Ahlâk ve Toplum
Ahlakın temel unsurlarını bu hafta da konuşmaya devam edelim. Daha önce ahlakın, ancak özgür iradenin varlığıyla ve bu iradenin amele dönüşmesiyle ortaya çıkabileceğinden bahsettik. Bu hafta bu unsurlara bir üçüncüsünü eklememiz gerekiyor. Ahlakın varlığı bir toplumsallığı da zorunlu kılıyor. Çünkü hiçbir insan toplumsal bir hayattan izole yaşayamaz. Şimdiye kadar insanı açıklamaya çalışanların vurguladığı önemli bir husus, insanın sosyal bir varlık olduğudur.
Örneğin Aristotales insan hakkında fikirlerini dile getirirken “zoon politikon” kavramını kullanır. İnsanın politik bir varlık olduğunu yani birlikte yaşamasının tabiatı gereği olduğunu söyler. Yine Aristoteles, nasıl ki insanın uzuvları birbirinden ayrıldığında kendi kendine yetemiyorsa insanların da toplumdan ayrıldığı zaman kendi kendine yetmesi mümkün değildir, diyerek insanın ancak toplumsallık içerisinde var olacağını ifade etmiştir.
Bunun yanında Farabi de insanın toplum içerisindeki konumuna dikkat çekmiş ve insanın varlık gayesine toplumsal yaşam içerisinde ulaşabileceğine değinmiştir. İbni Haldun da, “Medeniyyun bit’tab” kavramını kullanırken bunu anlatmaya çalışıyor. Yani İbni Haldun’a göre de insan tabiatı itibariyle beraber yaşamak zorundadır. Bu örneklendirdiğimiz düşünürler ve daha birçokları insanın hem varlık sebebini hem de varlığını sürdürme imkânını birlikte yaşamanın zaruretine bağlıyor.
İnsanın sosyal bir varlık olduğu kanaatine ulaştıktan sonra; insan ile toplum arasındaki ahlaki ilişkiyi değerlendirirken dikkat çekmemiz gereken asıl nokta toplumdan neyi kastettiğimiz olmalıdır. İnsanın diğer insanlarla zorunlu ilişkisi olduğu bir gerçek. Aynı zamanda insan, diğer canlı ve cansız varlıklarla da bir şekilde ilişki kurmak zorundadır. Bir defa ferdin ilişkide olduğu toplumu sadece insanlardan müteşekkil topluluk olarak değerlendirmemiz ahlakı dar alana hapsetmemize neden olacaktır. Bu yüzden toplum dediğimiz zaman her bir ferdin ilişkide olduğu insanların dışında tüm canlı ve cansız varlıkları da kapsayacak şekilde anlaşılması isabetli olandır. Bu şekilde ele aldığımız zaman ahlakı hayatın tüm alanına yerleştirmiş oluruz.
Çağımızın insan anlayışı temelde ferdin kişisel menfaatinin öncelenmesine dayanır. Buna göre kişinin çıkarına olan meşrudur ve iyidir. Buna bir sınırlama getirmek istenilse bile en fazla diğer insanlar da hesaba katılır. Ama doğadaki yaşama ve çevreye karşı bir sorumluluk duygusu bu anlayışta kendine pek yer edinemez. Geçmiş yıllarda yapılan bir araştırmaya göre 8 milyara yakın insan, yeryüzünde yaşayan bütün canlıların yüzde 0,01’ini oluşturuyor. Ve bu araştırma, bu kadar az olan insan nüfusunun yeryüzündeki hayvanların yüzde 83’ünü, bitkilerinse yarısını yok ettiğini söylüyor.
Ahlakın toplumsallığı tam da bu noktaya hitap ediyor. İnsanın sorumluluğunun canlı-cansız tüm tabiatı içine alacak şekilde genişletilmesi. Bunun için bir insana karşı yaptığımız iyi veya kötü davranış ahlakın konusu olacağı gibi hayvanlara muamelemiz ya da doğaya karşı tutumumuz da ahlakın konusu olacaktır. Ahlakın toplumla ilişkisini bu pencereden değerlendirdiğimizde olayın ne kadar geniş bir boyut kazandığını görebiliriz. Ahlakın varlık sebebini toplumsallık olarak açıklarken bu yatay hiyerarşiyi de dikkate almamızın gerekliliği ortadadır.