Birlikte Yaşama Ahlakı
Modern zamanlarda sıkça dillendirilen meselelerden birisi de “Birlikte yaşama ahlakı” konusudur. İnsanlık doğusuyla batısıyla belki de tarihin hiçbir kesitinde tanık olmadığı ölçekte siyasi, dinî ve etnik eksenli ayrımcılık, dışlama gibi olgularla karşı karşıyadır. Bu nedenle olsa gerek ki, zengin bir birlikte yaşama tecrübesine ve kültürüne sahip insanlık, bu yaşanan olumsuz sürecin ve vakıanın ilgi ve ilintileri üzerinde kafa yorma gereksinimi duymuştur. Zira söz konusu tehdit, gün geçtikçe istemli ya da istem dışı hemen herkesi bir şekilde kapsam alanına çekmektedir. Neticede terör, şiddet ve savaşlar belirli coğrafyalara özgülense de insanlık topyekûn yaşanamaz bir dünyaya doğru hızla yol almaktadır.
Etnik kökenleri, coğrafyası, dili ve dini farklı olanların yanı sıra; aynı dine mensup olup farklı mezhep ve meşrepleri benimsemiş kimselerin hatta aynı aile bireylerinin bir arada yaşamalarının terimsel ifadesidir “birlikte yaşama”. Bu itibarla birlikte yaşamanın kapsamı oldukça geniştir.
Günümüzde ifade ettiği kavramsal anlam bir tarafa, insanlığın/insanoğlunun atası Hz. Âdem ve eşinin yaşam serüvenine birlikte başlamaları da, birlikte yaşamanın tarihsel kökeni konusunda bizlere bir fikir vermektedir. Bu noktada iki insan aynı ortamı paylaştığında birlikte yaşamanın hem hukuku hem de ahlakı gündeme gelir. Ahlak, daha iradi ve içsel/içkin bir reflekstir. Dolayısıyla arzulanan, bir arada yaşamanın kurallarının ahlak zeminine oturmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamberin ahlakının yüceliğine vurgu yapılması da bu ifadelerin desteklenmesi bağlamında zikredilebilir. Zira hukuk normatiftir, kurallar içselleştirilsin içselleştirilmesin zahirde iradi ya da gayriiradi uyulması, tabi olunması gerekir. Bunun tabii sonucu hukukun tanzim ettiği ilişkiler çoğunlukla mekanik bir hüviyet arz eder. Ahlak ise, insanın âdeta eti-kemiği mesabesinde olup ondan ayrılmaz bir vasıf, tutum, davranış olarak sudur eder. Söz gelimi kamera kaydı olmadığında ya da polisin tespit ihtimali bulunmadığında da kırmızı ışıkta durmak ahlaki bir davranıştır.
İnsan, ontolojik açıdan bakıldığında aynı özden neşet etmiş bir varlıktır. Nitekim “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının…” (Nisa, 4/1.) ayeti insanların aynı özden yaratıldığını dile getirmektedir. Peygamber efendimiz de “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır.” (Buhari, Edebü’l-Müfred, 309-334.) buyurarak bu birlikteliğe vurgu yapmıştır. “İnsanlar senin, ya dinde kardeşin, ya hilkatte eşindir” sözüyle de Hz. Ali insanlığın aynı özden geldiğini ifade etmiştir.
Ancak tarihsel süreç içinde insanlar dil, din, etnik köken ve kültür gibi unsurlar dikkate alındığında farklı sınıflara ayrılmışlardır. Bütün ilahî dinler, söz konusu farklılıkları bir zenginlik vesilesi addederek evvela yeryüzünün yaşanabilir kılınması ve mamur hâle getirilmesi üzerinde ısrarla durmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Semud kavmine de kardeşleri Salih’i peygamber gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yok. O sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise ondan bağışlanma dileyin; sonra da ona tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap verendir.” (Hud, 11/61.) buyrularak Hz. Âdem ve neslinin dünya sahnesine böylesine ulvi bir görev için ve ağır bir sorumlulukla gönderildiği ifade edilmiştir. İmar ve ömür kelimelerinin aynı kökten türediği, ömrün imar ile ne derece yakından ilintili olduğunu ima etmektedir. İnsan kendini, çevresini hasılı ilahî rızaya vesile olacak her şeyi ömür sürecinde imar etme sorumluluğu ve gayreti içinde olduğunda ömür bir anlam ifade edecektir.
İnsanlığın yaratılış amaç ve hikmetinden uzaklaşarak yolunu kaybettiği zamanlarda, Yüce Allah, en seçkin kulları peygamberleri vasıtasıyla insanlığa doğru yolu dahası onun gereklerini hatırlatmıştır. Ancak, insanlık tarihsel süreçte zaman zaman bu istikametten sapmış, kendisine, çevresine ve Rabbine karşı duyarsızlaşmıştır. Tarih, yaratılış itibarıyla bir özden gelen ve kardeş olan insanlar arasındaki nice üstünlük yarışlarına, bu yolda değerlerin tüketilişine, insan onur ve haysiyeti ile bağdaşmayan nice uygulamalara, zulümlere, katliamlara şahit olmuştur, maalesef bugün de olmaktadır. Üzülerek belirtelim ki yaşadığımız zaman diliminde akan kan ve gözyaşının değeri, etnik köken, dinî aidiyet gibi unsurlar bağlamında takdir edilmektedir. Bu ne hazin ve acınası bir durum ve tutumdur. Birlikte yaşama ahlakından gerçek anlamda söz edebilmek için; akan her damla kanın, gözyaşının coğrafyası, dini dikkate alınmaksızın, aynı hüzün hissedilebilmelidir.
Vahiy geleneğinin son temsilcisi olan Rasul-i Ekrem (s.a.s.) de getirmiş olduğu hayat yüklü mesajlarla gerek kendi dönemi gerekse sonraki asırlarda yaşayan bütün insanlara bir rahmet vesilesi olmuştur. Kutlu Nebi, ötekileştirme, dışlama, hor görüp ayıplama, toplumun değerlerinden başka değer benimseyene hayat hakkı tanımama gibi insanca yaşamın önündeki engelleri kaldırmak için müstesna bir çaba göstermiştir.
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık...” (Hucurat, 49/13.) ilahî ilkesi doğrultusunda rahmet elçisi, farklılıkların bir üstünlük ve çekişme sebebi değil, aslında bir zenginlik ve kaynaşma vesilesi olduğunu vurgulamıştır. O, mümini cana yakın kişi olarak tanımlamış, insanlarla yakınlık kurmayan ve kendisiyle yakınlık kurulamayan kimsede hayır olamayacağını bildirmiştir. (İbn Hanbel, II, 400.) Hz. Peygamber, “...Kişi, insanların kendisine nasıl davranmalarını istiyorsa o da insanlara öyle davransın.” (Müslim, İmare, 46.) sözüyle de beşerî münasebetlerdeki temel prensibe işaret etmiştir. Onun oluşturduğu ensar-muhacir kardeşliği, din kardeşliğinin zirvesi olmuştur. Onun Medine sözleşmesi ve Veda Hutbesi’ndeki eşsiz mesajları, insana, inanca, kutsala, düşünceye, kültüre, medeniyete saygının, farklı unsurlarla güven içerisinde bir arada yaşamanın nasıl başarılabileceğinin kodlarını ve ahlakını on dört asır öncesinden insanlığa takdim etmiştir.
Allah Rasulü’nün temellerini attığı kadim geleneğimiz, birlikte yaşamanın en güzel örnekleriyle doludur. Asırlar boyu, başta Anadolu olmak üzere, İslam coğrafyasında farklı din, dil, ırk, kültür, mezhep ve meşrep mensupları güven içerisinde bir arada yaşamışlardır. Engin hoşgörü, sevgi, saygı, diğerkâmlık, paylaşma, yardımlaşma, güvenme ve güven verme gibi insani meziyetlerin en nadide örnekleri bu medeniyette sergilenmiştir. Bu medeniyet, “Yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü” anlayışındaki Yunusları yetiştirmiştir. Bu medeniyet, “Değil mi ki sen bensin; ben de senim. Kendi kendimizle bunca savaşmamız da ne?” diyen Mevlanaları insanlık mirasına hediye etmiştir. Bu medeniyet, temel hak ve hürriyetlere saygı temelinde, dinî, siyasi ve etnik bütün farklılıkları bünyesinde barındırarak barış içerisinde yaşamayı başarmış bir medeniyettir.
Ancak, son zamanlarda dünyanın değişik bölgelerinde insanların huzur ve güven içinde bir arada yaşama ortamını tehdit eden hodkâmlık, tahammülsüzlük, hedonizm, başkalarını yok sayma, ayrımcılık, haksızlık gibi uygulamalara; zulüm, işkence, terör, katliam gibi olaylara şahit olunmaktadır. Ayrıca islamofobinin bir tür endüstriye dönüşerek yaygınlaşması, kutsala ve kutsal değerlere yönelik olumsuz söylem ve eylemlerin artması, dünya barışının geleceği adına endişelere neden olmaktadır.
Modern zamanlarda aslında Müslümanların her ne kadar lokal düzeyde mezhep, meşrep, vb. bazı problemleri olsa da genelde gerek birbirleriyle gerekse farklı din mensuplarıyla bir arada yaşama sorunları olmamıştır. Barış, saygı, hoşgörü içerisinde sair unsurlar ile sorunsuz yaşamışladır. Fakat aynı şeyi kendini modern olarak tanımlayan ve bugün islamofobik bir travma yaşayan Batı dünyası için söylemek oldukça zordur. Müslümanlar azınlık olarak bulundukları dünyalarda aynı rahatlıkta yaşamlarını sürdürememektedir.
Diğer taraftan geçtiğimiz birkaç yıl içinde bölgemizde meydana gelen iç savaşlar nedeniyle ülkemize göç etmek zorunda kalan muhacir kardeşlerimizin durumu da birlikte yaşama konusunda bizler için bir imtihandır. Bu mağdur kardeşlerimize tarihimizde olduğu gibi bugün ve yarın da gönül kapılarımızı açmak, onlara gurbet soğukluğu değil, sıla sıcaklığı hissettirmek millet olarak her daim hepimizden beklenen ve hepimize yakışan bir tutumdur.
Ülkemizde çeşitli nedenlerle son yarım asırlık süreçte köyden kente yoğun bir göç yaşandığı da bir gerçektir. Söz konusu göç neticesinde özellikle büyük şehirlerde farklı din, mezhep, meşrep, etnik köken mensubu insanlardan müteşekkil yeni bir yapı ortaya çıkmıştır. Böyle bir yapıda zaman zaman insanların birlikte yaşama konusunda duyarsızlaştığı gözlemlenmektedir. Oysa toplumsal huzurun yolu, başkalarının inancına, düşüncesine saygı gösterebilmek, hak ve hukukuna riayet edebilmek ve bütün bunları yaşatabilmekle mümkündür.
Bugün insanlık; topyekûn kendi kısır döngülerine, yalnız kendi değerlerini önemseme bencilliğine mahkûm olmanın sonuçlarını hep birlikte el ele vererek onarmak zorundadır. Dolayısıyla Peygamberimiz (s.a.s.)’in çağları aşan rahmet yüklü mesajlarını iyice özümsemeye, gönüllere gergef gergef işlemeye, İslam’ı onun önderliğinde temsil etmeye her zamankinden daha çok muhtaçtır.
İslam başta olmak üzere bütün ilahî dinlerin mesajlarında insanlığın huzur ve barış içinde inanç ve kültürel zenginlikleriyle birlikte yaşamalarına katkı sağlayacak yönde önemli öğretiler/unsurlar bulunmaktadır. Gerek tarihte ve gerekse günümüzde din farklılıklarından beslenen birtakım olumsuzlukların aslında dinlerin özünden değil, bağlılarının yanlış yorumlamalarından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Dolayısıyla dünya barışı ve insanlığın mutluluğunu sağlamak için hepimizin sağlıklı iletişim, diyalog, hoşgörü ve birbirimizi anlamaya yönelik faaliyetlere önem vermemiz gerekmektedir. İnsanın hayal ufkunun romantik simgesi Ay’ın topraklarına ayak basan bir kozmonot, dönüşünde şunları ifade ediyordu: “Buradan bakıldığında yeryüzü güzel ve aydınlıktı; birlik ve barış içinde görünüyordu.” İlk defa bir insan gözü, yeryüzünü bütünlüğü içinde fark ediyordu. Dünya; çeşitli mülahazalar, mücadeleler bağlamında çizilen sınırları olmadan, dar ufka hapsedilmemiş bir mekân olarak gözlemleniyordu. Bu itibarla ideal olan dünyanın gözlemlenen bu bütünselliğinin, inanç, düşünce veya bazı etnik mülahazaların öncelenmesi suretiyle zedelenmemesi, ihlal edilmemesi gerekir. Aksi takdirde dünyamız yaşanılamaz bir gezegen hâline dönüşecektir. Hangi inanç ve düşünceye mensup olursa olsun insanlık, tarihsel tecrübe ve birikimlerden de istifade ederek “öteki” olarak nitelendirilen birey ve toplumlarla barış, saygı ve hoşgörü içinde yaşamanın uğraşını vermelidir. Çünkü daha iyi bir dünya mümkün; tabii ki bu adaletle, hak ve hukuka riayetle, sevgi ve saygıyla, şefkat ve merhametle dahası insanın insanca yaşamasına zemin hazırlayan ve katkı sağlayan her unsurun dikkate alınması ile mümkündür. Yüce Allah’ın en güzel surette yarattığı insanın orijin olarak aynı özden geldiği dikkate alınarak ona rahmet elçisinin nazarıyla bakılabilmelidir. O’nun (s.a.s.) Yahudi’siyle, Hristiyan’ıyla, Müslümanıyla ve başka unsurlarıyla inşa etiği adalet, hakkaniyet, merhamet, müsamaha toplumunu barış/sulh toplumunu bugün insanlık olarak benzer değerlerle inşa etmek zorundayız. Barış ve huzur dolu bir yaşamın yolunun, böylesi bir anlayıştan geçtiği asla unutulmamalıdır.
"Hangi inanç ve düşünceye mensup olursa olsun insanlık, tarihsel tecrübe ve birikimlerden de istifade ederek “öteki” olarak nitelendirilen birey ve toplumlarla barış, saygı ve hoşgörü içinde yaşamanın uğraşını vermelidir. Çünkü daha iyi bir dünya mümkün; tabii ki bu adaletle, hak ve hukuka riayetle, sevgi ve saygıyla, şefkat ve merhametle dahası insanın insanca yaşamasına zemin hazırlayan ve katkı sağlayan her unsurun dikkate alınması ile mümkündür."