Bazı Ahlaki Çöküntüler
Kendini beğenmişlik anlamına gelen “ucup” da yine ahlaki çöküntülerden bir başkasıdır. Bu tür insanlar, kendilerinden başka hiç kimseyi beğenmemek gibi bir illete tutulmuşlardır. Kendilerine âşıktırlar. Hariçten gelen her türlü değer ya da uyarıya, ancak kendilerini beğenme noktasında açıktırlar. Tenkit edilmeyi asla hazmedemezler. Kendilerini bütün güzelliklerin odağında görürler. Onlara bu telkini yapan nefs-i emareleridir. Dolayısıyla bunların çok ciddi bir nefis terbiyesinden geçmeleri gerekir.
Gösteriş ve riya da yine ahlaki bir çöküntüdür. Yapılan işin zati değerinden çok, başkalarının onları görmesini, beğenmesini ve takdir etmesini öne çıkaran her türlü dürtü riya kategorisine dâhildir. Bunlar başkalarına yardım ederler; fakat dertleri kendilerine cömert dedirtmektir. Savaşa katılır, canlarından bile olurlar; fakat maksatları cesur olduklarını ispattır. Kendilerini nafile ibadetlere salarlar, namaz kılarlar, oruç tutarlar; fakat esas dertleri öyle anılmaktan ibarettir.
Böylesi zorlu bir hastalıktan kurtulmanın yolu ise, ihlası kazanmak, imandan gelen telkinlerle kendisini Cenab-ı Hakk’ın huzurunda hissetmeye çalışmak ve O’nun huzurunda başkalarına meyletmenin lüzumsuzluğunu ve edep dışı bir davranış olduğunu düşünmek ve davranışlarını sürekli bunlar ve benzeri kriterlere tabi tutarak yaşamaktır.
Bir başka kötü ahlak örneği de hasettir. Haset, bir başkasına verilmiş değeri çekememek, o değerin kendisinde olmasını şiddetle istemektir. Bu huy insanı içten içe çürümeye götürür. Başkasının malından, mülkünden, makamından, huzurundan, mutluluğundan hatta hiç kıskanılmaması gereken manevi değerlerinden rahatsız olur; bütün bunların olmamasını talep eder. Kadere küser, kaderi tenkide başlar. Bu arada, kendi iyi davranışlarının sonuçlarını da yakar, mahveder.
Hasedin çaresi, bütün iman esaslarını içselleştirmek ve özellikle kadere imanı şuur haline getirmektir. Maddi değerlerde, kendinden üstünlere değil kendinden aşağılara bakmak da yine bir başka çaredir. Manevi değerlerde ise, kendinden üstünleri örnek alıp onlar gibi olmaya çalışmaktır.
Açgözlülük anlamına gelen “tama” da yine ahlaki açıdan sorgulanması gereken bir huydur. Açgözlülük, her mülkü kendi mülkiyetine geçirme, mal-mülk adına her şeyin onun olmasını arzulama zaafıdır. İhtiyaç ve zaruret ölçüleri onun için hiçbir anlam ifade etmemektedir. Kazandığını, yeme, tüketme ya da başkalarıyla paylaşma gibi bir derdi de yoktur açgözlünün. Tek sabit düşüncesi, kazanmak, bol bol kazanmak, mal yığmak, ihtikâr yapmak; meşru - gayr-i meşru demeden sadece kazanmaktır. En tehlikelisi de başkasının elindekilere göz dikmek; ne pahasına olursa olsun onları da sahiplenmektir.
Kişisel bağlamda düşünüldüğünde pek fark edilmeyen “tama” tehlikesi; milletler ölçeğinde düşünüldüğünde nasıl tehlikeli bir kaos kaynağı olduğu çok açık görülür. Hele “tama”nın sistemleşmesi, kurumsallaşması insanlık adına çok büyük tehlikedir; nitekim dünyamız şu anda böylesi bir tehlike içinde çırpınıp durmaktadır.
Hırs, bir şeyi, olması gerekenin çok fazla ötesinde istemektir. Bu tür talepler, çoğunlukla mahrumiyetle neticelenir. Çünkü hırslı kişi aynı zamanda acelecidir.
Hâlbuki her oluşum, hareket kadar, süreci de zorunlu kılar. Süreç olgusunun ihmali, olmamanın da bir gerekçesidir.
Bir başka ahlaki çöküntü de tembelliktir. Tembellik, sebeplere riayet kuralıyla kavgalı bir hale hapsolmanın adıdır. Tembelliğin en tehlikelisi de tevekküle sığınılarak yapılanıdır. Halbuki ne tevekkül tembelliğe sebeptir; ne de tembelliğin tevekkülle bir ilişkisi vardır.
Tevekkül, kulun kendi alanına giren bütün şartları yerine getirdikten sonra, neticeyi Cenab-ı Hakk’a bırakmasıdır. Kulun kendi alanına giren şartları yerine getirmesine “tedbir” denilir. Tedbirsiz tevekkül, abdestsiz namaza benzetilir. Tembellik, alan el olmaya, başkasına avuç açmaya mahkûmiyettir. Böylesi bir akıbet ise, hem birey hem de toplum adına en kötü esarettir.
Dedikoduculuk anlamına gelen “gıybet” de yine kötü ahlak cümlesindendir. Gıybet, kişiyi arkasından çekiştirmek, yüzüne söylese hoşnut olmayacağı sözleri gıyabında sarf etmektir. Eğer söz konusu olumsuzluklar o kişide gerçekten varsa buna gıybet denir; eğer yoksa hem gıybet hem de iftiradır.
Gıybet benzeri bir diğer ruhi hastalık da “nemime” denilen laf taşıma olayıdır. İnsanları birbirine düşürmekten, kin ve düşmanlığı körüklemekten öte hiçbir yararı olmayan “nemime” hali, insan adına çok ciddi bir kusurdur.
Yalan söylemek de öyledir. Yalan, gerçek dışı beyanda bulunmanın adıdır. Ve sadece bireysel değil çok önemli bir toplumsal sorundur.