Ayıp ve Kusurların Araştırılmasının Dini Boyutu
Sözlükte eksiklik, leke, kusur, utanç veren söz ve davranış anlamına gelen ayıp, bir ahlâk terimi olarak İslâm toplumunun ortak ve objektif ahlâk kurallarına aykırı olan, başkaları tarafından kınanan tutum ve davranışlar demek- (l) Başka bir ifade ile ayıp; bir insanın, ahlâk, din veya daha genel anlamıyla kamusal ya da toplumsal değerlere ve anlayışa aykırı olarak sergilediği ve duyulmasını arzu etmediği davranış veya tutuma denir. Ayıp . olarak görülen bir davranış, genellikle, benimsenen ve yararına inanılan sosyal kuralların ihlâline yol açtığı için, hukukî bir yaptırımı bulunmasa bile ayıplama ve yerme diye adlandırılan dinî-sosyal yaptırımlarla karşılaşır ve bunlar o kimsede pişmanlık ve utanma duygularını doğurur ve kişinin bu kusurlarını düzeltmesine vesile olur. İnsan yaratılışı itibariyle doğru, isabetli davranışlar sergilemeye elverişli olduğu gibi zaman zaman isteyerek ya da istem dışı hata, kusur ve ayıp olarak nitelendirilebilecek türden davranışlar sergilemeye de müsaittir.
İslâmî öğretide, haya ve edep duygusu, dinin vazgeçilmezi olan imân ile ilintilendirilmiş ve bu duygu mü’minin zineti kabul edilmiştir. Buna karşın haya ve edepten nasipsizlik ise, genelde İslâm, özelde imânı istenilen düzey ve derecede özümsememeye bağlanmıştır. Nitekim bu hususlar, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, “Haya İmândandır.” sözüyle temellendirilebilir. Dini, ideolojisi her ne olursa olsun ahlâkî ve İnsanî değer ve faziletlerin, dejenere olduğu, erdem ve faziletin özlemle arandığı çağımızda Hz. Peygamber’in bu sözünde anlamını bulan hayaya birey ve insanlık alemi olarak ne kadar da muhtacız. İlimde, siyasette, bireysel ve toplumsal hayatımızda haya duygusuna, ne derece muhtaç olduğumuzu insaf sahibi ve ahlakî değerler adına güzeli hedefleyen her insan kabullenecektir. Haya, insanı insan yapan değerlerin içselleştirilmesi başka bir deyimle öznelleştirilmesidir. Haya, vizyon-gönül, gönül-vizyon birliktelik ve diyalogunun dışa yansımasıdır. Şu kadar var ki, hayasızlığın toplumda yayılmasını isteyenler, o topluma karşı en büyük saygısızlığı işlemiş olurlar. Kur’an-ı Kerim de, “Müminler arasında hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azab vardır.”’” buyurulmaktadır. insanlara iftira etmek, onlara ahlâksızlık isnadında bulunmak da hayasızlığın bir başka türüdür. Bütün hak dinlerin temel hedefi, ahlâk ve erdemin öncelikli olduğu toplumsal bir yapı kurmak olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber’in “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim “‘hadisi de İslâm’ın ahlaklı bir toplum öngördüğünün belli başlı esaslarındandır. Ayrıca alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’in ahlâkına, Kur’an’da vurgu yapılması, onun ahlâkının ön plana çıkarılması, İslâm’ın bu konudaki anlayışına ışık tutacak ve yön verecek yegane argümanlardır. Öyle ya, ahlâksızlığın, fıtratı bozulmamış toplumlarda kabul görmesi mümkün mü? Ahlâkı güzel kimseler, tarihi süreç içinde kendilerinden hep övgüyle söz edilen insanlar değil midir? Onları ölümsüzleştiren ve bu övgüye layık kılan ne fizikî yapılan ne zenginlikleri ne de bulundukları makam olmuştur.
İnsan her ne kadar Allah’ın mükemmel bir biçimde yarattığı varlık olsa da zaman zaman bilerek ya da bilmeyerek hata, kusur ve ayıp olarak nitelendirilebilecek türden davranış ve tutumlar sergileyebilir. Ömür sürecinde hemen herkesin bu tür bir davranış veya tutum sergilemesi olağandır. Zaten Hz. Peygamber, “Bütün insanlar hata yapar, hata yapanların en hayırlısı ise hatasından dönendir"15’ sözüyle bu hususa dikkat çekmiştir. İslâm’da kişilerin sergilemiş olduğu bu tür menfi davranışların, araştırılması ve ifşa edilmesi değil, örtülmesi teşvik edilmiş, emredilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Bir kul bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter. ”<6) buyurmuştur. Herkesin anasından, babasından ve bütün yakınlarından, dostlarından kaçacağı,7 herşeyin ayan beyan meydana çıkacağı o büyük günde her insanın ortaya çıkmasını hiç de istemediği ayıp ve kusurları olabilir. Eğer o gün ayıp ve kusurlarımızın kapanmasını arzu ediyorsak, bu- gün ayıplarının kapanmasını isteyen insanlar; yardımcı olmamız gerektiği bilinciyle hareket etmeliyiz.
Sergileyeceğimiz davranışların dünyevî ve ahlâkî boyutu bir tarafa uhrevî boyutta da birtakım kazanımla elde edeceğimizi asla göz ardı etmemeliyiz. Şunu unutmayalım ki, o gün, bu tür kazanımlara ifade edemeyeceğimiz derecede muhtaç olacağız. Gerçek şu ki o gün bu günden kazanılır, bu günden kaybedilir. Ne kadar ayıp ve kusur örtebilirsek, o gün o kadar ayıp ve kusurumuzun örtüleceğini düşünmeliyiz. İnandığımı; kutsal değerler ekseninde ayıp ve kusurları ifşa etmenin değil örtmenin erdem olduğunu asla unutmamalıyız. Dinimiz İslâm, insanların ayıp ve kusurlarımı araştırılmasını, onların gizli hal ve özel hayatlarımı deşifre edilmesini yasaklamıştır. Buna karşın, dinimiz bir kimsenin ayıplarını, kusur ve hatalarını örtmeyi ahlâkî bir fazilet olarak telakki etmiştir. Şu kadar var ki örtülmesi istenilen ve Allah’ın da kıyamet gününde örteceği ayıp, kusur ve hatalar, kul hakkına taalluk etmeyen, zulüm ve haksızlık olmayan, söylenilmesi halinde kimseye fayda sağlamayan türden ayıp, hata vı kusurlardır. Bu tür günah, hata veya kusurlara muttali olanların bunları gizlenmesi dinen caiz değildir. Çünkü bu tür günah ve kusurların gizlenmesinde, başkalarının mağduriyeti söz konusudur.
Dinimiz, hata, kusur veya kuralları ihlal eden kimselere öngörülen yaptırımların uygulanması esnasında; dahi, İslâm,’ın “rahmet ve insanın saygınlığı" prensiplerinin göz önünde bulundurulmasını önerir. Aktaracağımız şu olay bu gerçeği yansıtmaktadır. Hz. Peygamberin huzuruna şarap içmiş bir adam getirilmiş Resûlullah da gerekli cezanın tatbik edilmesini emi buyurmuştu. Hadisi nakleden Ebû Hureyre söze şöyle devam ediyor: Bizden bu kimseye eliyle vuran, ayakkabısıyla vuran ve elbisesiyle vuranlar oldu. Had tatbik edildikten sonra adam ayrılıp gidince, sahabeden birisi; Allah seni kahretsin, rezil etsin, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.), “Böyle söylemeyiniz, onun aleyhine şeytana yardım etmeyiniz. ” buyurdu. Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber, şarap içip kendisine had cezası uygulattığı bir kimseye, sahabenin beddua etmesine, kötü söz söylemesin karşı çıkmış, izin vermemiştir. İşlediği bir suçtan dolayı cezalandırılan bir kimseyi ayrıca sözle kınamayı ve ona hakaret edilmesini tasvip etmemiştir. Çünkü bu davranış, insanın saygınlığına, şefkat ve merhamete aykırıdır Ayrıca bir mü’minin küçümsenmesini ve kınanmasın şeytan sevinir Zira böyle bir hakarete maruz kalan insan, topluma karşı menfi bir tutum içine girer, insanlarla ilişkilerini keser, şeytan da onu kötülük işlemeye sevkeder.
İslâm toplumunda insanlar, yuvalarından, özel hayatlarından ve kendilerinden emin olarak yaşarlar. Hangi sebeple olursa olsun, şahısların dokunulmazlığını çiğnemek, aile mahremiyetlerini ortadan kaldırıcı harekette bulunmak yasaklanmıştır. İslâm bir taraftan başkalarının ayıp ve kusurlarını tecessüs etmeyi yasaklarken, diğer taraftan kişilerin özel hayatlarının araştırılmasına da izin vermemiştir. Buna göre bir müslümanın evine girilip hâl ve durumu tecessüs edilemez. Nitekim “Ey inananlar! Zandan kaçınınız, zira zannın çoğu günahtır. Bir kimsenin noksanını ve ayıbını araştırmayınız.”10 âyeti tecessüs yasağını dile getirmektedir. Bu âyette, insanların noksanlarının araştırılması, hatalarından bahsedilmesi, gizliden gizliye şahsî hayatındaki sırlara vâkıf olmaya çalışılması yasaklanmıştır.
Başkalarının üzerine perde çekilmiş hallerini araştırmak, o perdenin arkasına uzanarak kimin ne ayıbı var, kimin ne kusuru var, kimin ne biçim gizlenmiş hataları var diye öğrenmeye çalışmak, olgun bir mü’minin sergileyeceği tavır değildir. Elmalılı merhum bu âyette yer alan tecessüs yasağını şu şekilde yorumlamaktadır: “Tecessüs etmeyin”den maksat; mü’minlerin eksikliklerini bulacağız, açık delil ve emareler elde ederek zan ve yakîn husule getireceğiz diye casus gibi inceden inceye yoklayıp araştırmayın da zâhiri olanı tutun. Allah’ın örttüğünü siz de ör- tün.”(ll) Zira insanların haysiyetine dokunan hareketlerden biri de başkalarının ayıplarını aramak, onları şurada burada söylemektir. İnsan, zaman zaman kendi kusur ve ayıplarını unutup, başkasının ayıp ve kusurlarını araştırmaya koyulur. Başkalarının eksiklerini araştırmaya kalkışmak da ahlâklı insanın işi değildir. Tecessüsün yasaklanmasının sebeplerinden birisi de herkesin kendi evinde emniyet ve huzur içinde yaşamasını temin etmek; kişileri tedirgin etmemek, onları fitne ve fesâda sürüklememektir. Toplumu teşkil eden bireylerin evlerinde dahi güven ve huzur içinde bulunmamaları, herkesin birbirinden şüphe etmesi, toplumsal bir güvensizlik ve huzursuzluk ortamının habercisidir.
Böylesine üyelerinin birbirine kuşku ile baktığı toplumda, fitne, fesat kaçınılmaz hale gelecektir. Nitekim Hz. Peygamber de “Müslümanların ayıplarını, gizli hallerini araştırmaya çalışırsan, onları ifsâd eder veya ifsâda yaklaştırmış olursun ”12 sözüyle, bu gerçeğe dikkat çekmiştir.
Resûlullah (s.a.s.) bir gün minbere çıkarak; ayıp araştıranların zayıf imânlı kişiler olduğuna işaretle sözlerine şöyle devam etti: “Ey diliyle inanıp henüz kalplerine imân girmemiş olanlar! Müslümanların gıybetini yapmayınız. Onların ayıplarını araştırmayınız. Kim onların ayıplarını araştırırsa Allah da onların ayıplarını araştırır. Allah kimin ayıbını araştırırsa onun evinin içinde dahi ayıbını açar, perişan eder. ”(l3) Yine Hz. Peygamber, ayıp ve kusurların örtülmesi konusunda, “Kim müslüman kardeşinin ayıbını görür de onu örterse diri diri kabrine gömülmüş bir yavruya can vermiş gibi olur. ”(l4) buyurdu. Nakledilen hadisler, ayıp ve kusurların araştırılması veya örtülmesi konusunda takınacağımız tavır hususunda bize yeterli fikir vermektedir.
Ayıp ve kusurların araştırılması konusunda, Hz. Ömer’in (r.a) başından geçen şu olay, oldukça ilginçtir. Nakledildiğine göre Hz. Ömer, Medine’de geceleyin kontrol görevi yaparken, evinde şarkı söyleyen bir adamın sesini işitmiş, duvardan aşıp içeriye girmişti. Eve girdiğinde, erkeğin yanında yabancı bir kadın ve içki bulunduğunu görünce:
“Ey Allah’ın düşmanı, sen günah işleyeceksin de Allah seni gizleyecek mi sandın?” dedi. Adam cevaben:
Acele etme, ey mü’minlerin emiri! Ben bir günah işledim, sen ise üç hususta günah işledin. Allah: “Birbirinizin gizli ve ayıp hallerini araştırmayınız (tecessüs)”0” buyuruyor. Sen, aksini yaptın; Allah “Evlere kapılarından giriniz.”116) buyuruyor, sen ise duvardan aşıp girdin; yine Allah: “Ey imân edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz.’I7 buyuruyor, oysa ki sen, benim evime izinsiz girdin, demiştir. Bu cevap üzerine Hz. Ömer: “Ben seni affedersem, sen de beni affeder misin? demiş, adam “evet” deyincede oradan uzaklaşmıştır.’18’ Bu olaydan anlaşılmaktadır ki, sadece bireyler değil idare de yasal bir gerekçe ve zorunluluk bulunmaksızın insanların gizliliklerini araştırıp hatalarını öğrenip arkasından da onları yakalayıp cezalandırması tasvip edilmemiştir.
İslâm’a göre insanın şahsî meskeninde yapmış olduğu bir fenalığın evinin içinde kalması, topluma yansıtılmaması gerekmektedir. Bu sebeple bir kimsenin evine ondan izin alınmaksızın girilmesi yasaklanmıştır. “Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir.”19 Âyeti bu yasağın temelini teşkil etmektedir.
Kişinin işlemiş olduğu günah, ayıp veya kusurları başkalarının açığa vurmaması dinimiz tarafından önerilirken hatta emredilirken bu tür davranışlarda bulunan kimselerin de kendi ayıp ve kusurlarını lakayt bir şekilde topluma açıklamaları uygun görülmemiştir. Zira Resûlullah (s.a.s.), İşlediği günahları açığa vuranlar dışında, ümmetimin tamamı affedilmiştir. Bir adamın gece kötü bir iş yapıp Allah onu örttüğü halde sabahleyin kalkıp: Ey falan! Ben dün gece şöyle şöyle yaptım, demesi, âşikâre işlenmiş günahlardandır. Oysa kişi, Rabbi kendisinin kötülüğünü örttüğü halde geceyi geçirmişti. Fakat o, Allah’ın örttüğünü açarak sabahlıyor.’"20’ buyuruyor. Günah işlemek, kusur ve hata yapmak, sevilmeyen, arzu edilmeyen ve sahibine de hiçbir fayda sağlamayan sadece kötü görülmesine ve bayağı sayılmasına sebep olan bir durumdur. Durum böyle iken gizli kapaklı bir yerde işlenen ve Allah’tan başkasının bilmediği, bir anlamda Allah’ın da örttüğü bir günahı, faziletmişçesine ortaya dökmek ve başkalarına anlatmak, dinî açıdan tasvip edilmemiş hatta böyle davranan kimselerin Allah’ın bağışlamasının dışında kalacakları ifade buyurulmuştur. Böylesi- ne ağır bir manevî müeyyidenin öngörülmesi, işlenen günahın toplumda yaygınlaşmasını, onun normal bir davranış olarak algılanmasını önleme amacına yöneliktir. Nitekim Islâm ahlâkçıları da ayıp sayılan davranış ve tutumları, herkesin gözü önünde işlemenin gizlisine göre daha kötü bir davranış biçimi olduğunu ısrarla belirtmişler, kişinin ayıplarını insanlardan saklamasının ve toplumun da bu tür davranışlar karşısında duyarlı olmasınının önemi üzerinde durmuşlardır.21’ Şu kadar var ki, Islâm ahlakına göre, ayıplanma veya başka herhangi bir baskıya maruz kalma endişesiyle kötülükten kaçınmak kişiye fazilet kazandırmaz. Zira hiçbir ayıp Allah’a gizli kalmaz.
“İçinizde olanı gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki her şeyi, yerdeki herşeyi de bilir. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.”22’ Âyeti bu hususu dile getirmektedir. Hiçbir ayıp Allah’a gizli kalmayacağına göre, insan öncelikle O’ndan haya etmeli ve imkan ölçüsünde kendi kusurlarını düzeltmelidir. Günah ve kusurlarını başkalarına anlatanlar, günah işlemeleri bir yana diğer taraftan Allah’ı, Resûlünü ve mü’minleri adeta hafife almış, kötülüklerini iyilik, günahlarını sevap, bayağılıklarını fazilet saymış olurlar. Oysa günah işleyen bir kimsenin, hiç olmazsa onu gizli tutması, kendisini aşağılanmaktan kurtarır. Ayıp ve kusurların açıklanması, bu tür davranışlarda bulunanlarda haya duygusunun zamanla yok olmasına sebep olmaktadır. Ancak bu tür davranışların örtülmesi, davranış sahiplerinin gördükleri şefkat ve merhamet karşısında kendilerine çeki düzen vermelerini teminde önemli bir etkendir.
Ayıpların araştırılıp ortaya dökülmesi; insanları birbirine düşürmekten, aralarında kin ve düşmanlık tohumları ekmekten, fenalıkların yayılmasından başka bir şeye yaramaz. İnsanların gizli kalmış kusurlarını açıklamak, herkese duyurmak onların utanma duygularının yok olmasına, sosyal kontrolün azalmasına ve böylece ahlâksızlığın süratle yayılmasına da sebep olur. Peygamberimiz ve ashabı, kimsenin ayıplarını araştırmamış ve araştıranları da şiddetle kınamıştır. Peygamberimizin; “Din kardeşini bir suçundan dolayı ayıplayan kimse, o suçu (günahı) kendisi de işlemedikçe ölmez. ”23’ uyarısını da hiç bir zaman unutmamak gerekir. Ayıp ve kusurların örtülmesinde, Resûlullah (s.a.s.)’ın takip ettiği metod konusunda bir fikir vermesi açısından şu hadise de oldukça ilginçtir. Şöyle ki, Mâiz’in zina yaptığını gören ve onu ikrara teşvik eden şahsa Peygamber (s.a.s.), “Keşke onu elbisenle örtseydin (de görmeseydin). Bu senin için daha hayırlı olurdu. ”’24 buyurmuştur. Bu ifade, ayıp ve kusurların deşifre edilmemesine en güzel delil ve örnek olsa gerek.
--------------------------------------------------------------------------
1- Çağma, Mustafa, "Ayıp", DİA.
2- Buhâri, İmân, 3.
3- Nûr, 19.
4- Muvatta, Hüsnü’l-huluk, 8.
5- Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyamet, 49.
6- Müslim, Birr, 72. Ayrıca bkz. Buharı, Mezâlim, 3; Ebu Davûd, Edeb, 38.
7- Abese, 34-36.
8-Mü’min, 16.
9- Buhârî, Hudûd, 4,5.
10- Hucurât, 12.
11- Elmalı’lı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VI, 4473
12- Ebû Dâvûd, Edeb, 37.
13- Ebu Davûd, Edeb, 35. Ayrıca bk. Tirınizî, Birr, 85.
14- Ebû Davûd, Edeb, 38.
15- Hucurât 12.
16- Bakara 189.
17-Nûr 27.
18- Elmalılı, VI, 4473-4474; Mevdûdi, Tefhîmü’l-Kıır’an, VI, 453.
19- Nûr, 27.
20- Buhâri, Edeb, 60; Müslim, Zühd, 52.
21- Çağırıcı, "Ayıp”, DİA.
22- Âl-i tmrân, 29. Konu ile ilgili şu âyetlere bkz. Al-i Imrân, 5;lbrâhîm, 38; el-A ’la, 7; el-Miimtahme, 1.
23- Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâmet, 53.
24- Ebû Davûd, Hudûd, 7; Muvatta, Hudûd, 3; Müsned, V, 217.