Ahlak Şuuru
"Müminlerin iman yönünden en üstünü, ahlakça en iyi olanıdır." (Ebu Davud, Sünen, 15)
Yaratılışı itibariyle insan, biri maddi diğeri manevi mahiyete sahip iki boyutlu bir karışımdır. İnsanı gerçek anlamda ’insan’ kılan temel özelliği, bu iki varlık boyutunu bir araya getirebilme şuuru ve kabiliyetidir, insanlar sadece yemek, içmek, canını malını korumak, cinsel ihtiyaçlarını gidermek gibi sadece maddi, ihtiyaçlarla hareket etmezler. Böyle bir halde, insan hayatı âdeta hayvani bir tabiata indirgenmiş olur. Bu bakımdan, insanlarla hayvanlar arasındaki sınır çizgisi tam burada ortaya çıkar, insanlar, belirttiğimiz temel ihtiyaçlarını gidermenin ötesindeki varoluş ve değerleriyle ’insan olma’ hasletini kazanırlar.
Öte taraftan, insanın maddi hayatı ile manevi hayatını birbirinin zıtları olarak görmemek gerekir. Bu oldukça yanlış ve tehlikeli bir yaklaşımdır, insanın sadece maddi amaçlar peşinde koşturması ne kadar gayriinsani ise, manevi saikler sebebiyle maddi ihtiyaçlarını bütünüyle ihmal etmesi de yine yanlış ve gayritabiidir. Sağlıklı bir insanda bunlar makul bir denge içersindedirler. Sadece maddi ihtiyaçlar peşinde koşturmak ne kadar yanlışsa, sadece manevi değerleri kaygı edinerek maddiyatı hor görmek de öylesine yanlıştır. Her ikisi de insanlığımızı tehlikeye atacak aşırılıklardır.
Ahlak, İnsan Olmanın Tezahürüdür
İnsanların, gerek fikir (akıl) planında gerekse ameli (iradi) düzeyde gerekli ’denge noktası’nı kolaylıkla kaybedebildiklerini görürüz. Akıl ve irade doğru şekilde kullanılamadığında bazen ifrata bazen de tefrite doğru sapmalar ortaya çıkar. Ahlakın anlamını kavrayabilmek için insanı bilmek, insanın mahiyetini tanımak gerekir.
Bilmelidir ki, insan bütünüyle şahsi güdü ve arzularıyla hareket eden bir varlık değildir. İnsanın dünyası, hayvanlardan farklı olarak belli anlam ve değerler ekseninde dönen bir dünyadır. Çünkü insan, akıl sahibi bir varlık olup, yapılan fiilleri iyi ve kötü olarak ayırt etme kabiliyetini taşır. Ayırt etmekle kalmaz, aynı zamanda iyi ve kötü arasında bir seçim yapar. Davranışlarını bu seçime göre belirler, iyi veya kötü dediğimiz davranış şekilleri bireysel tercihlerimizden bağımsız değildir. İnsanın, bilmeyerek veya kendi iradesi dışında yaptığı fiiller ise zaten ahlaki bir sorumluluk meydana getirmez. ½u halde, ahlak sahibi olmayı insanın bir değer ölçüşü olarak kabul etmemiz gerekir. Çünkü ahlaki davranış, bizim başkalarıyla nasıl bir ilişki içinde olduğumuzu, bu ilişkilerde başkalarının iyiliğini ne kadar ister ve gözetir şekilde hareket ettiğimizi gösterir. Bir kimsenin ne kadar ahlaklı olduğunu ancak başkalarıyla kurduğu ilişkilerden anlarız. Yalan söylememek, dürüstlük, yardımseverlik, bencil olmamak, yoksulları doyurmak, hırsızlık etmemek, mazlumun yanında olmak gibi davranışların hepsi, başka insanlara olan saygının ve iyiliğin bir ifadesi olduğundan ahlaki sayılırlar. İnsana saygısı ve sevgisi olmayan birinden güzel ahlaka sahip olması beklenmemelidir. Ahlaklı kişi, kendisini başkalarının yerine koyan, empati duygusu gelişmiş insandır. Bunun içindir ki, ahlaki değerlerin güçlü olduğu toplumlarda barış, saygı ve sevgi ortamı vardır. Böylesi toplumlarda insanlar, ahlak seviyesine göre değer kazanır veya değer kaybederler.
Ahlak, Sosyal Kontrolü ve Barışı Temin Eder
Ahlak, toplumda değer ve itibar sebebi olduğu için fertler açısından kayıtsız kalınamayacak bir niteliğe sahiptir. İnsan sosyal bir varlıktır. Toplumu bir arada yaşatan kural ve değerlere saygılı olmak, herkes için bağlayıcı bir ödevdir.
Kimse sosyal kuralları hiçe sayarak hareket etme hakkına ve serbestliğine sahip değildir. Bu sebepten ahlaki davranışlar, insanın başkalarına olan saygısının bir göstergesi kabul edilir. Bunun karşılığında toplumun bireye verdiği ödül, ona saygı ve itibar göstermektir. Mesela verdiği sözü tutan insana karşı toplumda hem saygı hem de güven hissi uyanır. Ahlaki fiiller, toplumun atfettiği önem derecesine, aynı zamanda bireyin gösterdiği fedakârlığın veya cesaretin seviyesine göre kıymet kazanır. Sözgelimi, bazı toplumlarda misafirperverlik önemsenmekte, misafire gerekli ilgiyi göstermeyen kişiler ayıplanmakta iken, başka toplumlarda bu pek de önem taşımamaktadır.
Toplum, bireyin ’iyi’ olan davranışlarını ona gösterilen saygıyla ödüllendirdiği gibi, ’kötü’ olan davranışlarını da çeşitli şekillerde cezalandırır. Toplumun ahlak müessesesi, hukuk gibi maddi müeyyidelerle (hapis, para cezası vs.) değil, sosyal normlar (uyulması gereken kurallar) yoluyla işlerlik gösterir. Sosyal normlar, bireyler üzerinde manevi baskı oluştururlar. Bu baskı, ayıplama, küçümseme, aşağılama, telin etme, dışlama şeklindeki yaklaşımlar, tavırlar ve ifade biçimleriyle bireye, yaptığı ahlaksız fiil dolayısıyla manevi müeyyidelerde bulunur. Böylelikle ahlaki değerler, toplumu kendi içinde uyumlu bir varlık hâline getirir; kargaşaya, çatışma ve sapkınlık tehlikelerine karşı toplumu koruyan ve kontrol eden bir mekanizma işlevi görür. Eğer toplumda ahlak değerlerine dayalı bir kontrol mekanizması olmasaydı, tam anlamıyla "insan insanın kurdu" (Hobbes) olurdu. Sadece hukuki müeyyideler ve şiddet yoluyla kontrol altında tutulan bireyler, hiç kuşkusuz robotlaşan varlıklar durumuna geleceklerdir. İnsanın sosyal bir robot hâline gelmesini istemek insanlığa aykırıdır, insanın insan olması ancak manevi motivasyonla, yani ferdi hayatın akla ve duygulara dayanan bir iradeyi tezahür ettirmesiyle vaki olur. Bu bakımdan şekilci davranışlar ahlaki olma vasfını kazanamazlar.
Ahlakın Evrensel İlkeleri ve Doğruları Vardır
Ahlakın, belirttiğimiz çerçeve dahilinde sosyal bir ihtiyacı karşıladığı ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda şekillenmiş olduğu aşikârdır. Fakat, ahlakı sadece sosyal yapı ve ihtiyaçlarla izah etmek yeterli olur mu dersiniz? Acaba ahlakın, sosyal değişmelerden bağımsız bazı temelleri ve gerekleri var mıdır? İşte bu husus, ahlakın en can alıcı ama en anlamlı noktalarından biridir. Zira ahlaki değerler, gücünü dış şartlardan değil de bizatihi kendi doğruluğundan aldığı ölçüde insanı fazilet sahibi kılarlar. ½artlarla değişebilen ahlaki normlar ile her şartta geçerli ve değerli olan ahlak ilkeleri arasında büyük farklar olduğu muhakkaktır. Ahlaki olanla ahlaksız olan arasındaki ayrım özü itibariyle iyi-kötü ayrımıdır. Herkes iyiyi ve kötüyü ferdi çabasıyla bulmak mecburiyetindedir. Vicdan, bize çeşitli olay ve durumlar karşısında nasıl davranmamız gerektiğini söyleyen "iç ses"imizdir. Vicdanımızın sesi bize asla kötüyü emretmez.
Bunun için nefsin istekleriyle vicdanın sesi sık sık çatışır. Nefsimiz bencil duyguların ve menfaatlerin peşinden giderken, vicdanımız bizi bunların dışında hareket etmeye zorlar. Nefsin isteklerini bencilce bulduğu, adil olmadığı, ayrıca yalan söylemeye, saygısızlığa ve merhametsiz davranmaya sebep olabileceği için süzgeçten geçirir.
Ahlakın evrensel ilkelerini vicdanın verdiği emirlerin mahiyetinde buluruz. Buna göre her fert, vicdanın şu beş emriyle muhataptır:
1. Adil ol!
2. Merhametli ol!
3. Dürüst ol!
4. Başkalarının özgürlüğüne (kişilik haklarina) saygılı ol, tecavüze yeltenme!
5. Ödevlerini yap, bencil ve menfaatçi olma!
Vicdanın emirleri, genel anlamıyla bu beş ilkeye dayanır. Bunlarla çatışan, çelişen istek veya temayüller vicdanın emirleri olamazlar. Dolayısıyla ahlaki davranışın mihenk taşını (ölçüsünü), vicdanın zikrettiğimiz emirleri doğrultusunda hareket edip etmemekte buluruz.
Vicdan daima ’iyi’yi emreder, fakat ’iyi’nin mahiyetini mutlak olarak bilemeyebilir.
Vicdanın sesi daima iyilikten yana olsa da, o her zaman bireyin doğru karar vermesi için yeterli olmayabiliyor. Çünkü vicdan, bireyin duygusal özellikleri, algılama kapasitesi, hayat tecrübesi ile düşünce ve inanç biçimlerinden bağımsız şekilde hareket edebilen değişmez bir cevher değildir. Mesela, vicdanımız bize mutlaka adil olmayı emreder, ama neyin adil olduğu konusunda bize doğruyu gösterme garantisini veremez. Burada vicdan, bilgi ve aklın rehberliğine ihtiyaç duyar. Bilgi ve akıl, vicdanın emri doğrultusunda bireyin doğru karar vermesine yardımcı olur. Ama yine de insanlar yanılabilir. Ancak bu gibi yanılmalar sebebiyle ahlaksızlık etmiş olmayız.