* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: KAZA ve KADER  (Okunma sayısı 598 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
KAZA ve KADER
« : Temmuz 08, 2017, 10:45:34 ÖS »
KAZA ve KADER

Bu mesele çok önemlidir.Nice nice kişiler bu konuda büyük hatalara düştüler. Bu konu da bir çok kimse şüphe bataklığına daldılar, şaşkınlık içime girdiler. O kadar ki, tevhid, hakikat ve irfan ehli olduklarını iddia eden büyük şeyhlerden , sayısını ancak Yüce Allah'ın bildiği sayısız kişilerin ayağı kaydı bu konuda . Şeyh Abdulkadir Geylani (Allah ona rahmet etsin) kendisinden nakledilen şu sözünde konuya temas edip diyor ki: "Bu ricalden bir çoğu kaza ve kadere razı oldular ve durdular. Ancak bana hakikatin pencerelerinden bir pencere açıldı.Hakk'ın kaderlerine gene hak ile mücadele açtım.Er kişi kader ile mücadele eder. Kadere evet diyen boyun eğen kişi er kişi değildir. Rahmetli şeyhin bahsini ettiği şey Allah'ın Resulünün söylediği ve istediği şeydir. Fakat sayısız insan bu hususta hataya düştü ve bunları insanların yaptıkları bazı suçları yok etmek için kullanıyorlar kaza ve kaderi.Yapılan kötülüklerin insanların kaza ve kaderinde var olduğunu, onun için kulun bir suçu bulunamayacağını ileri sürüyorlar. Yapılan her işin, Allah'ın meşiyetinde, kaza ve kaderinde cereyan ettiğini; rububiyet vasfının içine girdiğini ileri sürüyorlar da, teslim ve razı olmanın, tasdik etmenin, din, tarikat ve ibadet olduğunu zannediyorlar. Bu şekilde inkarcı cehennem ehlinin sözlerine çok yaklaşmış oluyorlar. O inkâr edicilerle ilgili âyette Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah'a hüküm ve emirde ortak koşanlar ve böylece küfre düşenler şöyle diyecekler: "Eğer Allah dileseydi ne biz ortak koşucu müşrik olurduk ne babalarımız.Ne de tek bir haram işleyebilirdik. (Enam: 148)

Yine o ortak koşucular; "O kimseye biz mi yedireceğiz ki? Allah dileseydi ona yiyeceğini verirdi." (Yasin: 47) Ve yine:

"Eğer Rahman dileseydi, bizde kendinden Başkalarına itaatle ibadet etmezdik." (Zuhruf:20) İnsanlar ortak koşmayan doğrulayıcılar olsalardı, kesinlikle bilirlerdi ki, her şey Allah'ın emirlerini tatbik etmediklerinden ötürü kötüye gider.Fakirlik, korku ve hastalık gibi kaderden olan işler başlarına sadece kendilerini yaratan ve terbiye eden Allah'ın emirlerini yerine getirmemekten dolayı sık sık başlarına gelmektedir. Allah'ın emirlerini yerine getirdiği halde bazı kötülüklere duçar olursa insanoğlu, bunu kader kabul etmesi, genel ilahî kanunlar içinde bulunduğunu kabul etmesi gerekir. Böyle telakki ettiği zaman, başına gelen hesap dışı felaketleri selâmetlere çevirecek sabrı gösterebilir. Böyle bir sabır göstermekle emrolunduk çünkü:

"Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah'a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir." (Teğabun:11) Bizden evvelki büyüklerimizden bazıları demişlerdir ki: "Er kişi odur ki. kendisine bir kötü iş isabet ettiğinde, bunun Allah'ın genel âdetleri içinde bulunduğunu bilir, kusuru kendinde arayıp sabreder." Yüce Allah buyuruyor:

"Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır." (Hadid:22)

Buharî ve Müslim'de olan bir hadisî şerifte Allah'ın Resulü şöyle buyurmaktadır: "Hazreti Adem ile Hz. Musa ruhlar âlemine de karşılıklı konuştular; birbirlerine delil getirdiler. Hz. Musa dedi ki: "Sen o Ademsin ki. Allah seni kudretli mutlak varlığı ile yarattı, sana ruhundan üfledi sonra sana melekleri secde ettirdi, her şeyin ismini öğretti.Böyleyken neden bizim cennetten kovulmamıza sebep oldun?" Hz. Adem Musa'ya şu cevabı verdi: "Sen de Musa'sın ki, Allah sana kitap ve kelâm verdi bu nimete lâyık kıldı ve seni elçi olarak seçti böyle olduğu halde beni suçladığın konunun, daha ben yaratılmadan önce yazılı olduğunu görmedin mi? Musa; "Evet, gördüm!"dedi.İşte Adem Musa'ya böyle delil getirdi"

Hz. Adem, günah işleyenlerin günahlarına mazeret olarak kaderi getireceğini bildiği için, kaderi kullanmadı. Yani "Allah takdir etti, istedi ve ben de yaptım, benim suçum yok" demedi. Çünkü böyle bir sözü hiçbir Müslüman, hatta akıl sahibi hiçbir mahlûk söylemez, söyleyemez.Şayet kaderde var olduğu için yaptım denebilseydi, böyle bir özür bulunsa idi, bu özrü şeytan da, Nuh ve Hud kavmi de, hatta bütün kâfirler de der ve yakayı kurtarırlardı. Böyle olunca da küfürlerinde haklı olurlardı.

Yukarda zikredildiği gibi, Hz. Musa günah işlediğinden ötürü Hz. Adem'i suçlayıp çekiştirmemişti. Hz. Adem işlediği suç için Rabbine tevbe etmiş, Allah da tevbesini kabul ederek affetmiş ve yeniden doğru yola girmesine izin vermişti.Fakat Hz.Musa O'nun işlediği suç ta bizlere kadar ulaştığı için "neden kendini ve biz evlâtlarını cennetten çıkaracak bir suç işledin" diyerek, bir merakını gidermeye çalışmıştır.Hz. Adem de ona, "daha ben yaratılmadan önce, böyle bir kaderin yazılı olduğunu bilmiyor musun?" diyerek, sınanmak için yaşanılacak dünyaya gönderilmesi içinde göstermiştir işlediği suçu.

İşte bu takdirde, böyle bir kadere rıza göstermek icap eder. İnsan için genel olarak takdir edilmiş, ve yapılması yahut yapılmaması kulun inisiyatifine bırakılmış kadere, bu kaderin insan için var olan musibetlerine rıza göstermek kulluğun bir gereğidir. Bu teslimiyet, Allah'ı Rab kabul etmenin sonucudur.

Günah , Şifa Gibi Hususlarda Kader...

Günah konusuna gelince: Kul için "günah işlemem" diye bir mesele olamaz. İnsan bütün günahlardan kaçacak kadar güçlü değildir. Onun için günah işler. Onun için önemli olan, daha önemli olan, günah işlememek değil, işlenen günahı günah bilerek, o günahtan tevbe etmektir, uzaklaşmaktır. Kula yakışan budur.Günahlarından tevbe ile uzaklaşıp, kötü sonuçlarına rıza göstermek kul için vaciptir. Yüce Allah bu konuda buyurmaktadır: "Başına gelen belâlara sabret. Allah'ın vaadi haktır ve işlediğin suçtan ötürü istiğfar et.Bağışlanmanı iste" (El-Mümin: 55)

"Eğer siz sabırlı olur, korunursanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez."  (Alî İmran:120)

"Eğer sabredip korunursanız, işte bu Allah'ın dinine olan Bağlılık ve din hakkındaki bilginizden gelmektedir." (Ali İmran: 186) Hz. Yusuf şöyle demişti: "…Doğrusu kim Allah'tan korkar ve içine düştüğü felâketlere sabrederse, muhakkak ki Allah bu sabredenleri sabırlarından ötürü mükâfatlandırır." (Yusuf: 90)

Kulların günahları da aynen böyle bir statü içindedir. Çünkü en büyük musibet günah işleyip Allah'ın gazabına muhatap olmaktır. Onun için her Müslüman'ın, elinden geldiği kadar iyiliği emretmesi, kötülükten alıkoyması, Allah'ın dostlarını dost, düşmanlarını düşman olarak görmesi, Allah için sevmesi Allah için sevmemesi gerekmektedir. Yüce Allah buyuruyor:

"Ey kitabımda belirlediğim biçimde inanmış olanlar! Benim düşmanım sizin de düşmanınızdır. Onları dost edinmeyiniz. Onları sevdiğiniz için, Resulle aranızdaki akitleşmeyi, Resulün niyetini onlara açıkladınız değil mi? Halbuki onlar size Hak'tan Resul aracılığı ile gelen hayat nizamına küfretmişlerdir. Resulümüzü de sizi de Allah'a iman ediyorsunuz diye yurtlarından çıkaran onlardı. Eğer siz benim yolumda savaşmak,benim rızamı aramak için yola çıkmışsanız sakın bunu, yapmayın. Onlara hâlâ gizli gizli muhabbet mi besleyeceksiniz? Halbuki ben sizin gizlediğinizi de açığa çıkardığınızı da çok iyi bilirim, içinizden kim sevmesini istemediğimizi severse, doğru yolun tam ortasından geri dönmüş ve sapmış olur. Eğer onlar zayıf anınızı yakalarlarsa, düşmanlıklarını ortaya çıkarırlar, ellerini ve dillerini aleyhinize kullanırlar. Zaten onlar sizin her zaman kâfir olmanızı dilemişlerdir. Ne evlâtlarınız, ne de diğer yakınlarınız size bir fayda temin etmez. Kıyamet günü Allah sizinle onların arasını ayıracaktır. Allah her ne yapıyorsanız hakkıyla görendir. İbrahim'de ve onun yanın" da bulunanlarda sizin için gerçekten de güzel örnekler vardı. Hani onlar kavimlerine "Biz sizden de, Allah'ı bırakıp da Rab edindiğiniz her şeyden de uzağız. Siz bizim nazarımızda artık yoksunuz. Allah'a iman edinceye kadar ver olacak da değilsiniz. O zamana kadar sadece birbirimizin düşmanıyız." demişlerdi" (Mümtehine: 1-4)

"Allah'a ve ahiret gününe imanda sebat eden hiçbir kavmin, Allah'a ve Resule düşmanlık eden kimselerle, isterse bunlar onların babaları yahut oğulları, veya biraderleri, yahut soy sopları olsunlar, dostluk kurduklarını görmezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış, ve kendinden bir ruh ile desteklemiştir." (Mücadele: 22)

"Öyle ya! Biz Müslümanları o günahkârlar gibi yapar mıyız hiç?" (Kalem: 35)

"Yoksa biz, bize iman edip de güzel güzel hiçbir art niyetsiz emirlerimizi yaşantılarına aksettiren Müslümanlarla, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk yapanlarla bir mi tutacağız? Ve ya Allah'tan korkanları, hesaba almayan ve doğru yoldan sapanlarla aynı mı sayacağız?" (Sâd: 28)

"Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!" (Casiye: 21)

"Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölgelikle sıcaklık nasil ki bir değildir, ölü ile diri de öyledir." (Fatır: 19, 20)

"Allah'a hükmünde ve kudretinde ortak koşanlarla, O'nu ait olduğu müstesna yere ortaksız oturtanların durumuna dair Allah şöyle bir misal vermiştir: Köle bir adam ki, onun bir takım ortakları ve efendileri var. Her biri kendisine ayrı ayrı yol gösterip emirler vererek çekiştirip duruyorlar. Diğer bir köle de tek bir insana, özel bir efendiye sahip ve tek bir adamdan emir alıyor ve asla kafası karışmıyor. Bu iki köle arasında bir büyük fark yok mudur?" (Zümer: 29)

"Allah şöyle örnek getirdi: "Hiçbir şeye gücü yetmeyen memlük bir kul, bir de hür bir zat ki, kendisine tarafımızdan güzel rızklar verilmiştir. O bu verdiklerimizden gizli aşikâr bizim rızamız yolunda harcamaktadır. Bu iki insan hiç eşit olurlar mı? Bütün hamd Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmezler. Allah şu iki kişiyi de örnek gösterdi: Bunlardan birisi dilsizdir, hiçbir şey beceremeyerek efendisinin omuzlarına yük olmaktadır. Efendisi ona ne iş verse yerine getiremez. Şimdi böyle biri, doğru yola giderek adaleti emreden bir kimse gibi olabilir mi?" (Nahl: 75, 76)

"Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz asla. Cennet ehli, onlar ancak arzularına kavuşanlardır." (Haşır; 20)

Ve hak ile batıl ehlini itaat edenle isyan edeni, bozguncu zümre ile birleştirici olanı, doğru yolda olanlarla iblisin yolunda olanları, sapıklar topluluğu ile, akılda rüştünü ispat etmiş olanları, sadıklarla yalancıları birbirinden ayıran daha nice âyeti kerimeler vardır Kur'-anı Kerimde. İşte her kim dinî gerçeklerden ayrı bir biçimde, sadece varlıklar âleminde olanları hesaba alır, onları istediği biçimde kullanmaya kalkışırsa, Allah da onu, varlık âlemini Allah'ın dini üzere keşfedip kullanan gerçek anlamdaki kulundan ayrı tutar ve hakkı olan cezayı verir. Çünkü varlık âleminde olanları kendi istediği biçimde kullananlar, onlara kendilerince bir değer biçenler, sonuçta, Allah ile kendince değer verdikleri dünya varlığını eşit görmeye, dünya varlığını ellerinde tutanlara kulluğa kadar varır iş. Yüce Allah bu tür insanları şöyle haber veriyor:

"Allah'a and olsun, gerçekten biz apaçık bir sapıklık içindeydik. Çünkü biz dünya metaı olan putlarla, kâinatın yaratıcısı Allah'ı bir tutmaktaydık." (Şuara: 97, 98)

Burada bahsi edilen sapıklık, yaratıcıyı yaratılanın içinde sanmak; yaratıcının yarattığı ile birlikte vücut bulması; Allah'ın, mahlûkunun varlığında tecelli etmesi gibi; sonradan var edilmiş olanla var edeni bir görme sapıklığıdır ve tabii ki bu sapıklık, sadece Allah'a yapılması gereken kulluğun mahlûklara da yapılmasını celp etmektedir sonuçta. Şu koca, uçsuz bucaksız kâinatın yaratıcısına yapılacak bundan daha büyük küfür olabilir mi?

Bu telakkiler o boyutlara ulaşıyor ki, kişi kendini hem abd hem de mabut sayıyor; böylece Allah'a kulluğu ortadan kaldırıyor. Bir kişi kendi nefsini yartıcıdan bir parça, yahut O'nun varlığının tecelligâhı sayınca, ibadet edeceği, kulluk görevlerini yerine getireceği mabut nerede kalıyor?

Bu iddialar, bahsini ettiğimiz telâkkinin mensuplarınca tağut kabul edilen Muhiddin Arabi'nin yazdığı "Fususu'l-Hikem" adlı eserde bol bol ileri sürülmektedir. Muhiddin Arabî ile birlikte İbni Seb'in gibi iftiracı mülhitler de apaçık söylemektedirler, kendilerinin hem abid hem de mabud olduklarını. Bu iddia ne kevni (varlıklar, sonradan yaratılmış olanlar) ne de dini hiç bir gerçeğe dayanmamaktadır elbette. Tersine, yaratıcının vücudunu mahlukun vücudu ile bir tuttukları ve her türlü güzel çirkin sıfatlarını da böylelikle halik - mahlûk karışımında telakki ettikleri için, kevnî hakikatlerin vasıflarından da uzaklaşmaktadırlar. Çünkü bunlara göre; bir şeyin vücudu aynı zamanda başka şeylerin de vücududur. Yani, Allah'ın vücudu aynı zamanda mahlûkatında vücududur demekle, varlık âleminin, yaratılmış âlemin gerçeklerinden de bihaber oluyorlar. Kevni varlığın, yaratılmış bütün mevcudun vücudu bir olunca, ister yaratılmış isterse de yaratan olarak kabul edilsin, her türlü kabul Allah'ın varlığını ortadan kaldırır ve böylece İslâm dininin iman edilmesini emrettiği bütün gerçekler de askıda kalır .

Allah'a ve Resulüne iman edenlere gelince, bunların en basit ferdinden en üstün vasıflı olanına kadar herkes Kur'an ehlidir. Allah'ın Resulü buyurmaktadır: "Şüphesiz insanlar içinde Allah ehli olanlar vardır" dediğinde, etrafındakiler, "kimdir onlar?" diye sordular. Cevaben buyurdu ki: "Allah ehli, Allah'ın has kulu olanlar sadece Kur'an ehli olanlardır."

Kur'an ehli olan bu müminler, Allah'ı her şeyin Rabbi, yaratıcısı ve sahibi bilirler. Malikle mahlukun vücudunun, varlığının birbiriyle hiçbir benzerliği olmadığını, yaratıcının mahlûkunun vücuduna girmeyeceğini ,yaratıcı ile mahlûkun birleşmeyeceğini, yaratıcının  vücudunun aynı zamanda mahlûkun vücudu olmayacağını kesinlikle bilirler ve inanırlar. Yüce Allah Hıristiyanları, yalnızca Allah'ın mahlûkta vücud bulduğuna ve Hazreti İsa ile birleştiğine inandıkları için kâfir saymıştır. Böyle olduğu halde, haliki bütün her çeşit mahlûkatın vücudunda tecelli ettiğine itikat ettiğine inananlar nasıl olur da Müslüman olarak kabul edilebilirler?

O yegâne kitap olan Kur'an'ın bağlıları, Allah'ın, kendisine ve resulüne itaati emrettiğini, gene kendisine ve resulüne isyan edilmesini yasakladığını bilir ve inanırlar. Gene bu müminler Yüce Allah'ın fesat çıkaranları sevmediğini, insanların küfretmelerine razı olmadığını, insanlara sadece Allah'a kulluk etmeleri emredildiğini bilir ve inanırlar. Fatiha süresinde beyan buyrulduğu gibi: "Ancak sana itaatle kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz!"

Bir insanın kendi gücü ve imkânları oranında, iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak, başlıca kulluk görevleri arasındadır. Allah'a ve Resulüne savaş açmış küfür ehliyle, Allah'ın emri galip gelsin diye savaşmak, Allah'a itaatle kulluk görevlerinin en önemlisidir. Müminler Allah'ın dinini yaymak için canla başla çalışır didinirler. Bunu yaparken de Allah'ın kendilerine yardım etmesini niyaz eder yalvarırlar. Böylece ellerinde olmadan, bilmeden yapmış oldukları günahlarının affını temin etmeye hak kazanırlar. Elbette ki günahlarından ötürü başlarına gelecek belâları da defetmiş olurlar. Aynen, insan acıktığı zaman nasıl ki bu açlığı yemek yemekle giderebilirse, üşümeyi elbiseyle defedebilirse, Allah'ın taleplerinden birini yapmakla da bir kötü iş defedilmiş olur. İstenilerek yapılan her iyi iş, istenmeyen kötü işlerden birini yapmaktan alıkoyar insanı.

NasıI ki, Allah'ın Resulüne sordular: "Ey Allah'ın Resulü! Haber ver bize; birtakım ilâçlarla hastalıkları iyileştiriyoruz, bazı dualarla ve koruma usulleriyle kendimizi koruyoruz. Bu yaptıklarımız gerçekten Allah'ın bizim için çizdiği kaderden herhangi birini önler mi?" Allah' ın Resulü cevap verdi: "Bütün saydıklarınız da Allah'ın yazmış olduğu kaderden cüzlerdir."

Bir hadisi şerifte Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: "Tedbir alınarak yapılmış olan dua ile başınıza gelecek bela yerle gök arasında karşılaşır ve biri diğerine ilâç olur, üstün gelir." İşte bütün bunlar Allah'a ve resulüne iman eden ve sadece Allah'a itaatle kulluk eden müminlerin halidir ve saydıklarımızın hepsi de ibadet kelimesinin ifade ettiği mâna içinde en önemli yerlere sahiptir.

Sapıklar ise; Allah'ın her şeyi yaratmasından ve terbiye etmesinden ibaret olan kevnî hakikatleri görüyor ve bunu delâlette ki mertebelerine göre, Allah'ın dini ve şer'î emirlerine uymaya engel sayıyorlar. Aşırı sapıklık içinde olanlar ise, kevnî hakikatleri, dinî hakikatlere uymaya engel saymayı, mutlak mânada genel bir kaide olarak kabul ediyorlar. Şeriata uygun olmayan bütün işlerinin doğruluğuna da kader ölçüsünü delil olarak getiriyorlar. Bütün bu sözler, Yahudi ve Hıristiyanların sözlerinden besbeter küfürdür ve kötülük getiricidir. Böyle sözler aynen müşriklerin sözlerine benzemektedir. Onlar şöyle demişlerdi:

"Allah dileseydi, ne biz ve ne de babalarımız Allah'a şirk koşamaz ve hiçbir helâli haram sayamazdık." (Enam-. 148) Ve yine o müşrikler; "Eğer Rahman isteseydi, biz onlara, yani putlara ilah nazarıyla bakamazdık." (Zuhruf: 20) demişlerdi.

Bunlar sözleriyle bütün gerçeklere ters düşenlerin en ileri derecede olanlarıdır. Şeriata uymayan işlerine kaderi şahit getiren insandan daha şedit sapık yoktur yeryüzünde. Zira insanların yaptığı her şeyin doğru olduğunu iddia etmekten daha korkunç bir hata olamaz. İnsan oğlu yapmış olduğu her işin doğru olduğunu kabul ederse, o zaman yaptıkları bütün zulümler de meşru duruma girer. Böylece yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, insanların haksızlıkla kanlarını dökenler, namus ve ırz düşmanları olarak nesli bozanlar, halka taşıyamayacağı yükleri yükleyen kimselerin bütün bu hareketlerini kadere yükleyerek ceza vermemiz lazım gelirdi. Böyle zalimlere ceza vermek isteyen hak ve hakikat bağlılarına "Kader bir hüküm ve hüccettir. O'nun için sana ve de başkalarına kötü şeyler yapmış olan kimseyi bırak, onu cezalandırma. Çünkü onun sana ve bu zalimin gadrine uğramış başkalarının kaderi imiş. Yok eğer kader bir hüküm ve hüccet değilse. O zaman senin sözlerin ve iddiaların yanlış olur ve yıkılır." denilmesi gerekir. İşte bu kevnî hakikatlere kader ile hüküm getirenler böyle iddialarda bulunurlar, fakat getirdikleri delile kendileri rıza göstermezler. Kendileri böyle sonuçlan kaderden kabul edip boyun eğmezler.

Demek ki bunlar sadece kendi işlerine geldiği yerde heva ve heveslerine kullanmak için kaderi o şekilde mütalaa ediyorlar. Bu insanlar hakkında bazı alimlerin "Sen itaat ederken kaderiye, isyan ederken cebriye oluyor, jşine hangisi geliyorsa öyle oluyorsun, kendi heveslerini kendine mezhep ediniyorsun" dedikleri gibi.

Bu delâlet yolundaki sapıklardan bir grup da, kendilerinin hakikat ve marifet ehli olduklarını iddia ediyor ve yasakların, kendisini bizzat fail görüp ona sıfatlar tanıyanlara lâzım geleceğini zannediyor. Fiillerinin mahluk olduğunu veya fiile cebredildiğini ve Allah'ın diğer bütün hareketleri meydana getirdiği gibi, kendisinin de fiilinin meydana getiricisi olduğunu müşahede eden kimseden emir ve vaadin kalkacağını ileri sürüyorlar. Bazen de küllî iradeye şahit olanlardan emir ve vaadin kalkacağını ileri sürüyorlar. 'Hızır olayında, hızır küllî iradeyi müşahede ettiği için ondan teklifin kalktığını zannediyorlar.

Bunlar bir de, sade bir insan, avam bir fertle, kevnî hakikatleri müşahede eden, Allah'ın kullarının fiillerinin yaratıcısı, bütün kâinatın irade ve tedbir edicisi olduğuna şahit olan, böyle olduğunu bilen havası arasında fark gözetiyorlar. Bunu ancak ilmen bilenle, bizzat müşahede eden arasında fark vardır şeklinde mütalaa ederler. Bu mütalaa ile, bahsini ettiğimiz kevnî hakikatlere sadece iman edenlerden teklifleri kaldırmıyorlar. Fakat bu kevni hakikatleri bizzat müşahede edenlerin kendi nefislerinden teklifi kaldırmalarını da haklı buluyorlar.

Bunlar bu şekilde, Cebrî ve Kaderî'nin ispatını teklife engel saymıyorlar. Tevhid, tahkik ve marifet ehli olduklarını iddia eden bu sapıkların ayakları hep kaymış ve beyin üstü düşmüşlerdir. Bunun sebebi ise, kulları üzerine takdir edilen şeye muhalif bir işle emrolunacağına dair sözlerinin, mutezilenin ve kaderiyenin sözleri gibi eksik ve yanlış olmasıdır. Yani bir bakıma, "Kul kendisi için teklif edilen şeyin zıddı, ile emrolunmaz" diyerek veya zannederek delâlete düşüyorlar.

Sonra Mutezile şer'i emir ve yasakları, Allah'ın genel irade ve kulların fiillerini yaratmasından ibaret olan kaza ve kaderin dışında olarak kabul ediyorlar. Bunlar ise kaza ve kaderi kabul ediyor ama, kadere bizzat şahit olan insanlar hakkında, emir ve yasakların olamayacağını iddia ediyorlar. Bunu böyle söylemelerinin, sebebi yani "avamı nas ve basit insan için; kaza ve kaderi ilmen bilen ve inanan için emir ve yasak vardır" demelerinin sebebi, yasak ve emirleri mutlak anlamda kaldırmaktan çekinmeleridir.

Aslında bunların sözleri mutezilenin sözlerinden daha çirkindir. Bundan ötürü bunların içinde seleften büyüklerimizin hiç birini göremezsin. Çünkü bu sapıklar emir ve yasakları, kevnî hakikatleri bizzat müşahede edemeyen, bilgisiz avam için lüzumlu görmektedirler. Böylece bu hakikatleri görenlerin üzerinden bütün kulluk yükümlülüklerini kaldırıyorlar. "Bunlar havastır ve hiç bir teklif bunlar için değildir" diyorlar. Bundan çirkin bir söz, Allah'a yapılmış iftira olur mu?

Çoğu kere "Sana ölüm gelip çatıncaya kadar Rabbine ibadet et!" mealindeki ayeti tevil ederek, ayeti kerimedeki "yakîn" sözünün, kevnî hakikati bilmekten ibaret olduğunu söylüyorlar. Bu insanların sözleri apaçık bir küfürdür. Her ne kadar bazı kimseler bunun küfür olduğunu bilmeyerek taklit ile bu itikada düşüyorlarsa da, mazur değillerdir. Zira hiçbir mazeret küfrü ortadan kaldırmaz. Zira aklı başında olduğu sürece herkes emir ve yasaklara uymak mecburiyetindedir. (Elbette ki şeytan ve Yahudi olunmazsa.) Bu kaide İslâm dininin hiç değişmeyerek temel kaidelerindendir ve de bunu herkes bilmektedir. Hiç kimseden, hiçbir şekilde emir ve yasaklar kaldırılmaz, kaldırılamaz.

Bir kimse bu gerçeği bilmezse, ona iyice anlatılır, apaçık izah edilir. Buna rağmen hâlâ eski itikadında devam ederse, kendisi mürteci kabul edilerek öldürülür. Bir kısım insanlardan emir ve yasakların düşeceğine dair sözler, sonradan gelenlerin (müteahirin) yazılarında pek çoktur. İlk Müslümanların, yani sahabe ve onların arkasından gelen tabiin tavrının içinde yaşayan hiçbir kimsenin, böyle sapık sözler söylediğini hiç kimse ne duydu ve ne de gördü. Çünkü onlar Allah ve Resulünün dostları idi, Allah ve Resulünün dostları ise böyle düşmanca sözler söylemezler. Onlar insanları Allah'ın tayin ettiği doğru yoldan sapıtmaktan şiddetle kaçarlardı. Bu sözler de, Allah'a karşı gelmek, Resulünü yalanlamak ve Kur'an'î hükümlere ters düşmektir. Bu sözleri söyleyenler küfür olduğunu bilmeseler de, üzerinde bulundukları halin Resul ve hak yolundaki velilerin yolu olduğunu sansalar da, netice değişmez.

Bu sözleri söyleyenler, kendisinde kalbî bir takım haller vehmederek, namaza muhtaç olmadığını, namazın kendisi gibi olanların üzerinden ıskat olduğunu, kendisi havastan olduğu, için içkinin ona zarar vermediğini, zarar vermediği için de, şarabın kendisi için helâl olduğuna itikat eden; veya kendisinin bir deniz, bir umman olduğunu, onun için de her kirin ve pisliğin umman içinde kayboluşu gibi, bütün günahların kendisinden kaybolduğunu sanan ve inanan kişinin parelerinde sayılır.

Hiç şüphe yok ki, Allah'ın büyük Resulünü yalanlayan müşrikler, Allah'ın kutsal şeriatına aykırı bid'atlerle, Allah'ın emirlerine muhalif işler üzerine, kader ile delil getirme arasında tereddüt edip bocalıyorlar. Bahsi gecen bu taifeler tıpa tıp müşriklerin bir eşi ve benzeridirler. Zira onlar ya bid'at uyduruyor, ya da günahları, yasakları, emirleri, hülâsa insan için taşıması gerekli görevleri kader ve kaza gibi iki önemli hususu delil göstererek, ortadan kaldırıyor. Yani bir bakıma iki hususu birleştiriyorlar. Bid'at ehlini ve küfrü ikiz kardeş yapıyorlar. Yüce Allah bu müşriklerin hallerini mealen şöyle anlatmaktadır.

"O iman etmeyenler bir hayasızlık yaptıkları zaman" biz atalarımızı da bunu yaparken bulduk, Allah bize de bunları yapmamızı emretti" dediler. Onlara söyle: "Allah hiçbir zaman kötülük emretmez, bilmediğiniz şeyleri işinize geldiği için Allah'ın üzerine mi atmak istiyorsunuz?" (A'raf: 28)

Bir başka Kur'an âyetinde de meâlen şöyle buyrulmaktadır: "Allah'a eş ve ortak koşanlar diyecekler ki: "Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız Allah'a ortak koşamazdık. Kendi kendimize hiçbir şeyi haram kılamazdık." (Enam: 148)

Yüce Allah, helâli haram sayma, Allah'ın şeriatında olmayan ,hatta ona aykırı ibadetleri yapma gibi sapıklıklar, müşriklerin din adına uydurdukları bid'atlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Onlar batıl zanlarıyla dediler ki: "Bu davarlarla ekinler haramdır; onları bizim izin verdiklerimizden başkası yiyemez. Şu hayvanların sırtına binmek de haram edilmiştir. Bir takım davarlar da vardır ki, üzerlerine Allah'ın ismini anmazlar. Onlar Allah'a karşı iftira ederek uydurdular. Allah onları yapa gelmekte oldukları iftiraları yüzünden cezalandıracaktır." (Enam: 138)

Bu hususta Yüce Allah'ın bir başka ifadesi;

"O imân etmeyenler bir hayasızlık yaptıkları zaman "biz babamızı da bu hal içinde bulduk. Allah da bize bunu böyle emretti" dediler. Onlara söyle: "Allah hiçbir zaman kötülük emretmez. Bilmediğiniz şeyleri işinize geldiği için Allah'ın üzerine mi yıkmaya çalışıyorsunuz?" De ki: "Rabbim adaleti emretti, her secdede yönünüzü kıbleye döndürün." De ki: "Allah'ın kulları için yarattığı ziyneti, temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş?" De ki: "Rabbim ancak hayasızlıkları, onların açığını gizlisini, bunun la birlikte her türlü günahı, haksız isyanı, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamanızı, bilmediğiniz şeyleri Allah'a isnat etmenizi haram kılmıştır." (A'raf: 26-32)

Bunlar kaderden olan bazı tecellilere, şahit oldukları bazı şeylere gerçek dedikleri gibi, bazen kendi uydurdukları bid'atlere da hakikat nazarıyla bakmaktadırlar. Bunlara göre, gerçeğe giden yol, riyazet, halktan ayrılmak, az yemek yemek ve şeriatın sahibinin yasaklarıyla bağdaşmayan, fakat Allah'tan gafil kalbin de gördüğü zevk ve vecd ile mukayyet olan sülüktür. Bunlar her zaman kaderle delil getirmezler. Daha başka bir deyimle, dayanakları heva ve heveslerinin reyine uymak, arzu ve heveslerinin istediklerine gerçek nazarıyla bakmaktır. Bunlar Allah'ın ve resulünün emirlerine değil, nefsî arzularına uyulmasını isterler. Bunlar, kelâmcılar, Cehmiye gurubu ve bid'at ehli fırkalarına benzer ki, bunlar kitap ve sünnette aykırı bid'at olarak uydurdukları bir kısım sözlerini, dinî hükümlerin delâlet ettiği esaslara değil de, uyulması vacip olan aklî hakikatler olarak saymaktadırlar. Sonra kitap ve sünnetteki hükümleri, ya tevil ya da tahrif ederek maksadından uzaklaştırıyorlar; ya da onlara büsbütün sırt çeviriyorlar. Onlar düşünerek anlayamadıkları ve zıddına itikat ettikleri halde "bu âyet ve hadisin mânasını Allah'a havale ederiz" derler.

Nasıl ki bu Cehmiyye itikadı üzere olan gurubun Kur'an'a ve Resul sünnetine aykırı, aklî deliller dedikleri fikirlerin aslı incelendiği zaman, cehalet ve batıl inanç olduğu anlaşılırsa, sûfilerin durumu da aynendir. Onların da, Allah'ın velilerine ait gerçekler olduğunu zannettikleri Kur'ana ve sünnete aykırı fikirleri incelendiği zaman, bunların Allah'ın evliyalarının değil, tersine O'nun düşmanlarının tabii olduğu birer heva ve hevesten ibaret olduğu açıkça anlaşılır.

Bütün sapıklıkların gerçek sebebi sadece kendi aklî kıyasının ortaya çıkardığı sonuçları Allah katından inmiş bulunan Kur'an delillerinin önüne geçirmek ve kendi hudut tanımaz ihtiraslarına uymayı Allah'ın emirlerine uymaya tercih etmektedir.


 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]