ŞUURLU AMEL
Rabbimiz Allah, kendisine şükretsin diye hikmet verdiği salih kul Lokman Hekim (a.s.)'ın, adam olsun diye yetiştirmeye çalıştığı oğluna şu nasihati verdiğini beyan buyurur:
"Oğulcuğum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da (bu,) ister bir kaya parçasında ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde bulunsa bile Allah, onu getirir (açığa çıkarır). Şübhesiz Allah, latîf olandır, (her şeyden) haberdardır.'' [1]
Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmadan, emrolunduğu gibi ibadet eden ve böylece gerçek şükrü yerine getiren hikmet sahibi bir baba, öğretip eğitmekle vazifeli olduğu oğluna en güzel nasihati yapıyor!..
İmam Kurtubî (rh.a.)'in beyanıyla, "Lokman (a.s.)'ın söylediği bu sözlerden kasdi, oğluna, şanı yüce Allah'ın kudretinin boyutlarını bildirmekti. İşte bu, ona bu hususu anlatabilmek için kullanabildiği en ileri ifadedir. Çünkü denildiğine göre, hardal tanesinin ağırlığının farkına varılmaz. Zira hiçbir terazi onunla ağır basmış olmaz. Yani bir insanın, sözü edilen bu yerlerde hardal tanesi ağırlığınca kendisine ulaşması mukadder bir rızkı varsa, mutlaka yüce Allah, bu taneyi rızık sahibine götürüp ulaştırır. Yani "Sen, farzları edâ etmekten seni alıkoyacak, Bana dönenlerin yolunu izlemeni önleyecek şekilde rızık endişesi taşıma."
Bu ayet-i kerime, yüce Allah'ın bilgisiyle her şeyi kuşatmış olduğunu, her şeyi sayı ve mikdarı ile tesbit etmiş olduğunu göstermektedir. O, her türlü noksanlıktan münezzehidir. O'nun hiçbir ortağı yoktur." [2]
Rivayet olunduğuna göre, bir gün Lokman Hekîm (a.s.), oğluna nasihat ederken, oğlu:
“Babacığım, ben, hiçbir kimsenin göremeyeceği yerde bir hatâ işlesem Allah, onu nereden bilecek? dedi.
Bunun üzerine Lokman Hekîm (a.s.) şöyle cevab verdi:
“Oğulcuğum, sen, hardal tanesi ağırlığınca bir hatâ işlemiş olsan, bu da, bilinmedik bir kayanın içinde olsa yahud yedi kat göklerde olsa yahud yeryüzünde bir çölde (veya yerin dibinde) olsa bile Allah Teâlâ, onu getirir, karşına diker, mizanda tartar, (yani Allah, yaptığın o işin nasıl olduğunu ve nerede bulunduğunu bilir. Onu, çıkarıp getirmeye ve onunla muamele yapmaya kadirdir. Çünkü:
Hakikaten Allah, Lâtif dir. İlmi, gizli-açık her şeye vasıl olur. Allah, Habîr'dir. Her şeyin künhünü bilir.[3]
Hiçbir şeyi Allah'a şirk koşmadan ve yalnızca Allah'a ibadet etmek üzere yaratılan insanlar [4] başta dilleri olmak üzere vücûd organlarıyla her ne yaparlarsa yapsınlar, zerre mikdarı veya hardal tanesi kadar da olsa mutlaka tesbit edilir ve bir gün hesab vermek üzere karşılarına çıkar!.. Yaptıkları hiçbir şey kaybolmaz.. İster hayır olsun, ister şerr olsun, bütün fiilleri en ince teferruatına kadar kaydedilir ve gelmesinde hiçbir şübhe olmayan hesab gününde karşısına çıkar!..
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şerr (kötülük) işlerse, onu görür." [5]
Said İbn Cübeyr (rh.a):
"Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şerr (kötülük) işlerse, onu görür" ayetleri hakkında şöyle demiştir:
Allah Teâlâ:
"Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esirlere yedirirler" [6] ayetini indirince, müslümanlar, küçük şeyler verdikleri zaman mükâfata nail olamayacaklarını kabul ederlerdi. Bu sebeble yoksul, kapılarına geldiğinde ona, hurma veya bir kırıntı veya bir ceviz yahud benzen bir şey vermeyi azımsarlardı. "Bu, bir şey değildir" diyerek onu, geri çevirirlerdi.
“Biz, ancak sevdiğimiz şeylerden verirsek mükâfata ulaşırız, derlerdi. [7]
Diğer taraftan başkaları da, küçük günahlardan dolayı kınanmayacaklarını kabul ederlerdi. Yalan, harama bakma, gıybet ve benzeri şeylerden sonra:
“AlIah Teâlâ, büyük günahlardan dolayı bizi cehennemle tehdid ediyor, derlerdi,
Bunun üzerine Allah Teâlâ, az da olsa hayır yapmaya onları teşvik etmiş ve bu az olan hayrın çoğalacığını bildirmiştir. Keza önemsiz de olsa şerrden nehyetmiş ve bunun çoğalacağını belirtmiştir. Bu mânâda:
"Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür..." buyurmuştur. (Bu ayetler inzal olmuştur.)
En küçük bir karınca ağırlığında da olsa, kitabında bunu görür ve buna sevinir.
Bir kişiye, yaptığı her kötülüğe mukabil bir kötülük yazılır. Yaptığı her iyiliğe mukabil de on iyilik yazılır. Kıyamet günü olunca Allah Teâlâ, mü'minlerin iyiliklerini kat kat artırır. Her bir iyiliği on kat fazlalaştırır ve her bir iyiliğe mukabil, on kötülüğünü siler. Zerre mikdarınca iyiliği, kötülüğüne ağır gelen kişi, cennete girer. [8]
Abdullah İbn Abbas (r. anhuma), bu ayetleri şu şekilde izah etmiştir.
"Mü'min olsun, kâfir olsun kim dünyada iken zerre kadar bir hayır işleyecek olursa, ahirette onun sevabını görecektir. Kim de dünyada iken zerre kadar kötülük işleyecek olursa, o da ahirette onun cezasını görecektir.
Mü'min, iyiliklerini de, kötülüklerini de görecek. Allah onun kötülüklerini bağışlayacaktır. Kâfir de, yaptığı iyilikleri ve kötülükleri görecek, fakat iyilikleri reddedilip kötülükleri karşılığında azab görecektir."
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî (rh. a.) ise, bu ayetleri şöyle açıklar:
"Herhangi bir kâfir dünyada iken, zerre mikdan bir iyilik yapacak olursa, onun karşılığını dünyada iken, bizzat kendi nefsinde veya malında yahud ailesinde bulmuş olur. Böylece dünyadan hiçbir hayrı olmayarak ayrılıp gider.
Herhangi bir mü'min de dünyada iken, bir kötülük işleyecek olursa, dünyada iken bizzat kendisinde veya ailesinde yahud malında o kötülüğün cezasını görür. Böylece dünyadan kötülüğ bulunmadığı hâlde ayrılıp gider."
İmam Taberî (rh.a.), bu ayetleri tefsir ettikten sonra bir kısım nassları zikretmekte ve sonunda şunları söylemektedir:
"Rasulullah (s.a.s.)'den nakledilen bu haberler, bizlere bildiriliyor ki mü'min, yaptığı günahların karşılığını dünyada görür, sevablarının karşılığını ise ahirette görecektir.
Kâfir ise, yaptığı iyiliklerin karşılığını dünyada görür, kötülüklerin cezasını ise ahirette çekecektir. Onun, inkârı ile birlikte dünyada işlediği iyilikler ahirette ona hiçbir fayda sağlamayacaktır."
İmam Taberî (rh.a.), konuyla ilgili nassları zikretmiştir.
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Ebu Bekr(r.a.), Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte yemek yiyordu. O sırada:
"Kim zerre mikdarı iyilik yapmışsa onun sevabını görür. Kim de zerre mikdarı kötülük yapmışsa, onun cezasını görür" ayetleri nazil oldu.
Bunun üzerine Ebu Bekr, yemekten elini çekti ve dedi ki:
“Ya Rasulullah, ben, yaptığım zerre mikdarı bir kötülükten dolayı cezalandırılacağım ha!
Rasulullah buyurdu ki:
"Ya Ebu Bekr, senin dünyada iken gördüğün kötülükler, zerre mikdarı olan şeylerdir. Zerre mikdarı olan hayırları ise Allah, senin için biriktirmektedir. Sen onları, kıyamet gününde bulacaksın." [9]
Enes b. Malik (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Şübhesiz ki Allah, hiçbir mü'mine işlediği hayrı mükâfatsız bırakmaz. O hayır sebebiyle hem dünyada dilediği verilir, hem de ahirette mükâfatlandırır. Kâfire gelince, dünyada Allah için yaptığı hayırlar karşılığında ona rızık verilir, ahirete vardığında ise, onun kendisi ile mükâfâtlandı olacağı bîr hayrı yoktur. " [10]
Küfrü üzere dünyadan giden kâfirin, ahirette hiçbir sevabının olmadığına, dünyada Allah için işlediği hayırların hiçbir mükâfatını göremeyeceğine ulemâ ittifak etmişlerdir. Bu hadis-i şerif dahi kâfirin, dünyada yaptığı hayr-hasenât karşılığında kendisine dünyada nimet verileceğini, bunların ahirette kendisine bir fayda olmayacağını seraheten bildirmektedir, Mü'minse hayr- hasenatının karşılığı, hem dünya da, hem ahirette verilecektir. Buna, hiçbir mâni yoktur. Şeriatın bildirdiği bu hakikate itikad vacibdir. Dünyada iken hayr-hasnât işleyen kâfir, sonradan müslüman olur ve müslüman ölürse, sahih olan kavle göre, bu hasenatın mükâfatını ahirette görecektir.[11]
Sa'sa'a b. Muaviye (r.a.), Rasulullah (s.a.s.)'in yanına geldi. Rasulullah (s.a.s.), O'na:
"Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şerr (kötülük) işlerse, onu görür" [12] ayetlerini okuyunca, O, şöyle dedi:
“Bu, bana yeter! Bundan başka hiçbir şey duymasam, bilmesem bile aldırmam artık!' [13]
Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi, insanın yaptığı hiçbir şey gizli kalmaz ve mutlaka durumuna göre karşılık bulur... Muvahhid mü'minler, yaptıkları amellerin şuurunda olmalı, zerre mikdarı hayırların ve zerre mikdarı serlerin kaybolmayacağını, elbette karşılık bulacaklarını idrak etmelidir.. Hesab günü şuuruyla hareket etmeli ve hayırdan olsun, serden olsun hiçbir şeyi hafife almamalı.. Zerre mikdarı hayrın mü'min müslümana faydası olduğu gibi, zerre mikdarı şerrin de zararı olur.. Bu şuurla amellere devam edip, hayır olan zerreleri artırmalı ve şerr olan zerreleri de azaltmalı, hattâ yok etmeye bütün gayreti sarfetmelidir..
Yaratılış gayesi, şirksiz bir şekilde yalnız ve yalnız Alemlerin Rabbi Allah'a ibadet etmek olan insan, hayır olsun, şerr olsun fiillerinin zerresi bile kaybolmayacağının farkına varmalıdır. Zerre mikdarı bile olsa hiçbir fiilini hafife almamalı ve mutlaka karşılığını bulacağını idrak etmelidir.. Çünkü Allah, hayır olsun, şerr olsun her yapılanın zerresini bile değerlendirip, hayat kitabı ve muvahhid mü'minlerin yegâne düstûru Kur'ân-ı Kerim de anmıştır..
Mü'min müslümanlar, hayrın ve şerrin zerresi bile olsa önemsemiş, hayrı tutup, serden uzaklaşmaya çalışmıştır.
İmam Malik (rh.a.) diyor ki:
Bana rivayet edildi ki, mü'minlerin annesi Aişe (r. anha)'ın önünde üzüm var iken, bir yoksul kendisinden yiyecek istedi.
Aişe, bir adama:
“Bir tane al, yoksula ver! dedi.
Adam, Aişe'ye şaşkın şaşkın bakmaya başlayınca:
“Hayret mi ediyorsun? Bu bir tanede ne kadar zerre ağırlığı görüyorsun? dedi. [14]
Aşere-i Mübaşere'den Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.), iki hurma tanesini sadaka verdi. Dilenci, elini kapattı.
Dilenciye şöyle dedi:
“Allah bizden, zerrelerin ağırlığını dahi kabul eder. İki hurma tanesinde ise, pek çok zerre ağırlığı vardır. [15]
Görüldüğü gibi, gerek mü'minlerin annesi Aişe (r. anha), gerekse Sa'd b. Vakkas (r.a.), şuurlu amelin farkında olup, hareket ve tavırlarıyla diğer insanları bu konuda uyarmakta, onları da zerre mikdarı hayır ve zerre mikdarı şerr konusunda dikkatli olmaya davet etmektedirler!..
İnsanın ameli, bir zerre mikdarı da olsa, bir hardal tanesi kadar da olsa mutlaka hesab gününde hesaba katılır ve hassas terazide tartılır.. Allah, mutlak adalet sahibidir ve hiç kimseye asla haksızlık yapmaz..
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
"Biz ise, kıyamet gününe aid duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis, hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa, ona (teraziye) getiririz. Hesab görücüler olarak Biz yeteriz. " [16]
Mücahid (rh. a.) şöyle demiştir:
“Bu, bir temsil (teşbih)dir. Terazilerle anlatılmak istenen, Adl-i İlâhî'dir.
Bu görüşün bir benzeri, Katâde ve Dahhâk'dan rivayet edilmiştir.
Vezn (terazi ile tartma) ile anlatılmak istenen, insanlar arasında, amelleri hususunda adaletle davranmaktır. Buna göre, kimin hasenatı (iyilikleri, salih amelleri), seyyiâtını (günahlarını, kötülüklerini) aşmış olursa, onun terazileri (tartıları) ağır basmış demektir.
Yani onun iyilikleri, kötülüklerini siler götürür. Kimin de kötülükleri, iyiliklerini kuşatmış ise, onun tartıları da hafif gelmiş demektir. Yani kötülükleri, iyiliklerini siler götürür.
İbn Cerîr (rh.a.), İbn Abbas (r. anhuma)'dan bu şekilde rivayet etmiştir.
Selef imamlarının görüşüne göre, Cenâb-ı Hakk, gerçek anlamda teraziler koyar ve onlarla ameller tartılır.
Hasan el-Basrî (rh. a)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Bu terazi, iki kefesi, bir dili (ibresi) bulunan bir terazi olup, Cebrail'in elindedir. [17]
Huzeyfe (r.a.) şöyle demiştir:
“Kıyamet gününde mizan ile görevli melek Cibril (a.s.)'dir. [18] Ümmü'l-mü'minin Aişe (r. anha) anlatıyor: Adamın biri, Rasulullah (s.a.s.)'in huzuruna oturdu ve:
“Ya Rasulullah, benim kölelerim var. Bana yalan söylüyorlar, bana hainlik yapıyorlar ve benim emirlerime isyan ediyorlar. Ben de onlara sövüp sayıyor ve dayak atıyorum. Bunlardan dolayı benim hâlim ne olacak? dedi.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Sana olan hainlikleri, isyanları ve yalanları ile senin onlara verdiğin ceza hesab edilecek. Senin cezan, onların suçu kadar ise hesab başa baş gelecektir. Ne alacağın, ne de vereceğin olacaktır. Eğer senin verdiğin ceza, suçlarının altında ise, senin onlardan alacağın kalmıştır. Eğer senin verdiğin cezalar, suçlarının üstünde ise fazlası, onlar için senden kısas olarak alınacaktır!"
Bunun üzerine adam, bir kenara çekilerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sonra Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Allah'ın Kitabını okumuyor musun?: "Biz ise, kıyamet gününe aid duyarlı teraziler koyarızda artık, hiçbir nefis, hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz."
Bunun üzerine adam:
“Vallahi ya Rasulullah, bu kölelerimle benim aramın ayrılmasından başka bir çözüm bulamıyorum. Sizi şahid tutarım ki, onların hepsi hürdür! dedi. [19]
Katıksız iman sahibi muvahhid mü'minin hâli ve tavrı budur!.. O, hesab gününün geleceğine ve hardal tanesi kadar olan bir hayrın ve şerrin mutlaka hesabının verileceğine iman etmiştir.. O, şuurlu amel etmiş ve amelin karşılığının yaptığına göre görüleceğini idrak edip anlamıştır.. İşte şuurlu amel budur!.,
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir. Kim kötülük yaparsa, artık o da kendi aleyhinedir. Sonra siz, Rabbinize döndürüleceksiniz." [20]
"Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir. Kim de kötülük ederse, o da kendi aleyhinedir. Senin Rabbin, kullara zulmedici değildir." [21]
İyi olsun, kötü olsun insan kullarının yaptığı hiçbir amel Allah'a gizli kalmaz ve Allah Teâlâ, bütün amelleri bilip görmekte, her olandan haberdar olmaktadır.. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır ve ilminin dışında hiçbir şey olmaz.. İnsan kulları, yaptıkları amellerinin karşılığını buluyorlar.. Eğer salih amel işlemişlerse, onların lehine olup karşılığında mükâfat alırlar.. Eğer kötü amel, yani Allah Teâlâ’nın haram kıldığı, yasakladığı işler yaparlarsa, onların aleyhinde olup karşılığında ceza görürler.. Allah Teâlâ, insan kullarına asla zulmedici değildir.. Onlar, kendi nefislerine zulmederler..
Şöyle buyuruyor Allah Teâlâ:
"Şübhesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar." [22]
"Rabbin, hiç kimseye zulmetmez." [23]
"Demek ki Allah, onlara zulmetmiyordu, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı." [24]
Ebu Zerr (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur;
"(Allah) buyurdu ki: Ben, zulmü kendime haram kılmışımdır. Onu, sizin aranızda da haram kıldım. Bundan dolayı birbirinize zulmetmeyin!" [25]
Dünya hayatlarında Allah'a karşı tuğyan edip baş kaldıranlar, tağut olanlar ya da tağut olanları kendilerine vekil kılıp onlara destek olanlar, tagutî düzenlerin zulümle, sömürüyle devam etmesini sağlayanların bütün yapıp-ettikleri boşa gitmiştir.. Onlar, dünya hayatında iyilikler ve salih amel sayılan işler de yapsalar, onların, Allah'ın hükümlerini yasaklayarak hevalarını ilâhlaştırıp hükümler koyarak Allah'ın kullarını kendilerini kul edip sevk ve idare ederek tuğyan edişleri, o iyiliklerini, o salih amellerini silip süpürür.. Hüküm konusunda hiç kimseyi kendisine ortak kabul etmeyen ve hükmün yalnızca kendisine aid olan Allah'a [26] hüküm ve emir konusunda kendilerini ortak kabul edip, insan kullarına egemen olan tağutların bütün yapıp ettikleri boşa gitmiştir..İşgal edilmiş İslâm topraklarında egemen olan zalim tağutlar, şirk kültürüyle cahil bıraktıkları kitlelerin gözünde inkâr etmeyen ve İslâm'ı kabul edenler olarak benimsenmişlerdir.. Onların, bilmeyenler ve idrak etmeyenler tarafından kâfir kabul edilmeyişleri, kendilerinin hüküm konusunda Allah'a, şirk koştukları gerçeğini örtücü değildir!.. İslâm'dan bir şey inkâr etmiyor görünenler, yalnızca Allah'a aid olan hüküm ve emirde [27] Allah'a şirk koştukları apaçıktır!.. Küfredenlerin ve şirk koşanların, salih amellerden olarak yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiş ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.. Şirkin egemenliğine yardımcı olanlar, şirk koşanlarla beraberdirler!.. Onlara ortak olmuşlardır!..
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
"De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi? Onların dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Artık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır. Kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız. İşte, inkâr edenleri, ayetlerimi ve Rasullerimi alay konusu edinmelerinden dolayı onların cezası cehennemdir." [28]
"Onlar da şirk koşsalardı, elbette bütün yapıp ettikleri, onlar adına boşa çıkmış olurdu." [29]
"Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu: "Eğer şirk koşacak olursan, şübhesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın." [30]
Allah Teâlâ'ya gerçek şükür ile şükreden ve hikmet sahibi salih kul Lokman Hekîm (a.s.), oğluna verdiği nasihattan da apaçık anlaşıldğ, gibi, demlerin Rabbi Allah'a, kullarının yaptığı, hiçbir şey gizli kalmamaktadır...
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
"Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azablandırır. Allah, her şeye güç yetirendir.” [31]
"Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık. Kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitab çıkarırız. "Kendi kitabını oku. Bugün nefsin hesab sorucu olarak sana " [32]
İmam İbn Kesir (rh.a), hardal tanesi kadar da olsa hiçbir amelin kaybolmayacağını vurgulayarak şu açıklamayı yapar:
"Şayet o (hardal tanesi kadar olan) zerre, sert bir kayanın içinde gizlenip korunmuş veya gökler ve yeryüzünün kıyı ve köşelerine giderek kaybolmuş dahi olsa, şübhesiz Allah onu getirirdi. Zira hiçbir gizli şey ve göklerle yeryüzünde zerre ağırlığı hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Bu sebebledir ki O: "Muhakkak ki, Allah Latif dir (ilmi lâtif olandır. Ne kadar ince, lâtîf ve zayıf da olsa eşya O'na gizli kalmaz.) Habîr'dir. (kapkara gecede bir karıncanın kımıldamasından dahi haberdardır)" buyurmuştur. " [33]
Dirayetli muvahhid mü'minler, ihsan sahibi şahsiyetlerdir.. Onlar, şuurlu amel ederler.. Onlar, yegâne Rabbleri Allah'ın ilminin kendileri kuşattığını Allah'ın onları bilip, görüp işittiğini idrak etmiş ve katıksız iman etmişlerdin. Salih amellere devam ederken, bilerek veya bilmeyerek işlemiş oldukları kusur ve hatâlarında dolayı tevbe-istiğfar edip, pişmanlık içinde Allah'ın affına sığınırlar..
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
O zât (Cebrail, a.s.):
“İhsan nedir) diye sordu.
Rasulullah (s.a.s.):
“Allah'ı sanki görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Eğer sen Allah'ı görmüyorsan O, seni görmektedir" buyurdu.[34]
İhsan şuuruyla hareket eden muvahhid mü'minler, emrolundukları gibi amel eden izzet sahibi şahsiyetlerdir.. Lokman Hekîm (a.s.) da, oğluna yaptığı nasihatlarda şuurlu amel etmeyi vasiyet etmektedir.. Onlardan üç nasihati hatırlatırız..
1) Lokman Hekîm (a.s.), oğluna şöyle demiş:
“Oğulcuğum, bildiklerinle amel etmeden, bilmediklerini öğrenmeye kalkışma!. [35]
2) Lokman (a.s.), oğluna:
“Oğulcuğum, ölüm ne zaman gelip çatar, bunu bilemesin. Öyleyse ansızın gelip çatmadan önce var git, hazırlıklı ol! demiş. [36]
3) Lokman (a.s.), oğluna şöyle nasihat etmiş:
“Oğulcuğum, uyuduğun gibi ölür, uykudan uyandığın gibi de kabrinden kalkarsın! Dâima iyi amelde bulun ki, uyuman ve uyanışın gelininki gibi olsun. Sakın kötü amelde bulunma Aksi hâlde uyandığın zaman kendini, padişahın idamına ferman çıkardığı bir mücrimin korkusu içinde bulursun! [37]
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Lokman: 31/16. Not: Bu Konuda, Rabbimiz Allah'ın şu ayetini de hatırlayalım: "Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'ân'dan okuduğun Herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitabta (kayıtlı) olmasın." Yunus: 10/61.
[2] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 13,Sh. 537.
[3] H. Tahsin Emiroğlu, Esbâb-ı Nüzul, Konya, T.Y. C. 9, Sh. 118. İsmail Hakkı Bursevî, A.g.e. C. 6, Sh. 362.
Konyalı Mehmed Vehbi, A.g.e. C. ll, Sh. 4322.
[4] Bkz. Kehf: 18/110. Zariyat: 51/56.
[5] Zilzal: 99/6-8.
[6] İnsan: 76/8
[7] Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: "Sevdiğiniz şeylerden infâk edinceye kadar asla iyiliğe erişemezsiniz. Her ne infâked ersiniz, şübhesiz Allah, onu görür." Âl-i İmrân: 3/92.
[8] İbn Kesir, A.g.e. C. 15, Sh. 8570. İbn Ebu Hatim'den. Abdulfettah el-Kâdî, A.g.e. Sh. 423. İmam Suyutî, Esbâb-ı Nüzul, C. 2, Sh. 725.
[9] et-Taberî, a.g.e. C. 9, Sh. 197. İmam Kurtubî, A.g. e. C.19, Sh. 271-272. İbn Kesir, A.g.e. C. 15, Sh. 8569.
[10] Sahih-i Müslim, Kitabu Sıfati'I-Münafikin, B.13, Hds. 56-57. et-Taberi, a.g.e. C. 9, Sh. 199. Ayrıca bkz. Ahnned b. Hanbel, Müsned, C. 3, Sh. 123.
[11] Ahmed Davudoglu, A.g.e. C. ll, Sh. 209.
[12] Zilzal: 99/7-8
[13] İmam er-Rûdânî, Cemu'l- Fevaid, C. 4, Sh. 154, Hds. 7329. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, C. 5, Sh. 59 ve Taberânî, el-Mu'cemü'1-Kebir'den.
[14] İmam Malik, Muvatta', Kitabu's-Sadaka, Hbr. 6,
[15] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 19, Sh. 274.
[16] Enbiya: 21/47.
[17] Fahruddiner-Râzî, A.g.e. C. 16, Sh. 152. İmam Kurtubî, Ag.e. C. 11, Sh. 497.
[18] İmam Kurtubî, A.g.e. C. ll, Sh. 497.
[19] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru'l-Kur'ân, B. 22, Hds. 3374. et-Taberî, a.g.e. C. 5, Sh. 529. İbn Kesir, A.g.e. C 10, Sh. 5339. Ahmed b. Hanbel, (Müsned, C. 6, Sh. 280-281)'den.
[20] Casiye: 45/15.
[21] Fussilet: 41/46.
[22] Yunus: 10/44.
[23] Kehf: 18/49.
[24] Rum: 30/9.
[25] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-Birri ve's-Sılâ, B. 15, Hds. 55. İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B. 225, Hds. 490.
İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. l, Sh. 23-25, Hds. 14/14.
[26] Bkz. Kehf: 18/26. Yusuf: 12/40
[27] Bkz. Araf: 7/54.
[28] Kehf: 18/103-106.
[29] En'am: 6/88.
[30] Zümer: 39/65.
[31] Bakara: 2/284.
[32] İsra: 17/13-14.
[33] İbn Kesir, A.g.e.C 12, Sh. 6407.
[34] Sahih-i Buhari, Kitabu'l-İman, B. 37, Hds. 43. Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B. l, Hds. 1-7. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Sünnet, B. 16, Hds. 4695. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'1-İman, B. 4, Hds. 2738. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-İman, B. 5, Hds. 4957. Sünen-İ İbn Mace, Mukaddime, B. 9, Hds. 63. İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, C. l, Sh. 65, Hds. 5/47.
[35] Mehmed Öten, A.g.e. Sn. 140, No. 66. Ahmed Ziyauddin Gümüşhânevî, Levâmi'u'1-ükûl, C. 3 Sh. 543'den.
[36] Haris el-Muhâsibî, er-Riâye, çev. Şahin Filiz-Hülya Küçük, İst. 1998, Sh. 276
[37] İmam Abdulvehhab Şa'rânî, İslâm Büyüklerinin örnek Ahlâkı ve Hikmetli Sözleri-Tenbihu'1-Muğterîn, çev. Ömer Temizel, İst.1970, Sh. 145