik yani mutlak hakim, hüküm koyucu, Rasulullah Aleyhisselâmı mutlak önder, lider ve örnek, Kur'an-ı Kerim'i yegane yasa ve İslâm'ı da hayat nizamı olarak kabul edenler, sizin itaat merciniz sadece şunlardır:

Allah ve Rasulü ile sizin gibi gerçek Mü'min olan emir sahipleri. Emir sahipleri Allah ve Rasulü'nün emriyle emrettikçe onlara tabi olunmalıdır. Yoksa size, kötülüğü ve Allah ile Rasulü'ne karşı isyanı emrediyorlarsa onlara tabi olunmamah ve onlara karşı konulmalıdır. Çünkü emirlerine tabi olunacak devlet adamları, komutanlar, başkanlar, bakanlar, müdürler ve şeflerin Mü'min, Muttaki, Muvahhid ve Muhsin  olması  lazımdır.  Allah ve  Rasulü Aley-hisselâm böyle buyurmuşlardır. Ayetteki "minküm" yani 'sizden, sizin gibi iman edip, salih amel işleyen emir    sahiplerine    itaat    edin'    kaydı    önemlidir. Mü'minlerden   ve   muttakilerden   olmayan,   ayrıca bâtılı,  şirki,  küfrü ve Allah'a isyan  etmeyi em­redenlerin  emri  kesinlikle  dinlenmemeli  ve itaat edilmemelidir.   Çünkü   onlar,   Allah'ı,   Rasulullah Aleyhisselâm'ı, İslâm'ı reddetmiş ve küfre/şirke sapmışlardır. Veyahut İslâm'dan başka bir devlet ve ce­miyet nizamı kabul etmekle irtidad etmişlerdir.

Rabbimiz Allah Celle Celalühu, Müminlere, ta-ğutları ve tağutî sistemleri kesinlikle reddetmelerini emretmiştir. Ne Hristiyan ve Yahudi gibi gayr-ı müslim ehli Kitab'a ne de tüm hayatî kurallan ve kanunları kendi kafalarından ortaya koyan beşerî ideolojilere tabi olanlara tabi olmak kesinlikle ya­saklanmıştır.

İşte ayet-i kerimeler:

"Ey iman edenler, eğer kendilerine Kitap ve­rilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olur­sanız sizi imanınızdan sonra tekrar küfre dön­dürürler.[18]

"Ey iman edenler, eğer küfre sapanlara itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin geri (küfre) çevirirler. Böylece büyük hüsrana uğ­rayanlara dönersiniz. Hayır, sizin Mevlâ'nız Allah'tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır. [19]

"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir Milletin, ba­baları, oğulları, kardeşleri yahud akrabaları da olsa; Allah'a ve Rasulü'ne düşman olanlarla dostluk et­tiğini göremezsin. [20]

Bu ayette Rabbimiz Allah, en yalan akrabaları bile olsa Mü'minler tarafından, kâfirlere yani Allah ve Rasulü Aleyhisselâm'a isyan edenlere, İslâm ni­zamını devlet ve cemiyet nizamı olarak kabul et­meyenlere karşı bir meylin, bir sevginin ve bir yar­dımın olamayacağını beyan buyurduktan sonra, kâfir, müşrik, münafik ve mürted tağutlardan ta­mamen ilişkisini kesip onlara karşı cihad eden Mü'minleri şöyle övüyor:

"İşte onların kalbine Allah iman yazmış ve ka­tından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları, iç­lerinden ırmaklar akan Cennetlre sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah'tan yana olanlardır. İyi bilin ki, Allah'tan yana olanlar, şüphesiz kurtuluşa erenlerdir"

Önderimiz, liderimiz ve yegane örneğimiz [21] Rasulullah Aleyhisselâm şöyle buyurur:

"(Müslüman) Devlet amirlerinin, sevdiği yahud sevmediği hususlardaki emirlerini dinlemek ve ma'siyetle emrolunmadıkça itaat ve icabet etmek Müslim kişi üzerine vacib bir haktır. Ma'siyetle em-rolunduğu zaman da onları dinlemek ve boyun eğmek yoktur.[22]

"Çünkü amire itaat, ancak makul ve meşru olan emirler hakkındadır. [23]

Makul ve meşru, şeriata yani İslâm'a yani Kitap ve Sünnet'e uygun olan demektir. Allah'a ve Ra-sulullah Aleyhisselâm'a isyan etmek için verilen emir, kimin tarfindan verilirse verilsin, o emir ve o emri veren red edilmeli, kesinlikle itaat edil­memelidir. Böyle gayr-ı İslâmî emirlere ve amirlere karşı koymak, onun bu zulmünü eliyle, diliyle gi­dermek, en azından kalbiyle buğz etmek Müs­lümanların baş vazifelerindendir. [24]

Yine Rasulullah Aleyhisselâm buyurdu:

"Allah'a isyan hususunda (hiç kimseye) itaat yok­tur. İtaat ancak meşru (olan )dadır. [25]

Herhangi bir Müslüman, zalim, fasık, kâfir, müş­rik, mürted, mülhid veya zamanımızın deyimiyle ko­münist, sosyalist, faşist, ateist, ataist laik ve demokrat bir amirinin Allah'a ve Rasulullah Aleyhisselâm'a isyan hususundaki hiç bir emrini dinleyemez ve itaat edemez. Dünya menfaati için böyle bir emri dinler ve itaat edecek olursa hiç bir zaman mesuliyetten kurtulamaz. [26]

Hal böyleyken İslâm topraklarında, halkı Müs­lüman olan ülkelerde egemen tağutî güçlere nasıl olur ki nza gösterilir, malıyla, canıyla iradesiyle des­tek olunur. Nasıl olur ki, bu tağutların zulümlerine, isyanlarına karşı konulmaz ve onlara karşı el ile, dil ile mücadele edilmez, kalb ile buğz edilmez. Aksine bu müstekbir tağutlara, bu şeytanın yandaşlarına, bu emperyalizmin uşaklarına dua edilir, mal ile can ile desteklenir!,... Bu ne gaflettir, bu ne şaşkınlıktır ve bu ne cehalettir. Bu nasıl bir durumdur ki, her hali hüsran ve sonucu batıla, küfre sapıp ebedî Ce­hennemlik olmaktır...

En zayıf imanın belirtisi, İslâm topraklarındaki müstekbir şeytanîlere karşı kalben buğzetmek, on­lara kin ve nefret duymaktır. Bu imanın en zayıf noktasıdır. Ya bir de iman iddiasında olanlar, bu ta­ğutlara dua edip, onlara destek oluyorlarsa, artık iman kalır mı?..

İmanın olgunu, kuvvetlisi, tağutlara, işgalci müs-tekbirlere karşı kişiyi harekete getiren, onlara karşı koyma mücadelesinde eliyle diliyle, cam ve malı ile cihad ettiren imandır, işte Mü'mini cihad mey­danına koşturan, kâfirlerle/müşriklerle yapılan sa­vaşlarda coşturan iman, böyle kamil bir imandır.

Evet, iman Allah'a ve Rasuiü'nedir. İtaat Allah'­adır, yani Kur'an-ı Kerim'e uymaktadır. İtaat Rasu­lullah Aleyhisselâm'adır, yani kalî, fiilî ve takriri Sünnet-i Seniyye'nin bütününe uymaktır. İtaat Mümin, rnüttakî ve adil emir sahiplerinin Allah ve Rasulu ne uymak hususunda verdikleri emirleredir.

Rasulullah Aleyhisselâm buyurdu:

"Her kim bana itaat ederse, Allah'a itaat etmiştir. Her kim bana isyan ederse, Allah'a isyan etmiştir. Her kim benim emirime itaat ederse, bana itaat et­miştir. Her kim de benim emirime isyan ederse bana isyan etmiştir.[27]

Allah ve Rasulü Aleyhisselâm'a itaat edip, em­rinin altındaki bulunanları Kitap ve Sünnet'le yö­neten imama itaat vacibtir. Çünkü bu itaat Allah'a ve Rasul'ünedir. Bu İmamın İslamî ölçülerde ver­diği emirlere isyan etmek, Alîah ve Rasuİü'ne isyan etmek demektir.

Rabbimiz Allah Celle Celallühu, Allah ve Ra­sulullah Aleyhisselâm'a, her halükârda itaat eden Mü'min kullarının vasfını şöyle beyan bu­yurmaktadır:

"Kim, Allah va Rasuİü'ne itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği Peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salihlerie beraberdir. Ne iyi ar­kadaştır onlar. Bu fazl (bol ihsan) Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter. [28]

Ve yine buyurdu Rabbimiz Allah:

"Şu halde bil, gerçek şu kiy, Allah'tan başka ilâh yoktur. [29]

Kendinden' başka yaratıcı Rabb, İlâh ve Melik ol­mayan Allah Celle Celalühu, Rasulullah Aleyhisse­lâm'a itaat etmek hususunda şöyle buyurur:

"Biz Peygamberlerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik....... Hayır öyle değil, Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde hiç bir sı­kıntı bulunmaksızın, tam bir teslimiyetle teslim ol­madıkça, iman etmiş olmazlar.[30]

"Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, Mü'min olan bir erkek ve Mü'min olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah ve Rasulü'ne isyan ederse artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır. [31]

"Peygamberin çağrısını, kendi aranızda bir kıs­mınızın bir kısmını çağırması gibi saymayın. Allah, sizden bir diğerinizi siper ederek kaçanları ger­çekten bilir. Böylece Onun emrine aykırı dav­rananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya onlara acıklı bir azabın çarpmasından sa­kınsınlar. [32]

"De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. De ki: Allah'a ye Rasulü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez. [33]

Müstez'af Müminler ve Mücahidler, Allah'a, Ra­sulullah Aleyhisselâm'a ve kendilerinden olan 'Ulu'l-Emr'e itaat noktasında hassas olmalıdırlar. Daru'l-İslâm'da, halifeli 'toplumda, İslâm Devletinin İmamına bey'at etmek ve meşru' emirlerine itaat etmek erkek olsun, kadın olsun her Müslümana farzdır. Rasulullah Aleyhisselâm buyurdu:

"Her kim İmama (Ulu'lrEmr'e) itaatten bir_ el kadar ayrıhrsa, kıyamet gününde Allahü Teâlâ'ya ameli hususunda, lehinde hiç bir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynunda bey at olmadığı halde ölürse, cahiliye ölümü ile Ölür.[34]

İmamet konusu, Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat aki­desinde yer alan konulardandır. Yani farzdır. Farziyetini inkâr kulundur.

Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat akaid ulemasından İmam Ebu'l-Mu'în en-Nesefî, akaid risalesinde şöyle buyrur:

"Üzerimizden, İslâm devlet başkanı olan İmamı görmeden bir günün geçmesi caiz değildir. İmam, devlet başkanı olan Halife'dir. İmametin hak ol­duğunu kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dinî hükümlerden bîr kısmının caiz olması, imamın var­lığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazları ve yetimleri evlendirmek gibi... İmamı inkâr eden kimse farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur. [35]

Yine akaid ulemamızdan İmam Ömer Nesefî, ise akaid risalesinde şunları kaydeder:

"Müslümanlar için bir imama (siyasî lidere) mut­lak surette ihtiyaç vardır. Müslüman halkla ilgili dini hükümlerin infazı, cezaların tatbiki, düş­manlara karşı ülke sınırlarının korunması, Müs­lümanlardan ordu teşkil edilmesi, sadakaların, yani vergilerin toplanması, zorbaların, soyguncuların ve eşkiyanın zabtu rabt altana alınarak kahredilmesi, Cuma ve bayram namazların ifa edilmesi, insanlar arasında ortaya çıkan ihtilafların ortadan kaldırılması, hukuk üzerine kâim olan şahidliklerin ka­bulü, velileri bulunmayan küçük yaştaki oğlan ve kızların evlendirilmeleri ve ganimet mallarının tak­sim edilmesi gibi önemli hususlar İmam sayesinde icra edilir.[36]

İmamet, farziyetini inkâr etmenin küfür olduğu, inkâr edenlerin de kâfir olduğu bir konudur. Hal böyle iken, imameti/hilafeti ortadan kaldırmak ve tekrar teşekkül etmesin diye ordularıyla havada, de­nizde ve karada nöbet tutmak ne olur? Bunun İslâm'a göre hükmü nedir? [37] Ya böyle bir düzeni ayakta tutanların, yaşamasına ve devam etmesine hizmet edenlerin hükmü nedir?

Evet, iman dedik ve gerçek imandan bah­sediyorduk. Allah'a iman, Rasulullah Aleyhi s selâm'a iman ve itaat etmek imanm rüknüdür. Bu arada Allah ve Rasulü'ne iman ve itaat eden Ulu'l-Emr'e de itaatin farz olduğunu, Allah ve Rasulü'ne isyan edip, İslâm'ı pratikte red eden emir sahiplerine karşı cihad etmenin gereğinden bahsettik. [38]

Bu konuda şu iki ayet-i kerimeye de işaret edip daha sonra iman konusunda Rasulullah Aley-hisselâm'ın hadislerine geçelim.

Rabbimiz Allah Celle Celalühu buyuruyor ki: "Sen de sabah-akşam O'nun razasını isteyerek Rabblerine dua edenlerle beraber sabret. Dünya ha­yatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini on­lardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi istek ve tutkularına (ne­vasına) uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.[39]

"O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!   ,

Ve aşın gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir. Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur (Cehennemde yanarsınız). Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra da size yardım edilmez"[40]

Bu konuda müfessir ulema şunları söylemektedir: "Zalim idarecilere ve onların dışındaki diğer fa-sıklara yakınlık göstermeyin. Sonra sizi Cehennem ateşi yakar. Beyzavî şöyle der: "Rükün, az eğil­mektir. Yani onlara doğru az bir şekilde dahi olsa yakınlık göstermeyin. Sonra yakınlık göstermeniz sebebiyle sizi ateş yakar" Kendisinde zulümden az bir şey bulunan kimseye, birazcık eğilim göstermek böyle olursa, zulüm ile damgalanmış zalimlere eği­lim göstermek ve onlara tamamen yaklaşmak hu­susunda ne dersiniz? Sizi, Allah'ın azabından ko­ruyacak kimseniz yoktur. Sonra bu belâya karşı size yardım edecek kimse de bulamazsınız. Kurtubî şöyle der. 'Bu ayet, kâfirlerden ve isyankârlardan uzak durmak gerektiğine delâlet eder. Çünkü onlarla be­raber olmak, onlar gibi kâfir ve isyankâr olmaktır. Zira onlarla beraber olmak, onlara sevgiden ileri gelir' Mecburî hallerde zalimle zahiren dost olmak, bu yasaklamanın dışındadır.[41]

İman konusunda, İmam Buharı ve İmam Müs­lim'in (Allah onlardan razı olsun ve rahmet eylesin) beraberce rivayet ettikleri (muttefekun aleyh) ha­dislerden birkaç tanesini kaydedelim.

Rasulullah Aleyhisselâm şöyle buyurur:

"İslâm beş şey üzerine bina olunmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna Şahadet etmek, Namaz kılmak, Zekat vermek, Haccetmek, Ramazan orucu tutmak. [42]

"La ilahe İllallah deyinceye kadar insanlarla kıtal (savaş) yapmaklığım bana emrolundu. Her kim 'La ilahe İllallah' derse, İslâm'ın hakkı olan kısas yolu müstesna benden yana malını ve nefsini ko­rumuştur, hesabı ise Allah'a kalmıştır. [43]

"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muham­med'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet, namazı ikame, zekatı eda edinceye kadar insanlarla' sa­vaşmak bana emrolundu. Onlar, bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın hakkı mukabili olmak müstesna. İn­sanların (gizli işlerinden dolayı olan) hesapları da Allah'a aittir.[44]

Dikkat edilecek olursa "La illahe İllallah" Kelime-i Tevhidi ile, dosdoğru kılınacak namaz ve hakkıyla eda edilecek zekat da beraber zikredilmiştir, in­sanlarla savaşmak, onların "La ilahe illallah" de­melerine kadar, yani yegane hakim Allah'ın oto­ritesini ve hayat nizamı olarak da İslâm'ı kabul edinceye kadar devam eder. İnsanlar, Allah'tan başka hüküm koyucu yani kanun yapıcı kabul eder, onun koyduğu hükümlere tabi olurlarsa ve hayatlarında uygulayacak olurlarsa, onlarla bu hal­lerinden vazgeçinceye kadar savaşılır. Onlar hem bi­lerek ye severek tağuta tabi olur ve hem de "La illahe İllallah" diyecek olurlarsa onların bu durumu iman etmelerine delalet etmez. Çünkü "La ilahe il­lallah" demek, tüm tağutlan reddetmek demektir. Tağutları reddetmeden iman etmek mümkün olmaz. Nitekim yukarıda bu konu delilleriyle izah edildi.

Şunu da beyan etmekte fayda var. Bir kişi aynı kalble, hem imanın gereklerini tastik edecek, hem de yine aynı kalble tağutun yani şirkin ve küfrün ge­reğini kabul edecek... Bu, mümkün mü? Bir kalbin, iki zıd şeyi aynı anda kabul etmesi insanın fıtratına aykırıdır. Bu kabullerden birisi yalandır. Yani bun­lardan birisini kabul etmemiştir. İman ile küfür aynı anda bir kalbte birleşmez. İman gelince küfür gittiği gibi, küfür gelince ve tasdik olununca da iman gider. İkisinin bir arada bulunamayacağı, akıl­la da, ilimle de ve nakille de isbatı sabittir.

Burada yine muttefekun aleyh olan bir hadis-i şe­rifi nakletmek yerinde olur.

"Üç haslet kimde bulnursa, o kimse bu has-letleriyle imanın tadını bulur: Allah ve Rasulü ken­disine başkalarından daha sevgili olmak, sevdik­lerini yalnız Allah için sevmek, Allah, kendisini kü­fürden kurtardıktan sonra yine küfre dönmekten ateşe atılmasından hoşlanmadığı gibi hoşlan­mamak.[45]

Gerçek bir kurtuluşun şartı olan hakikî bir iman ve imanın gereği olan salih amelleri işleyen Müminler, iyiliği emretmek ve kötülükten neh-yetmek suretiyle hakkı tavsiye etmiş oluyorlar....

Rabbimiz Allah, buyuruyor:

"Ey iman edenler, Allah'tan O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a-Kur'an'a) sımsıkı yapışın, parçalanmayın. Allah'ın size olan ni­metlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman ki­şiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O, kurtarmıştır. İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar ki, doğru yolu bulaşınız.

Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kur­tuluşa erenlerdir. [46]

"Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İşler, dö­nüp, dolaşıp O'na varır. Siz? insanların iyiliği için or­taya çıkarılmış en hayırlı Ümmetsiniz, iyiliği emre­der, kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız.. [47]

Allah tarafından en hayırlı Ümmet diye övülen Rasulullah Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın Ümmeti demek, Rasulullah Aleyhisselâm'ı izleyen ve O'na tabi olan Ümmet demektir. Çünkü Ra­sulullah Aleyhisselâm buyurdular ki:

Her kim benim Sünnetimden (hayat yo­lumdan) yüz çevirirse o, benden değildir.[48]

Kurtuluşun dördüncü şartı da; birbirlerine sabrı tavsiye etmektir. Yani Allah yolunda cihad etmek ve cihad faaliyetinde direnebilmek. Evet, hayat, iman ve cihad'dır. Buraya kadar iman konusunu özet de olsa izah etmeye çalıştık. Bundan sonra cihad ko­nusuna geçebiliriz.

 



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Asr: 103/1-3.

[2] İbn Manzûr, Lisânu'I-Arab, Beyrut, ty. c.13. s.21.(E.M.N.İman maddesi)

[3] Yrd. Doç. Dr. A.Saim Kılavuz, Anahatlanyla islâm Akaidi ve Kelâm'a Giriş, Ensar Neşriyat, tst.1987, 3.17.

[4] Nahl, 16/51-52.

[5] Muhammed (Kıtal): 47/25-28.

[6] Hucurât: 49/15.

[7] imam Nevevî, Kırk Hadis, Hds. No: 41. Aynca bkz. Hatib Tebrizî, Mişkatu'l-Mesâbih, el, s.55.

[8] Sâd: 38/26.

[9] Bkz. Bakara: 2/30.

[10] Rabbimiz Allah Celle Celalühu şöyle buyurur: "Biz ise, yer­yüzünde güçten düşrüîenlere (Mü'min Müstezaflara) lutufta bulunmak onlan önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz ve (istiyoruz kî) onları yeryüzünde iktidar- sahipleri olarak yerleşik kılalım. Firavun'a, Hâmân'a ve askerlerine, onlardan sakınmakta olduklari şeyi gösterelim." Kasas: 28/5-6.

[11] Nâziât: 79/40-41.

[12] Furkan: 25/43-14

[13] Yâsîn: 36/60-61

[14] Nisa: 4/60.

[15] Kasas: 28/50.

[16] Bakara: 2/208.

[17] Nisa: 4/59.

[18] Al-i Imrân: 3/100.

[19] Al-i İmran: 3/149-150.

[20] Mücadele: 58/22.

[21] Rabbimiz Allah şöyle buyurur: "Andolsun sîzin için, Allah ve ahi­ret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Rasulü'nde güzel bir örnek vardır." Ahzâb, 33/21.

[22] Sahih-i Buharı, Kitabu'l-Ahkam, Bab: 4, hds.no.8.

[23] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Ahkam, Bab: 4, hds.no.9.

[24] Rasulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:

"Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle de­ğiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin, imanın en za-yıfi da budur." Sahîh-i Müslim, Kitabu'l-fyman, Bab: 20, hds.no.78 (49)

[25] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-îmâre, Bab: 8, hds.no.39 (1840)

[26] Âmirin hİlaf-ı Kanun (kanuna aykırı) emri, Memuru me­suliyetten kurtarmaz." Elmalı'h M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an dili, Eser Neşriyat, lst.1979, c.2, sh.1375.

[27] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Ahkam, Bab: 1, hds.no. 1.

[28] Nisa: 4/69-70.

[29] Muhammet!: 47/19.

[30] Nisa: 4/64-65.

[31] Ahzab: 33/36.

[32] Nur: 24/63.

[33] Âl-iîmrân: 3/31-32.

[34] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Imâre, bab:13, hds.no.58 (1851)

[35] imam Ebu'l-Mu'în En,Nesefî, îslâm İnançları ve Mezhebler Ara­sındaki Görüş Farkları, çev. Cemil Akpmar, Rabıta Yayınevi, Konya, ty. s. 179.

[36] Bkz. Saaddin Taftazânî, Şerhu'l-Akâid (Kedağ, Dergâh Yayınlan, îst. 1980, s.326.

[37] Hilafet Makamı, 3 Mart İ924 tarihînde ve 431 sayılı kanunla Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucuları tarafından kal­dırıldı. Bu konuda resmi ideoloji tarafından hazırlanan ve Harp Okul­larında okutulan Türk İnkılâp Tarihi'nde şöyle denmektedir: "Atatürk, halifeliğin kaldırılması gereğini biliyor ve bunu planlıyordu. Şöyle di­yordu: "Ben kişisel saltanatın kaldırılmasından sonra, başka unvanla aynı nitelikte bir makamdan ibaret kalması gereken halifeliğin de or­tadan kalkmış olduğunu kabul ediyorum. Bunun elverişli zaman ve fır­satta söylenilmesini doğal buluyorum." Atatürk, her zamanki gibi, olay­ların gelişmesini bekledi.

Halifeliğin kaldırılması, genç Türk Cumhuriyeti için zorunlu idi. Cunhuriyet ilân edilmişti. Onun yanında dinsel bir gücü bulunmayan bir makamda, Osmanlı ailesinden birisinin oturması mantıksızlıktı ve dev­letin geleceği için zararlı idi...." T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Baş­kanlığı, Türk İnkıkâp Tarihi, Harp Okulları için ders kitabı olarak ha­zırlanmıştır. 2.baskı, Gn.Kur. Basımevi, Ank. 1973, s.122.

[38] Emperyalist kâfir güçler tarafından veya uzantıları tarafından işgal   edilen   İslâm   toprakları,   Daru'l-îslâm'dan   Daru'l-Harb'e   veya Daru'I-Ridde'ye   dönüşmüştür.   Dünya   Müslümanlannı   bağlayıcı   bir İmam ve İmamet makamı yoktur. Böyle bir durumda Müslümanlar ne yapmalıdırlar? Sorusunu Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat fakihleri şöyle cevap vermişlerdir: "Gerekli ofan, Müslümanların kendi aralarından birine bu görevi vermeleridir. Onda ittifak etmeleri vacibtir. Onu kendilerine ida­reci olarak seçerler, O da kadı tayin eder. Böylece kendi aralarında vuku bulan hadiselerin yargı organlarına aktarılması sağlanmış olur. Yine bu­ralarda kendilerine Cuma namazı kıldıracak bîr imam da nesbederler. in­sanın mutmain olduğu, kabul edebileceği görüş de bu olsa gerektir, bu görüş istikametinde amel edilmelidir. Nehir." İbn Âbidir, Reddü'l-Muhtar Ale'd-dürri'l-Muhtar, çev. Mehmet Savaş, Samİl Yayınevi, lst.1985, c.12, s. 145.

------------------------------------------------------

[39] Kehf: 18/28.

[40] Hûd: 11/112-113.

[41] Muhammed Ali Es-Sabunî, Safvetü't-Tefasir, çev. Doç.Dr. Sad-reddin Gümüş-Dr. Nedim Yılmaz, Ensar Neşriyat, îst. 1990, c.3, s.131.

[42] Muhammed Fuad Abdulbaki, El-Lülüü ve'1-Mercan Fim'ettefeka Aleyhi'ş-Şeyhân, Kitabu'1-Iman, bab:6, hds.no.9.

[43] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'1-îman, bab: 8, hda.no.14.

[44] EI-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'1-îman, bab:8 hds.no.15.

[45] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'1-îman, bab:15, hds.no.26.

[46] Âl-i Imrân: 3/102-104.

[47] Âl-i îmrân: 3/109-110.

[48] Sahihi Buhârî, Kitabu'n-Nikah, bab:l, hda.no. 1.

METİN YÜKSEL.

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]