Unuttuğumuz Bir Hslet - Edep - Ahlak
Modern zamanların Müslüman kimliğinde oluşturduğu aşınmanın kendisini en fazla hissettirdiği alanlardan birisi, hiç kuşkusuz "edep” ile ilgili olandır. Bir zamanlar aile içi ilişkilerden, hoca-talebe ve yönetici-yönetilen münasebetine kadar hayatımızın her evresine ve alanına damgasını vuran mümeyyiz vasıf edep iken, bugün ne yazık ki bu kelime çoğumuzda gereksiz bir ayrıntının yaptığı çağrışımdan daha fazlasını yapmıyor.
Selef-i salihinin anlayış ve gidişatına şöyle bir göz attığımızda edebin, onların hayatına nasıl önemli bir ağırlığa ve belirleyiciliğe sahip olduğunu hemen fark ediyoruz.
Sahabenin (Allah hepsinden razı olsun.) Hz. Peygamber (sav)’den edindikleri, sadece ilimden ibaret değildi. Onlar, o nebiler sultanının günlük hayatını gözler, gerektiğinde aile içi ilişkilerini müminlerin annelerinden sorup öğrenir ve hayatlarını ona göre düzenlerlerdi.
Mevdudi’nin yerinde tespitiyle sahabe, Hz. Peygamber (sav)'e benzeme konusundaki hırs ve hassasiyetleri sebebiyle mizac-şinas-ı resul olmuşlardı. Hadis ve tabakat kitapları bu konudaki çarpıcı örneklerle doludur.
Sadece ilmin değil, aynı zamanda edebin de Hz. Peygamber Döneminden itibaren hoca-talebe, mürşit-mürit ilişkisi zımnında tevarüs edilmesi, modern insanın ne kadar da yabancısıdır.
El-Kasım b. Sellam'ın naklettiğine göre Abdullah b. Mes’ud (ra)’un arkadaşları ve talebeleri, sadece ilim öğrenmek için değil, aynı zamanda onun gidişatını, tavır ve davranışlarını ve hatta giyim-kuşamını örnek almak için yanına giderler ve ellerinden geldiğince bu alanlarda da kendilerini ona benzetmeye çalışırlardı. Bu durum, sahabe-tabiun ilişkisi bağlamında sadece ibn Mes'ud (ra)’a münhasır değildir. Ancak yerimiz daha fazlasını zikretmeye elverişli olmadığı için burada zikrettiklerimiz sadece birer örnek olarak kabul edilmelidir. Aynı durum, aşağıda zikredeceğimiz (daha sonraki dönemlere ait) örnekler için de geçerlidir.
Tabiunun orta tabakasından olan ibn Sirin'in belirttiğine göre Tabiunun büyüklen, sahabeden, edebi, tıpkı ilim öğrendikleri gibi öğrenirlerdi.
imam Ahmed b. Hanbel'in meclisinde beş bin veya daha fazla kişi ilim yazardı; diğerleri ise ondan edep ve gidişat talim ederdi.
İmam Malik de, bir gence tavsiyede bulunurken, ilim öğrenmeden önce edep öğrenmesini söylemiştir.
Bu gelenek, bizim gibi kimlik erozyonuna uğramamış nadir coğrafyalarda kesintiye uğramadan devam etmiştir, etmektedir. Söz gelimi, zahir-batın dengesini gözetme konusundaki hassasiyetleriyle temayüz eden Hint-Pakistan uleması, bu geleneğin yaşatılmasına büyük özen göstermektedir.
O diyarda şeyhin-üstadın her halinde yanında bulunan yakın talebeleri, yanlarından eksik etmedikleri defterlere, onun ağzından çıkan her sözü, her tavır ve davranışını kaydederler.
Hastalığında-sağlığında, misafir kabulünde, yemek esnasında, sohbette vs. hocanın her söylediği ve her davranışı yazıya geçirilir ve normal ilim meclislerinde elde edilemeyecek kıymetli ilmi ve ebedi nükteler böylece kayıt altına alınarak "el- Melfuzat” veya “el-Fuyuzat" adıyla çoğaltılır, neşredilir.
Ulemadan Ebu Zekenyya el-Anberi şöyle demiştir:
"Edepsiz ilim, odunsuz ateş gibidir; ilimsiz edep ise cesetsiz ruh gibidir. "
İmam Ebu Hanife’nin, imam Muhammed tarafından nakledilen şu sözü edebin büyük insanlar için ne anlama geldiğini hiçbir yoruma mahal bırakmayacak tarzda ifade etmektedir.
"Ulemadan (onların ahvaline dair) nakledilenler ve onların, meclislerindeki ahvali benim için fıkhın birçok bahsinden daha sevimlidir. Çünkü anlatımlarda, önceki ulemanın adap ve ahlakı vardır. "