Nefsi Eğitim
Nefsi zayıflatıp ruhu güçlendiren amellerden biri olan sabır nefsi eğitim en önemli araçlarından biridir. Müslüman'ın İstikamet üzere yürürken, karşısına çıkan her türlü mâni' ye karşı yolunu değiştirmemesi, direnmesidir. "Tevekkül, bedeni kulluğa atmak, kalbi Rabbe bağlamak, O'nun kâfi olduğuna güvenmek; verirse şükretmek, vermezse sabretmektir." Kişi kazandığını kendi çabasının sonucu zanneder. Veremediği şeylerin sahibi olduğunu zanneder.
Oysa maldan vererek malı, candan vererek canı temizleyeceğini bilemez. Rabbim beni namazı(nda) sürekli kıl soyumdan olanları da. Rabbimiz duamı kabul buyur. Rabbimiz hesabın yapılacağı gün beni anne-babamı ve mü'minleri bağışla" Pratikler bir süre sonra alışkanlıklara dönüşür ve alışkanlıklar salih ise insanı kötülükler korumada yardımcı olurlar. Nefsi zayıflatıp ruhu güçlendiren amellerden biri olan sabır nefsi eğitim en önemli araçlarından biridir.
Müslüman'ın İstikamet üzere yürürken, karşısına çıkan her türlü mâni' ye karşı yolunu değiştirmemesi, direnmesidir. "Tevekkül, bedeni kulluğa atmak, kalbi Rabbe bağlamak, O'nun kâfi olduğuna güvenmek; verirse şükretmek, vermezse sabretmektir." Kişi kazandığını kendi çabasının sonucu zanneder. Veremediği şeylerin sahibi olduğunu zanneder. Oysa maldan vererek malı, candan vererek canı temizleyeceğini bilemez.
Rabbim beni namazı(nda) sürekli kıl soyumdan olanları da. Rabbimiz duamı kabul buyur. Rabbimiz hesabın yapılacağı gün beni anne-babamı ve mü'minleri bağışla" Pratikler bir süre sonra alışkanlıklara dönüşür ve alışkanlıklar salih ise insanı kötülükler korumada yardımcı olurlar.
Peygamberlerin Tevhid mücadelelerini hatırlanacağı gibi topluma tebliğ, ferde tebliğ ve ferdi eğitim başlıkları ile işlemiştik. Tevhid tarihi konularımızın dördüncüsü nefsi eğitim olacaktır. Nefsi eğitim ile alakalı olarak bize bildirilen kıssalar ışığında başlıklardan anlayıp derleyebildiklerimizi paylaşalım.
SABIR
Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya 83)
Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler. "Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (kendisinden) yardım istenecek olan Allah'tır." (Yusuf 18)
Nefsi zayıflatıp ruhu güçlendiren amellerden biri olan sabır nefsi eğitim en önemli araçlarından biridir. Müslüman'ın İstikamet üzere yürürken, karşısına çıkan her türlü mâni' ye karşı yolunu değiştirmemesi, direnmesidir. Kişinin kendini şeriat ve akıl dairesi içinde tutma çabasıdır. Eyyub ve Yakub (as) gibi örneklerden Allahın verdiklerine ve aldıklarına karşı tavrın ne olması gerektiğini öğrenmekteyiz. Az bile olsa devamlı yapa geldiğimiz ibadetler mermeri delen su damlaları gibi nefsi zayıflatırken ruhu güçlendirmektedir.
Zorluklara sabır, infakta sabır, ibadetlerde sabır, tebliğde ve cihadda sabır. Eğitimde ve yöneticilikte, kardeşlerimizle, ailemizle olan ilişkilerimizde sabır. Sabır, üç çeşittir: Allah'a ibâdetlere sabır, günâh işlememeğe sabır, Allah'ın sınavı olan üzücü olaylara sabır. Kul, ibâdetler için sabra muhtaçtır. Çünkü Gazâlî'nin dediği gibi nefis, kulluktan hoşlanmaz, başlık, Rablık ister. Belâlar, ya kulu olgunlaştırmak, ya da günâhlarından temizlemek içindir. Yüce Allah: "Başınıza gelen her musibet, ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. Buyurmaktadır.
Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim.
Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur." (Maide 28-29)
Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): "Oğlum" dedi. "Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak sen ne düşünüyorsun." (Oğlu İsmail) Dedi ki: "Babacığım emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. (Saffat 102-103)
İman ettiğimiz gibi Allah kişiye taşıyabileceğinden fazlasını yüklemez bu nedenle karşılaştığımız her sıkıntı sabır ile katlandığımızda bizi güçlendirecek ve daha zor imtihanlar için bize kuvvet verecektir.
Hacer, İsmail ve İbrahim (as) kurban olayı da üçünün de nefislerine elbette çok zor gelmiş fakat Allahın emirlerine olan sorgusuz itaatleri ve sabırları kıyamete kadar muttakilere örnek olmalarına neden olmuştur.
TEVEKKÜL
İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kendi kavimlerine demişlerdi ki: «Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında tapmakta olduklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.» Ancak İbrahim'in babasına: «Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah'tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez.» demesi hariç.
«Ey Rabbimiz, biz sana tevekkül ettik ve 'içten sana yöneldik.' Dönüş sanadır.» (Mumtehine 4)
"Ben gerçekten benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Tevbe 56)
Tevekkül, birine gönülden güvenmek, onu kendi yerine vekîl bilerek O'na bağlanmaktır. Tevekkül, kulun, zâhir ve bâtın sebeplere yapışması, üzerine düşen işleri yapması, ondan sonra fiilin olması konusunda sebepleri Yaratan'a dayanması, bu hususta hiç kuşkusu bulunmamasıdır. Allah'a güveni hiç sarsılmaz, fakat kendisini Allah'ın rızasına götürecek sebepleri yerine getirmekten de geri durmaz. "Tevekkül, bedeni kulluğa atmak, kalbi Rabbe bağlamak, O'nun kâfi olduğuna güvenmek; verirse şükretmek, vermezse sabretmektir." Böylece Ebû Türâb, tevekkülün beş eylemden oluştuğunu söylemiştir: Kulluk işlerini yerine getirmek, kalben Rabbin tedbîrine bağlanmak, O'nun kaza ve kaderine razı olmak; O'nun kendisini koruyacağına, imdadına yetişeceğine güvenmek; O verince şükretmek, vermeyince sabretmektir.
Hz. Hud ve Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi ateşe atılma tehdidine karşı, eşi ve oğlunu çölde bıraktığında hep tevekkül etmiş Allah'a güvenene başka güvence gerekmediğini göstermiştir.
TEVBE
(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. (Bakara 37)
Derken Âdem Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir esirgeyendir. (Araf 23)
İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi. (Sad 76)
Zünnun'a da. Hani o, öfkelenerek giderken kendisine güç yetiremeyeceğimizi sanmıştı. Ama sonunda karanlıklar içinde: Sen'den başka hiç bir ilah yoktur. Tenzih ederim seni, doğrusu ben, haksızlık edenlerden oldum, diye niyaz etmişti. (Enbiya 87)
Tevbe: günahtan vazgeçip Allah'a yönelmek demektir. Bir adı da Tevvâb (tevbeyi çok kabul eden) olan yüce Allah, peygamberleri aracılığı ile kullarını tevbe ile kendisine yönelmeğe çağırmış ve tevbe edenin günâhının silineceğini müjdelemiştir.
Nefsi eğitimin önündeki engellerden en büyüğü büyüklenmek, kibirlenmektir. Kendini eğitimden müstağni gören şeytan tevbe etmeyerek hata yapmanın doğal olduğu eğitim sürecini sona erdirmiştir. Müslüman bu nedenle nefsi eğitimin asla bitmeyeceğini ölüme kadar nefsimizi eğitmeye, bu mücadeleye devam edilmesi gerektiğini bilmelidir.
Tevbe, her türlü kötü halden, her türlü iyi hale dönmektir. Tevbe, her harap olanı onarmak, Tevbe, nefis duygularını giderip ilme uymaktır. Tevbe, kulun eğrilikten doğruluğa dönmesidir. Tevbe, zayi edilen geçmiş vakitlere sürekli pişmanlık duymak, işlenen aykırı davranışları düzeltmektir. Tevbe, her kötülükten dönmen, dönüşünde sebat etmen, ihmalini telâfiye çalışman, bozduklarını düzeltmendir.
Tevbe, makamların başı, ortası ve sonudur. Kişi ömrü boyunca tevbeden ayrılamaz. Dâima tevbeye muhtaçtır. Yüce Allah: "Ey mü'minler felaha ermeniz için hep beraber Allah'a tevbe ediniz"( Nur31) buyurmuş, felah bulmayı tevbeye bağlı kılmıştır. "Tevbe etmeyenler işte onlar zâlimlerdir" âyetiyle de tevbe etmeyenlerin, zâlim olduklarını vurgulamıştır. Tevbe etmemek, Rabbi, O'nun hukukunu, nefsin kusurunu bilmemekten ileri gelir.
Bundan dolayı en büyük zâlim (haksız), Rabbine tevbe etmeyen kuldur.
İNFAK
Andolsun elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman; "Selam" dediler. O da: "Selam" dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi. (Tevbe 69)
Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): "Oğlum" dedi. "Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak sen ne düşünüyorsun." (Oğlu İsmail) Dedi ki:
"Babacığım emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın." Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı
(Saffat 102 109)
Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti. (Ali İmran 35)
Onlara Âdem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah ancak korkup-sakınanlardan kabul eder." (Maide 27)
Hz. İbrahim, Hanne ve Âdemin çocukları infak anlayışımızın oluşmasına ışık tutmaktadır. Allah'ın verdiklerini güzelce geri vermek ve teşekkür etmek nefse zor gelir. Kişi kazandığını kendi çabasının sonucu zanneder. Veremediği şeylerin sahibi olduğunu zanneder. Oysa maldan vererek malı, candan vererek canı temizleyeceğini bilemez. En iyisini bütün içtenliğinle verdiğin şeylerin -maddi kıymeti ne olursa olsun- seni Dünyaya bağlayan bağları koparıp Allah'a yaklaştıracağını unutmamalısın. Çocuklarını Allah yolunda infak eden Hanne ve İbrahim'e artık ne zor gelebilir.
ŞÜKÜR
Andolsun biz Lokman 'a, "Allah'a şükret!" diye hikmet verdik, kim şükrederse kendisi için şükreder; kim nankörlük ederse Allah zengindir, (onun şükrüne muhtaç değildir,) övülmüştür, (hamde lâyıktır). Lokman oğluna öğüt vererek demişti ki: "Allah'a ortak koşma, çünkü ortak koşmak, büyük bir zulümdür." Biz insana, ana babasını tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflık çekerek (karnında) taşımıştır. (Ona gebe kaldığından itibaren tâ doğuruncaya kadar günden güne güçsüzleşmiş, ağırlaşmıştır). Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olmuştur. (Bunların hepsi, güç şeylerdir. Onun için biz insana): "Bana ve anana-babana şükret, dönüş banadır" (dedik). (Lokman: 1214)
"Ey Dâvûd ailesi, şükredin!" kullarımdan şükreden azdır..."Rabbinizin rızkından yeyin de O'na şükredin! Hoş (bir) ülke, çok bağışlayan Rab!" (denilmişti). (Sebe':13.15)
"Hamd Allah'a aittir ki O bana ihtiyarlığa rağmen İsmail'i ve İshak'ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim gerçekten duayı işitendir." (İbrahim 39)
Şükür: ni'meti düşünme ve izhar etme demek olan şükür, küfrün karşıtıdır. Küfür de nimeti unutma ve örtmedir. Şükür üç türlüdür: Kalbin şükrü, dilin şükrü, organın şükrü. Kalbin şükrü ni'meti düşünmek, dilin şükrü ni'met vereni övmek, organın şükrü gerektiği kadar ni'meti ödüllendirmek ni'metin karşılığını vermektir. Yani Allah'a şükür, düşünce, söz ve eylemle olur. Asıl şükür Allah'ı anmak, O'na kulluk etmektir. Allah'a ibâdet, O'nun nimetlerine karşı bir teşekkür ifadesidir. Şükrün öneminden dolayı bizzat Allah "şâkir" olarak nitelenmiştir. Böylece kendi ismini ve vasfını kullarına da vermiştir. "Şükrederseniz sizin için ona razı olur âyetinde belirttiği gibi, kulu için ancak şükre razı olacağını, fakat " Benim şükreden kullarım azdır. ( Sebe': 58/13) Âyetiyle de şükreden kulların az olduğunu bildirmiştir.
Rabbinin şükreden kulları arasında bulunmak için bazen ayakları şişinceye dek namaz kılan Peygamber (s.a.v.): "Allah, senin geçmiş ve gelecek günâhlarını bağışlamış iken böyle mi yapıyorsun?" diyenlere: "Şükreden bir kul olmayayım mı?" demiştir (Buhârî, Teheccüd: 6; Müslim, Münâfıkîn: 79-81 vs.) Hz. Muâz'a da her namazın ardından: "Allah'ım, seni zikretmek, sana şükretmek ve güzel ibâdet etmek için bana yardım eyle!" demesini emretmiştir. (Ebû Dâvûd, Vitr: 26; Nesâî, Sehv: 60; İbn Hanbel, Müsned: 2/299, 5/245,247)
DUA
(Bu) Rabbinin kulu Zekeriya'ya rahmetinin zikridir. Hani o Rabbine gizlice seslendiği zaman; Demişti ki: "Rabbim şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım." "Doğrusu ben arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım benim karım da bir kısır (kadın)dır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et." "Bana mirasçı olsun. Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim onu razı olunan(lardan) kıl." (19/211)
Terim olarak kulun, ihtiyacını Allah'a arz etmesi demek olan du'â, ibâdetin özüdür. Çünkü du'â, önce Allah'ın: "Bana du'â edin, du'ânızı kabul edeyim"(Mü'min 60) emrine uymaktır. Sonra içtenlikle du'â eden, dileğini yalnız Allah'ın vereceğine inandığı için du'â eder. Allah'tan başka her şeyden umut kesip ihtiyacını sadece Allah'a sunar. Muradını sadece O'ndan bekler. Yalnız O'na güvenir, mutlak kudretin O'na ait olduğunu bilir. Bu inanç ise dinin özü olan tevhidin esasıdır.
Du'â eden kul, Allah'a yaklaşır. Ruhu Allah ile çok yakın ilgi kurar. Zaten ibâdetin aslı da Allah'a yaklaşmak, O'nunla irtibat kurmaktır. Bundan dolayı duâya münâcât (Allah ile gizli, ruhsal konuşma) denilir. Yüce Allah, Hz. Ya'kub'un, gönülden Allah'a bağlanışını, her şeyi O'na havale edip O'ndan asla umut kesmeyişini, örnek bir davranış olarak anlatır:
"Dedi ki: 'Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım, ben Allah'tan, sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim. Ey oğullarım, gidin, Yusuf u ve kardeşini arayın, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Zira Allah'ın rahmetinden, Yalnız inkârcı toplum umut keser'" (Yusuf 8687)
Dua aynı zamanda bir nefis muhasebesidir. Hz. Nuh yaptıklarını sıralarken Allah'ın bunları zaten bilmesine rağmen kendi nefsine karşı da eksik bıraktığım bir şey var mı acaba diye sormaktadır:
Sonra, ben kendilerine haykırarak davette bulundum. Sonra, onlarla hem açıktan açığa hem de gizli gizli konuştum. Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, (Nuh 8-11)
Nuh: "Rabbim! dedi, yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; yalnız ahlâksız, nankör (insanlar) doğururlar ( yetiştirirler ). Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zalimlerin de ancak helâkini arttır." (Nuh 26-28)
Bilinen gerçeklerin, nimetlerin dua da dile getirilmesi nefsi küçültürken samimiyeti artırır, acziyetimizin farkına varmamızı sağlar:
"Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur;""Bana yediren ve içiren o'dur;" "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur; "Beni öldürecek sonra diriltecek olan da O'dur" "Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;" "Rabbim bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat;" "Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver." "Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl" "Babamı da bağışla çünkü o şaşırıp sapanlardandır." "Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme" "Malın da çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde." (Şuara 7988)
Dua da edep ve tevazu, haddini bilme örnekliğini Hz. Eyyub ve Nuh şöyle gösterir bizlere:
Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin." Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim. Nuh dedi ki:
Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum! (Tevbe 45-47)
Kulumuz Eyyub'u da hatırla. Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azap dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti. (Sad 41)
HİCRET
"Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem 48)
Bunun üzerine Lût ona inandı ve (İbrahim) "Ben, Rabbime hicret edeceğim" dedi. (Ankebût 85)
İlk ayet Hz. İbrahim'i ikincisi Lut u anlatmaktadır. Bilindiği gibi peygamberlerden hemen tamamı doğup büyüdüğü yerleri terk etmek zorunda kalmışlardır. Dinin gereklerini yerine getiremediğimiz zaman uygun bir yere hicret etmek gerekir. Alıştığı yerlerden ayrılmak nefse zor gelir fakat nefse zor gelen şey Allah yolunda isteyerek veya istemeden hicret etmek ise ayette geçtiği üzere: Kendilerine zulmedildikten sonra Allah uğrunda göç edenleri, dünyâda güzelce yerleştireceğiz, (onlara vereceğimiz) âhiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilseler! (Nahl: 70/41-42,119) elbette ecri büyük bir iştir.
ZİKİR
Zikir kalbi yumuşatır, İnsanı duygulandırır, merhametli yapar: Allah nasıl ölmüş, kupkuru olmuş yeri, gökten yağmur indirerek diriltirse katılaşmış olan kalbleri de gökten âyetler indirerek diriltir. Bu Kur'ân'ın âyetleri gönüllere hayat verir. Bunları can kulağıyla dinleyip kabul eden ve düşünenler, katı yüreklilikten, kuruluktan kurtulur, dinin ruhuna döner, İlâhî rahmet ile dolup taşarlar. Allah'ın kelâmından tüyleri ürperir. Allah'ı anmakla gönülleri titrer. Elbette Allah'ı anmak en büyük ibâdettir. Ancak Allah'ı anmak, işi gücü tamamen bırakıp dünyayı terk etmeyi gerektirmez. İslâm'ın temel prensibi, ruh ile maddeyi, dünya ile âhireti beraber yürütmektir. Mü'min Allah'a karşı vazifelerini yaptığı gibi, dünyaya ait vazifelerini de aksatmadan yapacaktır. Ancak dünya işlerini yaparken Allah'ı daima hatırında tutacaktır. Allah'ı hatırlaması, dünya işlerinde de kendisine şevk verecek, işlerini başarı ile yürütmesini sağlayacak, onu daima saadet ve huzur içinde tutacaktır.
"O erkekler ki onları ne ticaret, ne de alışveriş, Allah'ı zikretmekten ve namaz kılmaktan alıkoymaz."(Nur /37)
Biz gerçekten Davud'a kendi katımızdan ayrıcalık sunduk. «Ey dağlar, o tesbih ettikçe siz de söylediklerini tekrarlayın. Ey kuşlar sizde» dedik. Ayrıca demiri avucunda yumuşattık.(Sebe/10)
İBADET
Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın! (Hud 87)
İbrahim İsmail'le birlikte Evin (Kâbe'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz Sen işiten ve bilensin"; (2/127) Rabbimiz ikimizi sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara 128)
Nefsi eğitimin en önemli araçlarından biri ibadetlerdir. Bilmek ve inanmak bunun tezahürü olan ibadetlerden yoksunsa bir süre sonra kişiyi koruyamaz hale gelir. İbadetleri bir görev olarak değil Allah'a yaklaşmanın bir aracı olarak görmek ve bu konu ile alakalı eksikliklerimizi tamamlamak için dua etmek gerekir. Ayrıca yaptım bitti gibi bir terbiyesizlik yerine yaptığımız ibadetin elimizden gelenin en iyisi olduğunu fakat elbette ki olması gereken kadar olamayacağını bilerek Ayette söylenen gibi kabul edilmesi için de dua etmek gerekir.
Pratikler bir süre sonra alışkanlıklara dönüşür ve alışkanlıklar salih ise insanı kötülükler korumada yardımcı olurlar. Biraz sonra namaz vakti gelecek diye düşünen bir Müslüman'ın günaha yaklaşması zordur. İbadetler elbette ki Allah rızası için yapılan bütün işlerdir. Zaten yapa geldiğimiz şeyleri Allah için ve sünnete uygun şekilde gerçekleştirerek hayatın tamamını ibadet haline getirebiliriz.
İNABE
İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi.
Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu. (Bakara 260)
Arayış içerisinde olmak demektir. Hidayetin temel koşulu olduğunu vurgulamaktadır. Allah'ın hidâyetine erebilmek için kulun inâbe etmesi, yani seçimini yapıp Allah'a yönelmesi gerekir.
Mutasavvıflara göre zahirde tevbe ile düzelmeğe başlayan nefsin yanında, sırrın da salâha dönmesidir. İnâbe, eşyadan, eşyanın sahibine yönelmek ve sırrı, ağyara yönelme illetinden temizlemektir. İnâbe, kulun, Hakk'ın irâdesi uyarınca Hak ile olmasıdır. İnâbe, fani'ye bağlanmayıp şevk ile Allah'a gitmektir
TEVAZU
Yeryüzünde kabara kabara yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın, boyca da dağlara erişemezsin! (İsrâ: 50/37)
İnsanlara yanağını bükme (kibirlenerek boynunu bir yana büküp yüzünü insanlardan öte çevirme) ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme.