Dili Tutmak
Dili tutmak’, kendisini ilgilendirmedikçe ve gerekmedikçe konuşmamaktır. Zira dilin, gereksiz, ilgisiz şeyleri konuşmasına engel olmak, insanı birçok tehlikeden korur. ‘İnsanın selâmeti, dilini tutmaktadır’ denilmiştir.
Dili tutmanın da birkaç çeşidi vardır.
Birincisi, büyüklerin huzurunda susmak ki bu, huzurun edebidir. Yüce Allah: “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin.”[1] buyurmuştur. Peygamber (s.a.v.)’den Kur’an dinlemeye gelen cinlerin, birbirlerine: “Susun!” deyip edeple Kur’an dinlediklerini bildirmiştir.[2]
Birçok ayette Allah (c.c.)’ın huzurunda meleklerin, insanların ve bütün yaratıkların saygı ile sustukları; O’ndan izin almadan kimsenin konuşmaya cesaret edemeyeceği haber verilmektedir:
“Kıyâmet gününde Rûh ve melekler, O’nun huzurunda dizilip dururlar. Rahmân’ın izin verdiğinden başkası konuşamaz: (Rahmân’ın konuşma izni verdiği de ) sadece doğruyu söyler.”[3]
“O gün gelince hiç kimse O’nun izni olmadan konuşamaz.”[4]
“Rahmân’a saygı için sesler kısılmıştır. Fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.”[5]
Yüce Allah (c.c.), Hucûrât sûresinde müminlere, Sevgili Elçisinin huzurunda hiçbir konuda O’nun önüne geçmemelerini, O’ndan önce konuşmamalarını veya O’nun emri olmadan bir şey yapmamalarını emretmiştir:
“Ey inananlar, Allah’ın ve Elçisinin önüne geçmeyin, Allah’tan korunun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. Ey inanlar, seslerinizi peygamberin sesinin üstüne çıkarmayın; birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi O’nunla da yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa çıkar. Allah’ın Elçisinin huzurunda seslerini kısanlar var ya, Allah onların kalplerini takvâ için sınamıştır. Onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.”[6]
Birinci âyetin iniş nedeni hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Kimine göre Kurban bayramı günü bazı kimseler, Peygamber (s.a.v.)’den önce kurban kesmişlerdir, âyet bununla ilgilidir. Peygamber (s.a.v.) kurbanını kesmeden başkalarının kesmemesi emredilmiştir. Kimine göre âyeti şekk (tereddüt) gününde (Ramazan’ın başlangıcı günü) oruç tutmakla ilgilidir. Şekk günü oruç tutanlara, Peygamber (s.a.v) Ramazan orucuna başlamadan, kendilerinin başlamaması emredilmiştir. Katâde (r.a.)’nin rivayetine göre de âyet: ‘Keşke falan konuda şu hüküm inseydi, keşke şöyle yapılsaydı’ diye dilekte bulunanlarla ilgilidir. Peygamber (s.a.v.) bir hüküm beyan etmeden önce kendi kendilerine dini konularda fikir beyan etmelerini hoş görmemiştir. Kuşkusuz âyet, peygamberden önce iş yapmak, yahut bir konu hakkında hüküm vermek isteyenlerle ilgilidir. Herhalde Peygamber(s.a.v)’in huzurunda bir konu görüşülmüş, veya bir olayın hükmü sorulmuş, henüz Peygamber cevap vermeden önce bazı kimseler konu hakkında fikir beyan etmişlerdir. Peygamber (s.a.v.9’e karşı edebe (görgü ve nezaket kurallarına) aykırı olan bu davranışı Allah (c.c.) yasaklamıştır.
Abdullah İbnu'z-Zübeyr (r.a.) anlatıyor: ‘Benî Temim kabilesinden binekli bir grup Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanına geldiler. Hz. Ebu Bekir: "Ka'kâ' İbnu Ma'bed (r.a.)'i bunlara emir tayin etmesini, Hz. Ömer (r.a.) de Akra İbnu'l-Hâbis'i emir tayin etmesini Hz. Peygamber (s.a.v.)'e söylediler. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'e çıkıştı ve: ‘Sen bana muhalefet etmek istiyorsun!’ dedi. Hz. Ömer :
‘Asla sana muhalefet etmeyi düşünmedim!’ dedi. Aralarında ithamlaşma oldu ve sesleri yükseldi. Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:
"Ey iman edenler, Allah'ın ve Resulü'nün huzurunda (sözde ve işte) öne geçmeyin. Allah'tan korkun. Çünkü Allah hakkıyla işiten, (her şeyi) bilendir. Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Ona, sözle birbirinize bağırdığınız gibi bağırmayın ki siz farkına varmadan amelleriniz hoşa gidiverir" .[7]
Hucûrat süresinin 2. ve 3. âyetleri de, Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda yüksek sesle ve ciddiyetsiz tarzda konuşanlarla ilgili olup onlara ‘edep’ yani görgü ve nezaket kurallarını öğretmektir. Henüz yeni müslüman olan bir kısım bedevilerin, eğitimsiz ve kaba çöl ahlâkını birden bire bırakmaları kolay değildir. Bunlardan bazıları Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda kaba tarzda, yüksek sesle ve bağıra bağıra konuşuyorlardı. Enes ibn Malik’in rivayetine göre yaratılıştan bağıra bağıra konuşan Sabit b. Kays, bu ayet indikten sonra ‘Ben yüksek sesle konuşuyorum, demek ki amellerim boşa gidiyor, ben cehennemlik oldum’ deyip evine çekilmiş ve artık Peygamberin yanına gelmez olmuş.
Peygamber (s.a.v.), onun komşusu olan Sa’d b. Muaz’a, Sabit’in neden huzuruna gelmediğini, bir derdi olup olmadığını sormuş, gidip Sabit ile konuşan Sa’d Peygamber (s.a.v.)’e Sabit’in düşüncesini anlatmış:
- Şu ayet indi. Bilirsiniz ki içinizde en yüksek sesle konuşan benim. Demek ki ben cehennem ehliyim!
Peygamber (s.a.v):
- Hayır o cennet ehlidir, buyurmuş.”[8]
Taberi’deki bir rivayete göre bu âyet indikten sonra çok ağlayan Sabit, evindeki ahıra girmiş, karısına kapıyı arkadan üstüne demir destekle kapatmasını söylemiş. Asım b. Adî, onun durumunu Allah (c.c.)’ın elçisine bildirmiş. Allah’ın elçisi Asım’ı gönderip Sabit’i çağırtmış. O zaman kapının desteğini kırarak Sabit’i kendisini kapattığı ahırdan çıkarmış ve beraberce Allah’ın elçisine gelmişler. Allah’ın elçisi Sabit’e, ağlamasının nedenini sormuş. Sabit:
- Ben yüksek sesle konuşurum. Bu âyetin, benim hakkımda inmiş olmasından korkuyorum, deyince Allah’ın elçisi :
- Güzel yaşayıp şehîd olarak öldürülmeğe ve cennet’e girmeğe razı oluyor musun? demiş. O da:
- Allah ve Elçisinin müjdesine razıyım. Bundan sonra bir daha Allah Elçisinin yanında sesimi yükseltmem, demiş.[9]
İkincisi, dili yalan, gıybet, dedikodu ve çirkin sözlerden korumak için susmaktır. İnsan birçok belaya dili yüzünden uğrar. Dil, gönülde onarılmayacak yaralar açar. Nitekim Hz. Ali (r.a.)’nin şu sözü çok konuşulur:
‘Kılıçların yarası iyileşir ama, dil yarası iyileşmez.’
Nefsini eğitme yolunda olanlar, nefsin kendini övmekten, arkadaşlar arasında sivrilmekten hoşlandığını bildikleri için susmayı konuşmaya yeğlemişler; ‘Söz gümüş ise sükutu altındır’ demişlerdir. Bu, tasavvuf yolcularının, ahlâkı düzeltme metotlarından biridir. İmam-ı A’zam’ın seçkin ve halkasında fetvaya yetkili öğrencilerinden olan Davud et-Ta’i, evine çekilmeğe karar verince, önce Ebu Hanife’nin derslerinde , arkadaşları arasında oturup hiçbir konu hakkında konuşmamayı denemiş, tam bir yıl orada susmağa alıştıktan sonra evinde uzlete çekilmiştir.[10]
Peygamber (s.a.v), bir çok hadisinde dilin açtığı zararları anlatmıştır:
Muaz b. Cebel’in şöyle dediği rivayet edilir: ‘Ya, Resûlallah, dedim, söylediğimiz sözlerden ötürü cezalandırılır mıyız?’ buyurdu ki:
“Ey Cebel oğlu, insanların burunları üstüne Cehennem’e atılmaları, dillerinin ürünü değil midir?[11]
“Kim Allah ve Ahiret gününe inanırsa o kimse, ya hayır söylesin veya sussun”[12]
“Kim dilini korursa, Allah onun açığını örter; kim öfkesine hakim olursa Allah onu, azabından korur, kim Allah’a döner, özür dilerse Allah onu affeder.”[13]
“Kişinin, kendisini ilgilendirmeyen şeyleri bırakması, iyi Müslümanlığından (güzel ahlâkından)dır.”[14]
Peygamber (s.a.v), Ka’b’ı sordu, hasta olduğunu söylediler. Çıkıp onun evine gitti, yanına girdiğinde:
- Sevin ey Ka’b, dedi. Ka’b’ın annesi:
- Cennet sana mübarek olsun, ey Ka’b, dedi. Peygamber (s.a.v):
- Bu Allah adına söz veren kadın kim? buyurdu. Ka’b:
- Annemdir, Ya Resûlallah, dedi. Peygamber (s.a.v.):
“Ey Ka’b’ın annesi, ne biliyorsun, belki Ka’b, kendisini ilgilendirmeyen söz söylemiş, yahut yapması gereken şeyi yapmamıştır?”[15]
Yani Cennet, hesaba çekilmeyecekler için hazırdır. Kendini ilgilendirmeyen sözler söylemiş olan ise (söyledikleri sakıncasız da olsa) hesaba çekilir. Hesaba çekilmek de bir çeşit azaptır. Bundan dolayı o kimse için cennet hazırdır, denemez. Sorguya çekilmeden Cennet’e girmeyecek kimseye de: ‘Sen cennetliksin’ denilemez. Çünkü onun durumu, sorgudan sonra belirlenecektir.’[16]
Ancak susmanın bir ölçüsü vardır ki o da İslâm prensipleridir. Yerinde ve zamanında susmak, güzel bir şey olduğu gibi, yerinde ve zamanında konuşmak da önemli ve değerli meziyetlerden biridir. Gerektiği zaman konuşmayan kimse, bu büyük meziyetten yoksun demektir. Ebu Ali ed-Dakkâk: ‘Hakkı söylemeyip susan kimse, dilsiz şeytandır.’ demiştir.
--------------------------------------------------------------
[1] A’râf sûresi, 7/204.
[2] Ahkâf sûresi, 46/29.
[3] Nebe’ sûresi, 78/38.
[4] Hûd sûresi, 11/105.
[5] Tâhâ sûresi, 20/108.
[6] Hucûrât sûresi, 49/1-3.
[7] Buharî, Tefsir, Hucurat 1, 2, Meğazî 67, İ'tisam 5; Tirmizî, Tefsir Hucurat (3262); Nesâî, Kazâ' 6, (8, 226)
[8] Buhâri, Müslim.
[9] Camiu’l-Beyan.
[10] Kuşeyri Risâlesi, s.213.
[11] Müstedrek, Hakim.
[12] Tirmizî, Kıyamet 51, 2502.
[13] İhya, Gazâli.
[14] Tirmizî, Zühd 11, (2318, 2319); Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 3,
[15] İhya, Gazali.
[16] İhya, Gazali