Ahlaksızsan İstediğini Yap
"Mü'minler arasında hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır." 24/19
Günümüz toplumunda en büyük sıkıntılarımızdan birisi de hayasızlıktır. Hiç iman etmemiş veya gerektiği şekliyle iman etmemiş kimselerde bunu anlayabilmek pek zor olmayabilir ama imanı bütün olanlar olarak görülenlerde bunun anlaşılması gerçekten çok zor.
İçinde yaşadığımız cahili toplumun veya cahili sistemin, topluma öngördüğü ahlaksız hayatın bütün menfi etkenleri maalesef, çok kolayca Müslüman olanların hayatına nüfuz edebiliyor. Ve böylece karşı koymayı, direnmeyi ve mücadeleyi unutan bizlerin (Müslümanların) konuşmaları, söylemleri, gündemleri, idealleri, yaşantıları, aşkları ve tüm mahremiyetleri ilahi güç katında hiçbir değer ifade etmediği gibi toplumsal noktada da hiçbir ayrıcalık ve belirginlik göstermiyor. Bunun da ötesinde cahili sisteme yüzde yüz ters olan bir hayatı kabullenen biz Müslümanların, onlardan farksız ve her şeyi ile onlarla örtüşen bir hayat yaşamamız, söylem ve eylem farklılığı sebebiyle iyice sırıtıyor. Mesela başı kapalı, ağzı sakızlı, dar etekli, kısa kol tişörtlü ve tişörtünün üzerince "Kiss Me" (Öp beni) yazılı ablamızın kalem çekili gözleriyle, derinden etrafı süzerek yürümesi veya hayatlarının baharında birbirlerinin bellerine dolanıp da çarşı-pazarda uluorta yollarına devam eden sakallı Müslüman ağabeyimle tesettürlü müslime ablamın bu pratik yaşantıları ne kadar İslami (!) ise hayaları da o kadar yakışıktır.
Oysa haya, hayattır. İnsanı insan yapan, onu anlamlandıran hayadır. Hayasız insan ne anlam ifade edebilir ki. Bu güzel haslet maalesef bazı telkinlerle zayıflatılmakta ve yok edilmektedir. Açılıp saçılmak, özgürlük adına her şeyi yapmak ve söylemek, her işi hakkıyla yapmayı aptallık saymak, kaytarmayı ve gününü gün etmeyi iş bilir olarak görmek, haya duygusundan sıyrılmak, her ne şekilde olursa olsun en iyiyi elde edebilmek akıllıca görülmektedir.
Hayat da önümüze çıkan her şeyi helal-haram, meşru-gayri meşru sınırında arama zorunluluğumuz olduğu gibi, iyi-kötü, güzel-çirkin, makbul-merdut sınırında da arama zorunluluğumuz vardır. Her yapılan şey veya her edepsizlik belki haram değildir ama çirkindir, kötüdür, ayıptır veya temsil ettiğin hayata mugayirdir. Bu tür inceliklere kesinlikle dikkat etme mecburiyetimiz vardır. Kadın ve erkeğin tertemiz fıtrat üzerine olan yaratılışlarını bozmadan, kirletmeden, haya sınırlarını zorlamadan her halükarda muhafaza etmeye çalışmaları, inancı ve yüce değerleri dejenere olmamış erdemli insanların yapabileceği işlerdir.
Haya; utanma, sıkılma, ar, namus, edep, ahlak kaidelerine bağlı olma anlamına gelir. Ragıp; "Nefsin kendini kabih şeyi yapmaktan tutmasıdır." diye tarif edip hayayı şöyle açıklar: "Haya insana has bir duygudur. Bununla her istediğini yapmaktan kendini alıkoyarak hayvandan ayrılır. İffet ve hayırdan mürekkeptir. Bu sebeple haya sahibi çok şecaatli olamaz. Nadir şecaat sahipleri utangaçtır."
Şeriat da, kötü ve çirkin olanlardan kaçınmaya, hak sahibinin hakkına riayetsizlikten men etmeye sevk eden huya veya ahlaka denir.
İslam, Müslümanlara hayayı emretmiş ve bu dinin en bariz faziletinin haya olduğunu Efendimizin diliyle şöyle ifade etmiştir: "Her dinin (kendisine mahsus) bir ahlakı vardır. İslam'ın ahlakı da hayadır." Yani İslam'a kıvam veren seciyesi, güzellik katan mürüvveti hayadır. Efendimizin bu sözü ile kendi nefsi öylesine bütünleşmişti ki, hayanın belki de şekillenmiş hali sayılabilirdi. Ebu Musa El-Hudri onun hayasını şöyle ifade eder: "Allah resulü perde arkasındaki bakireden daha fazla haya sahibi idi. O, bir şeyden hoşlanmadığında onu hemen yüzünden anlardık...."
Burada bekar kızın hayası ile yapılan mukayese, Efendimiz'in (sav) hayasının şiddetini ifade eder. Ama onun bu üstün edebi, Allah'a ve insanlara ait bir hak çiğnendiğinde, olayın çirkin veya ayıp oluşuna bakmadan derhal müdahale etmesine engel teşkil etmezdi. Yine Resulüllah'ın (sav ) bu hayası "Hududullaha girmeyen meselelerde" olmuştur. Kinaye tarzının yeterli olmadığı, açık bir şekilde ifade edilmesi gereken meselelerde hayaları, açık konuşmalarına mani olmamıştır. Resulüllah (sav) yeri geldiğinde o tür mevzulara "Allah gerçeği söylemekten çekinmez." Ahzap 53. ayetini okuyarak çekinmeden girmiştir. Ashab-ı Kiram da yeri geldiğinde aynı ayeti okuyarak meselelerini sormuşlar, öğrenmişler ve bundan dolayı birbirlerini ayıplamamışlardır.
Nevevi der ki: "Hakkı öğrenme meselesinde haya etmek, dinin talep ettiği hakiki haya değildir. Zira hayanın tamamı hayırdır. Haya hayırdan başka bir şey getirmez. Dini ilgilendiren ve fakat utandırıcı meselelerde sualden vazgeçmek hayır değil, şerdir. Öyleyse şer getiren şey nasıl haya olur?"
İman sağlamlığının göstergelerinden birisi de hayadır. "Haya ile iman birbirini tamamlar, biri gidince diğeri de gider." buyuran Efendimiz (sav), hayasından sıyrılan insanın her an bir başka rezaletle, hayasız hareketlerle baş başa kalabileceğini ve sonunda imanından olabileceği tehlikesinin altını ısrarla çizmiştir ve uyarmıştır.
İnsanın haya perdesi yırtılınca ve ar damarı patlayınca, artık yaptıklarının hesabından korkmaz. Kimsenin kınamasından çekinmez ve her istediğini elde edebilme uğruna her yolu kendine mübah görür. "Allah'tan korkmayan kuldan utanmaz." sözü bunun veciz ifadesidir.
"Bir işte çirkinlik bulunması onu lekeler; bir işte haya duygusunun bulunması ise onu süsler." diyen Efendimiz'in (sav) sözü ile çok iyi giden bir halin (vakıanın) küçük bir kısmında çirkin bir sözün veya durumun ortaya çıkmasıyla "Bir çuval inciri batırdın." sözü aynı sakıncayı vurgular. Çirkinlik neye bulaşırsa onu lekeler, kirletir ve sevimsiz hale getirir. Mesela konuşma anında aşırı sertlik, uygunsuz kelimelerin kullanılması, yalan, gıybet gibi yakışıksız durumlar tüm konuşmayı berbat edebilir. Veya alış-verişinde dürüst olmayan bir tüccarın bu tavrı onu lekeler ve müşterileri nazarında onu sevimsiz hale getirir. Hiçbir toplumda bu tür davranışlar sevilmez. Haya dediğimiz utanma duygusu ise tüm çirkinliklerden uzaklaşma, dengeli ve yerli yerinde hareket etme gücü olduğundan nerede bulunursa orayı süsler ve güzelleştirir.
İbn-i Mesut (ra) anlatıyor: "Resulüllah (sav) : Allah'tan hakkıyla haya edin!, buyurdular. Biz: Ey Allah'ın resulü, biz Allah'tan haya ediyoruz, dedik. Ancak o şu açıklamayı yaptı: Söylemek istediğim bu değil. Allah'tan hakkıyla haya etmek, başı ve onun taşıdıklarını, batnı ve onun ihtiva ettiklerini muhafaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır. Kim ahireti dilerse dünya hayatının zinetini terk etmeli, ahireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah'tan hakkıyla haya etmiş olur." İşte bu mana ile haya, hayatın tamamındadır. Her alanda Allah'ın rızasına uygun düşünce geliştirme, söz dinleme, söz söyleme, yaşama, bütün organları Allah'ın razı olmayacağı söz ve fiillerden koruyarak, ebedi ve asli mekana hazırlıklı olmadır.
Süfyan İbn-i Uyeyne de şöyle demiştir: "Haya takvanın en hafif mertebesidir. Kul haya etmedikçe Allah'tan korkmaz. Ehli takvanın takvaya, hayadan başka girdiği bir kapı var mıdır?"
Resulüllah (sav), utangaç kardeşine bu huyunu terk etmesini söyleyen Medineli bir Müslümanın yanından geçerken ona: "Onu kendi haline bırak; zira haya imandandır."buyurdu.
İman, insanı nasıl fena davranışlardan alıkorsa, utanma duygusu da tıpkı iman gibi fenalık yapılmasına fırsat vermez, kötülükten vazgeçirir. İnsana insanlığını hatırlatır. Ve daima imanı besleyip olgunlaştırır. Zannedildiği gibi haya duygusu, insanın hakkını elde etmesine mani olmaz. İnsanın rızkını kazanmasına, hakkını savunmasına engel olan utanma duygusu değil çekingenliği, korkaklığı ve beceriksizliğidir. Haya ile bunlar aynı şeyler değildir.
"Hayanın tamamı hayırdır." Ve "Haya, ancak hayır kazandırır." buyuran haya abidesi sevgili Peygamberimiz (sav) her çeşit çirkinlik, kötülük ve haksızlıktan kaçınmanın hayır olduğunu, bunun da kul için ciddi kazanımlar olacağını belirtmiştir.
Mevla'mızın sayısız nimetlerini görme, tatma ve ona nankörlük etmeden hakkıyla kul olmaya çalışma en büyük haya göstergesidir. Bunun da ötesi Efendimizin diliyle:
"EĞER HAYAN YOKSA GİT DİLEDİĞİNİ YAP."